Cevaplar.Org

TARİHTE BUNLAR OLDU-42

1948 FİLİSTİN HARBİNDEKİ BOŞNAK MÜCAHİDLER 1989’da Afganistan’da şehid düşen Filistinli âlim, merhum Dr. Abdullah Azzam anlatıyor; “ Filistin'de 1948 yılında harb başladığında, Filistin cihadına katılmak için Yugoslavya'dan mücahidler gelmişti. Allah'a yemin ederim ki onlardan bir tanesi bana şunları anlattı: “Binlerce yahudinin arasına tek başıma giriyordum. Üzerime kurşunlar yağmur gibi yağıyor, öyle ki, sırtımdan ceketi düşürüyorlardı.” Ona: “Peki ne yapıyordun?” dedim (ve o gün onu doğrulamamış, ona inanmamıştım. Ta ki, Afgan cihadında bunlara şahid oluncaya kadar).


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-09-01 02:11:46

1948 FİLİSTİN HARBİNDEKİ BOŞNAK MÜCAHİDLER

1989'da Afganistan'da şehid düşen Filistinli âlim, merhum Dr. Abdullah Azzam anlatıyor; " Filistin'de 1948 yılında harb başladığında, Filistin cihadına katılmak için Yugoslavya'dan mücahidler gelmişti. Allah'a yemin ederim ki onlardan bir tanesi bana şunları anlattı: "Binlerce yahudinin arasına tek başıma giriyordum. Üzerime kurşunlar yağmur gibi yağıyor, öyle ki, sırtımdan ceketi düşürüyorlardı." Ona: "Peki ne yapıyordun?" dedim (ve o gün onu doğrulamamış, ona inanmamıştım. Ta ki, Afgan cihadında bunlara şahid oluncaya kadar).

Yugoslavya'nın Bosna Hersek'inden olan Şeyh Abdurrahman şu cevabı verdi: Ben, "Kulhuvallahu Ahad, Kul euzu birabbil felak ve kul euzu birabbinnas sûrelerini âyete-el-kürsî ile birlikte okuyor ve Bismillahillezi la yedurru maa ismihi şeyun fi'l ardi ve la fissemai ve huvessemî-ul âlim" okuyordum ve binlerce yahudi askerinin arasına giriyordum. Görevimi tamamladıktan sonra da hiçbir yara almadan geri dönüyordum."
1948'de Kudüs'ten ve Mescid-i Aksa'dan Ürdün ordusu geri çekilip Kudüs'ü yahudilere bırakmak, teslim etmek istedikleri zaman bu Şeyh Abdurrahman ise bunu reddetmiş ve şunları söylemiştir: "Yahudiler ben sağ kaldığım ve cesedim tepelenmediği sürece Mescid-i Aksa'ya giremeyeceklerdir." Şeyh Abdurrahman ve beraberindeki Mısır İhvan-ı Müslimin teşkilatına mensup bir grup İslâmî Hareket mensubu gençlerle birlikte Mescid-i Aksa'nın içine girerler. Oradan çekilmeyi reddederler.

Vallahi onlarla içeride birlikte kalan bir kardeş daha sonra bana olayı şöyle anlattı: "Bizim sayımız, Mescid-i Aksa'nın pencerelerinin sayısından daha azdı. Biz ise mescidin içerisinde bir bu pencereden, bir şu pencereden dışarıya yahudi askerlerine ateş açmaktaydık. Şeyh Abdurrahman, Ürdün askeri komutanı Abdullah et-Tell'e "Mescid-i Aksa'yı nasıl terk edebilirsiniz? Nasıl buraları yahudilere bırakabilirsiniz?" dediğinde, komutanın cevabı: "Gelen emirler böyle, çekileceğiz" olmuştu. Bunun üzerine Şeyh Abdurrahman komutana: "Bana iki sandık bomba bir otomatik silah ve mermileri bırak ve git. Ben Mescid-i Aksa'nın alanında bulunan şu minarenin üstüne çıkacağım. Yahudiler içeri girince bütün bu bombaları onlara atacağım ve onları gücümün yettiği kadar otomatik silahla tarayacağım. Sonra da onlar beni öldürürler."

Sonra Mescid-i Aksa'da bulunan gençler bütün pencerelerinden ateş edince yahudiler Mescid-i Aksa'nın Müslümanlarla dolu olduğunu, Mescid-i Aksa'yı boş bırakarak çekilmelerinin mümkün olmadığını zannettiler. Mescid-i Aksa'ya yaklaşmaya bile cesaret edemediler. Böylece Mescid-i Aksa işte bu gençlerin sayesinde 1948 ile 1967 yılları arasında Müslümanların bünyesinde kaldı.

Arap ordusu bir savaşta ne zaman darboğazda kalsa arkalarından beş altı kişilik Yugoslav mücahidleri gönderilirdi. Bunlar yahudi muhasarasını kırar ve mücahidlere yardım ulaştırırlardı. Bir defasında şehid Abdülkadir el-Hüseyni yahudilerin kuşatması altında kalmıştı. İlgililer ek kuvvet istediler. Yugoslavyalı bu gençlerden beş tanesi gitti, yahudilerin oluşturdukları bu çemberi kırdılar.

Ne yazık ki Mısır ve Suriye birlik kurup Arap Birleşik Cumhuriyeti'ni oluşturunca yeni cumhuriyetin başkanı Cemal Abdunnasır, Yugoslav lideri kardeşi Tito'ya: (Abdunnasır, Tito'ya kardeş derdi. Çünkü inkârcılıkta onun kardeşi idi) "Kardeşim Tito bizim birleşmemizin hediyesi olarak bizden ne arzularsın?" diye sorar; Tito da; "1948 senesinde Filistin harbinde savaşan kaç kişi var sende? Bunlar Suriye'ye gidip orada yerleştiler. Onları bana teslim et" dedi. Abdunnasır da onları Suriye'de yakalatıp Tito'ya teslim etti. Tito ertesi günü bütün bunları kurşuna dizdi ve yaptıklarını halk için yaptığını söyledi.

İNGİLİZ KANI

Yine merhum Abdullah Azzam diyor ki; "Lawrence I. Dünya Savaşı'nda resmen "taç giymeyen Arap kralı" kabul edilmiştir. Lawrence, Türklere karşı Arapların ayaklanmalarını sağlamıştır. Bu kişi, bölgede İngiliz İstihbaratının en meşhur adamlarından biridir.
Lawrence "Hikmetin Yedi Direği" isimli eserinde şunları söylüyor: "Ben giriştiğim otuz savaşta da şereflilerin kanının akmadığından dolayı iftihar ediyorum. Evet, bu savaşlarda hiçbir İngiliz kanı akmamıştır. Çünkü benim için bir İngiliz askerinin kanı idare ettiğimiz bütün halkların kanından daha üstündür. Bana göre bir İngiliz askeri bütün halklardan daha üstündür. Bu nedenle ben katıldığım otuz savaşta herhangi bir şerefli İngiliz kanının akmamasından dolayı cidden gururluyum."

İngiliz subayları Hindistan'da atlarına binecekleri zaman atın üzengisine basmaz bunun yerine bir Hintli gelir rükûa kapanırcasına durur ve İngiliz subayı onun sırtına basarak atına binerdi.

Almanya, Malta adasından mayın döşeyerek geri çekilmişti. İngilizler Almanya'nın çekilmesinden sonra Malta'yı işgal etmeye çalıştılar. Ordular normalinde geri çekildikleri bölgelere mayın döşerler. İlerleyen ordularda bu mayınları patlatmak için normalinde eşek veya koyun yahut köpek sürüsünü mayınlı alanın üzerine sürerler, mayınlar patlar ve bölgeyi temizlemiş olurlar. Fakat İngilizler için İngiliz olmayanlar bu hayvanlardan daha adi ve daha ucuzdur. Bu nedenle Almanların çekilmesinden sonra İngilizler eşekleri satın alıp mayınları patlatma yerine kendilerinin müstemlekesi olan Hindistan'ın bir taburunu önlerine kattılar. Şerefli İngiliz kanını (!) korudular. Ertesi gün İngiltere'de bütün gazeteler "Malta'ya hiçbir zayiat vermeden girdik" diye yazdılar. Hâlbuki İngilizlerin önünde bir Hind taburu tamamen imha olmuştu. Bu Avrupalılardan beklenilen bir tavırdı. Çünkü onlar şehvet, cebir ve işkencelerden zevk alma esasları üzerine kurulan Roma medeniyetinin mirasçılarıdırlar. Bunları onlardan miras almışlardır."

O DEVRİN ÖĞRETMENLERİ

"Demek ki: Atmalıyız ilme doğru ilk adımı.

Mahalle mektebidir işte en birinci adım;

Fakat bu hatveyi ilkin tasarlamak lâzım.

Muallim ordusu derken, çekirge orduları

Çıkarsa ortaya, artık hesâb edin zararı!

"Muallimim " diyen olmak gerektir îmanlı;

Edebli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı." Mehmed Akif

Bediüzzaman hazretleri bir yerde 20. Asır için; "Kur'an itibariyle bu asır dehşetlidir" der. Eski asırlarda olmayan birçok maddi hastalık bu karanlık asırda birbiri peşi sıra ortaya çıktığı gibi, onlardan daha dehşetli türlü türlü manevi hastalıklar ile sistemli olarak insanın yaratanıyla bağlantısı koparılmaya çalışılmış, imanlar kundaklanmış, "alevleri göklere yükselen" manevi yangınlar çıkartılmıştır.

Ülkemiz de bu umumi gidişattan hissesini bolca almış, "Allah'tan ve ahlaktan bahsetmenin yasak olduğu" bu karanlık devirde "Sabîlerin yüreğinden imanı koparma" vazifesini eğitim-öğretim kadroları yüklenmişti.

 Bunu ifade sadedinde Bediüzzaman hazretleri der ki; "Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar" dediler. Ben dedim: "Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz."

 1949 senesinde İman ve Kur'an hizmetinde bulunmak suçuyla Afyon hapsine giren merhum Selahaddin Çelebi Bey, memleketinde vukuu bulan bir hadiseyi mahkemede şöyle anlatmıştır; "İnebolu Ceza Mahkemesinde 1948 yılı Mayıs'ında bir dinsizlik davası maalesef beraatla neticelenmiştir. İnebolu Tığlılar Okulu Dördüncü Sınıf Öğretmeni Kemal Okçu, talebelerini kıra götürmüş. "Allah var mı, yok mu" mevzuu üzerine canlı bir tablo göstermek istemiş. "Allah'a inananlar ve inanmayanlar birer tarafa ayrılsın" demiş. Öğretmen kızı ile ve bir-iki kişi daha inanmayanlar tarafına, ekseriyet inananlar tarafına ayrılmış.

Ve öğretmen demiş ki inanan çocuklara: "Ben şimdi yok olacağım, siz Allah Allah bağırınız. Bakalım gelecek mi? Şayet gelmezse, inanmayanlara hitaben: Kemal Okçu deyiniz" diyor. Öğretmen civarında bir ağacın arkasına saklanıyor. İnananlar "Allah Allah" diye bağırıyorlar. Gelen yok. İnanmayanlar, "Kemal Okçu" diye bağırıyorlar. Öğretmen meydana çıkıyor. İşte çocuklar (hâşâ ve kellâ, yüz binler hâşâ) Allah yoktur. Olsa idi gelirdi. Ben var olduğumdan geldim."

 İnananlar kısmında Erkut ismindeki talebe "Anne! Anne!" feryadını basıyor. Öğretmen "Ne bağırıyorsun?" diyor. "Annemi çağırıyorum. Annem evde olduğundan gelmedi, diyerek öğretmenin çok sakat fikrini bir çocuk cerh ve terzil ediyor.

 Bu dava safhası İnebolu'da pazar yerinde Boyacı Aziz namında bir esnafın vesilesiyle mahkemeye aksetmiş ve dava cezasız neticelendiğini işittik."

Kaynak

1-Dr. Abdullah Azzam, Cihad Dersleri Cilt: 1, Buruc Yayınları

2- Said Nursi, Asa-yı Musa, Sözler Neşriyat, İst. 1991

3- Mehmed Akif, Safahat

4-Selahaddin Çelebi, Afyon mahkemesi müdafaası(gayr-i münteşir)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.

Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI