Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-7.Bölüm

Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar “Filistin’de İsyan” kitabının yazarı John Marlowe’un “Ortadoğu’nun en becerikli politikacılarından biri” diye tavsif ettiği Hüseyni, 1940’ların sonu itibarıyla, Filistin meselesinde devreden çıkarılmaya çalışılıyordu. Philip Mattar, merhumla alakalı biyografisinde buna şöyle değinir; “İngilizler, Müftü’nün bölgenin denetimini ele geçirmemesine ve bir Filistin devleti kurmamasına can atıyorlardı. Kuracağı devletin bir İsrail darbesini davet edecek karışıklıklara sebep olacak bir aşırılık olarak değerlendiriyorlardı onu. Bunun için Amman’daki İngiliz büyükelçisi, (Ürdün kralı) Abdullah’ı Batı Şeria’yı ilhak etmeye ve onun üzerinde İsrail ve Filistin denetimini reddetmeye teşvik etti.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-08-26 12:31:12

Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar

"Filistin'de İsyan" kitabının yazarı John Marlowe'un "Ortadoğu'nun en becerikli politikacılarından biri" diye tavsif ettiği Hüseyni, 1940'ların sonu itibarıyla, Filistin meselesinde devreden çıkarılmaya çalışılıyordu. Philip Mattar, merhumla alakalı biyografisinde buna şöyle değinir; "İngilizler, Müftü'nün bölgenin denetimini ele geçirmemesine ve bir Filistin devleti kurmamasına can atıyorlardı. Kuracağı devletin bir İsrail darbesini davet edecek karışıklıklara sebep olacak bir aşırılık olarak değerlendiriyorlardı onu. Bunun için Amman'daki İngiliz büyükelçisi, (Ürdün kralı) Abdullah'ı Batı Şeria'yı ilhak etmeye ve onun üzerinde İsrail ve Filistin denetimini reddetmeye teşvik etti.

İngilizler, aynı zamanda, üzerinde varlıklarını sürdürebilecekleri ve daha uzun yaşayabilecek bir Ürdün tasavvur ediyorlardı."

Müftü Efendi hakkında çok yanlı bir çalışma kaleme almış olan, İsrail'in eski Türkiye büyükelçisi, Siyonist yazar ve asker Zvi Elpeleg de bu konuda şunları yazıyor; "İngilizler Arap devletlerinden Hacı Emin'in yeniden siyasal önderliğe geçmesinin önlenmesini istediler, fakat onun halkın gözünde kazandığı saygınlık bu isteğin yerine getirilmesini engelledi."

Uzun zamandır "Avrupa'nın kâfir zalimleri veya Asya münafıkları" İslam topraklarındaki bir uyanışın, bir hareketin veya samimi bir liderin karşısına beyin tuğlaları kendilerinden olan insanlar çıkarırlar. Onları her türlü şekilde desteklerler. Bu kişilerin adları Ali, Velidir ama zihinleri batılıdır. Merhum Esad Coşan Hocaefendi bu hususa bir vesileyle değinirken der ki; "Emperyalizm, tek hedef haline gelmiş olan insanı yok eder. Öldürürler!.. Seyyid Kutub gibi, falanca gibi, filânca gibi... Hani, İsrail gitti, Tunus'ta Ebû Cihad'ı öldürdü... Yaser Arafat'ı öldürmedi de, ötekisini öldürdü. Çünkü berikisi ajan, kukla.."   

Emperyalistlerin Emin el Hüseyni'nin izlerini silmek ve onu sıradanlaştırmak için o zamanki kullandıkları kuklaları, başta Ürdün kralı olarak, Arap ülkelerinin silik idarecileriydi. Öyle ki, Filistin'e dönmesi Mısır ve Ürdün tarafından engelleniyor, "en büyük dileğim candan bağlı olduğum sevgili yurduma dönmektir" diyen bu aziz insan, ülkesine giremiyordu. Eylül 1948'te bunu denemiş, gizlice Gazze'ye kadar gelmişti. Ama Mısır güçleri durumdan haberdar olunca, onu zorla Kahire'ye götürmüşlerdi. Böylece Filistinli Araplar hem vatansız hem de lidersiz kalmış ve çobansız sürü durumuna düşmüşlerdi.

Hacı Emin'in Filistin'e dönüşünün ülke üzerinde denetim kurmasını engelleyeceğini düşünen kral Abdullah da bu durumdan memnundu. İşgal ettiği Batı Şeria'yı 1950 yılında Ürdün'e ilhak eden kral, bu topraklarda "Filistin" kelimesinin kullanımını yasakladı. Babası devlet-i âliyeye ihanet etmişti, kendisi de Filistin davasına ihanet eden bir yüzkarası olarak tarihe geçti.

Ama kısa bir süre sonra, işlediklerinin cezasını hayatıyla ödedi. 20 Temmuz 1951'de Kudüs'te, El Aksa camiinde vurularak öldürüldü. Suikastı yapan, Mustafa Aşu adlı 23 yaşında bir Filistinliydi.

Selçuk Kuleli'nin "Kartal Yuvası" adlı romanında hoşuma giden bir ifadesi vardır; "Hazindir ki bu sondan ders alamayan günümüzün bazı liderleri aynı hataları işlemekte, belki pirinç tarlasında değil, ama siyaset bostanında siyasi hayatlarının noktasını vurmaktadırlar. Bundan zarar gören ise kitleler olmaktadır. Tarihin tekerrürüne hazin bir şahittir bu.."

Müftü Efendi'nin Faaliyetleri

Müftü Efendi Arap ülke başkanlarının Filistin meselesine pragmatik, ikircil ve sadece kamuoyları nezdinde kendilerini cilalama vesilesi olacak bir değer olarak bakmaları üzerine, meseleyi daha geniş perspektifte duyurmak için Dünya İslam Kongrelerine teveccüh etti.

10 Şubat 1951'de kırk beş İslâm ülkesinin katılmasıyla Pakistan'ın başkenti Karaçi'de topla­nan Dünya İslâm Kongresine(Mu'tamar el-Âlem el- İslâmi) başkan se­çildi. Kongrenin açılış konferansında Müslüman ülkelerin içtimai vahdeti üzerinde durdu. Sözü Filistin davasına getirerek şöyle dedi; "Bütün Müslüman dünyası Filistin'i kurtarmakla yükümlüdür. Eğer İslâm dininin düşmanları Filistin'e egemen olmayı sürdürürlerse, diğer Müslüman ülkelerini ele geçirmeye çalışacakları gün de gelecektir."

1951 Mayıs'ında Arap Birliği Siyasal Komitesinin Şam'daki toplantısına Filistin Hükümeti adına katıldı ve "eli silah tutabilen her Filistin'in kurtuluş savaşı için askere alınmasını" istedi. Ardından Beyrut'ta yapılan "Filistinli Mülteciler Konferansında" yaptığı konuşmada, her bir Arap ordusu içinde bir "Filistin Tugayı" kurulmasını talep etti.

1952'nin Şubat ve Mayıs aylarında Karaçi'de düzenlenen iki İslam kongresine de katılan Müftü Efendi'nin Pakistan'daki ünü iyice arttı. Pakistan Ulema Cemiyeti kendisine Pakistan'a Şeyhülislâm olmasını teklif ettilerse de, nazik bir şekilde bu teklifi geri çevirdi.

1955 yılında Endonezya'da toplanan Bandung Konferansı'na, Filistin adına başkanlık etti­ği bir heyetle katıldı. 18-24 Nisan 1955 tarihlerinde Bandung'da toplanan Asya-Afrika Ülkeleri Konferansı, buraya nispetle Bandung Konferansı adıyla bilinir. II. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda bağımsızlığına kavuşan irili ufaklı bir­çok Asya ve Afrika ülkesi bağımsızlık­larını korumak, Batı'nın sömürgeci ve emperyalist politikaları karşısında mü­cadele etmek için çeşitli konularda iş birliği yapma lüzumunu görmüşler ve bu amaçla ilki, Endonezya Başbakanı Dr. Ali Sastroamidijojo'nun teşebbüsüyle Ma­yıs 1954'te Birmanya, Seylan, Hindistan, Pakistan ve Endonezya'nın iştirakiyle Sey­lan'ın başşehri Colombo'da, ikincisi de Aralık 1954'te Endonezya'nın Bogor şeh­rinde iki ayrı toplantı yapmışlardı. İkinci toplantıda 1955 yılında Bandung'da As­ya ve Afrika ülkelerinin katılacakları bir konferansın yapılması için karar alındı.

Yirmi dokuz ülkenin katılımlıyla gerçekleşen bu konferans'ta Filistin sorunu büyük ilgi gördü ve altı günlük görüşmelerin üç günü bu konuya ayrıldı.

Bir Serap; Cemal Abdünnâsır

Abdullah'ın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte bu sefer Mısır'dan Milliyetçi bir ses yükseldi. Bu ses, kısa zamanda başta Filistinliler olmak üzere bütün Arap âleminde bir umut oldu. 1952'de askeri bir darbeyle Mısır'da iktidarı ele geçiren Cemal Abdünnâsır, Filistin'e kurtuluş sözü veriyordu. Pan Arabizm'in bu genç lideri yeni şeyler söylüyor, el Nakba felaketini yaşamış Arap toplumlarına zafer vaad ediyordu. Kısa zamanda onun milliyetçi sloganları her köşe başında çınlar oldu. Böylece, bir daha vatanlarına dönmekten ümitleri tükenmeye başlayan Filistinli mültecilerin bağlılıkları Müftü ve Arap yüksek komitesinden Nasır'a doğru kaymaya başladı.

Aslında görülen sadece bir seraptı. Bu konuda merhum Esad Coşan Hocaefendi'nin bir sohbetine kulak verelim; "Bana Hicaz'da Mısırlı bir münevver söylemişti: "Cemâl Abdünnâsır, daha bir yıldızlı teğmen iken, Nil'in kenarındaki Amerikan sefaretindeki baloların, en gözde müdâvimlerinden idi." demişti.

Cemâl Abdünnâsır, daha teğmen iken, daha henüz rütbe bakımından kifayetli bir seviyede değilken, Amerika'nın malı!.. Amerika'nın hayranı!.. Amerikan sefaretinin beslemesi!.. Şimdi, bu adamdan ne hayır gelir?.. Gelmedi. İsrail karşısında yenilince ağlamış televizyonda. Belki ağlamıştır ama, ben ağlamasının bile samimiyetine inanmıyorum. Çünkü "İnsanın nifakı tamam olunca, gözüne sahib olur; istediği zaman ağlar!" diyor Peygamber Efendimiz... Münafıklığı tamam oldu mu, gözünün muslukları elindedir; istediği zaman açar, hüngür hüngür ağlar... İstediği zaman kapar, durur. Biraz sonra güler. Münafık, meslekten pişkin insan... O bakımdan, ağlamasına bile güvenilmez; çünkü, çekirdekten yetişme.."

Zamanla Abdünnâsır yönetimi gerçek yüzünü gösterdi. Necip Fazıl'ın deyimiyle bu "yakışıklı orangutan maymunu", Kral Faruk rejimini devirmesinde ilişkiye girdiği Müslüman Kardeşler'in boğazını sıkmaya ve onları zindanlara doldurmaya başlamıştı. Hacı Emin Efendi, Filistin davasına en fazla destek veren bu mazlum Müslümanlara hep destek oldu, Mısırlı darbecileri kızdırma pahasına hep lehlerinde bulundu. Her mahfilde onların 1948 savaşındaki fedakârlık ve kahramanlıklarını dile getirdi. Bu da onun ile dikta rejiminin arasının açılmasında mühim bir etken oldu.

Nasır'ın 1956'da Süveyş kanalını millileştirmesi İngiliz, Fransız, İsrail güçlerinin Mısır'a saldırmasını netice verdi. Bu üçlü ittifak karşısında zor durumda kalan Mısır'ın imdadına Sovyetler Birliği yetişti. Sovyetlerin gerekirse nükleer bir savaşın başlayabileceği uyarısı ABD'yi rahatsız etti. Üçüncü dünya savaşı kapıda görülüyordu.

A.B.D'nin isteme istemeye yaptığı uyarı üzerine, saldırgan güçler işgal ettikleri yerlerden çekildiler. Bu savaş sonrası SSCB'nin Ortadoğu'da ağırlığı arttı.

Beyrut'a Yerleşmesi

Emin el Hüseyni, Mısır'daki subaylar yönetimiyle arasında gerilimin gittikçe artması üzerine, 1959'da Beyrut'a taşınmak zorunda kaldı. Burada da kendisine yapılan engellemeler ve suikast teşebbüslerinden yılmadan faaliyetini sürdürdü.

1961'de Brunei Sultanının daveti üzerine Savrod'da hizmete giren İslam Üniversitesinin açılış törenine iştirak etti. Yine aynı sen Fas kralının daveti üzerine Filistin Heyeti Reisi sıfatıyla bu ülkeyi ziyaret etti. Buradaki temaslarının ardından Tunus ve Libya'ya geçti. 

1962'nin baharında Arap ülkelerine "Filistin halkının yurduna dönme hakkını sonuna dek savunacağını ve Filistinlilerin Filistin dışındaki Arap ülkelerine yerleştirilmesini kabul etmeyeceğini" belirten bir yazı gönderdi.

Zwi Elpeleg onun Arap halkının kalbine hitap etmesi hususuna şöyle parmak basar; "Bölgedeki Arap kitlelerine, yöneticileri aracılığıyla değil, doğrudan seslenerek, hükümetlerin göz ardı edemeyeceği bir kamuoyu yaratmakta başarılı oldu."

Yine ay­nı yıl Mekke'de kurulan Râbıtatü'l-âlem'il-İslâmî teşkilâtına kurucu üye ola­rak katıldı. 1962 yılı Mayısında otuz yedi İslâm ülkesinin iş­tirakiyle Bağdat'ta toplanan Dünya İs­lâm Kongresi'ne başkanlık etti. Yaptığı açılış konuşmasında; "Nil'den Fırat'a uzanan bir anayurt kurmayı amaçlayan Siyonizm'e karşı" birlikte ortak bir tavır sergilenmesi üzerinde durdu.

Ardından Cezayir hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye giderek Filistin için temaslarda bulundu. 

Zvi Elpeleg, Hacı Emin Efendi'nin başarısını şöyle itiraf eder; "Tüm bu güçlüklere karşı Hacı Emin, Filistinlilerin çoğunluğunu milliyetçi hedefler çerçevesinde toplamayı ve milyonlarca Arap ve Müslüman'ın ilgisini Filistin davasına çekmeyi başardı. Kuşkusuz bu başarılar onun karizmatik önderliğinin, örgütleme ve belagat yeteneğinin ürünleriydi."

Kudüs'ü Ziyaret

1967 senesinde, Ürdün kralı Şerif Hüseyin, Müftü Efendi'nin kısa bir süreliğine Kudüs'ün Arap denetimi altındaki kesimini ziyaretine izin verdi. 1 Mart 1967 günü gerçekleşen bu ziyaret yaşlı arslanı çok heyecanlandırmıştı. Otuz sene süren bir ayrılıktan sonra ilk defa memleketine ayak basacaktı. Duyduğu heyecanı şöyle anlatır; "Uçak Kudüs havaalanının çevresinde uçarken Harem-i Şerif'in bana gülümsediğini gördüm. Ben bu kentin her bir köşesinde, her bir tepesinde bir parçamı bırakmışım."

Kudüs'te gerek halk gerek devlet erkânı tarafından büyük bir coşku ve hürmetle karşılan el Hüseyni, 15 günlük bu ziyaretin ardından Hac için kutsal topraklara havalandı.

Üçüncü Arap İsrail Savaşı

1950'lerin sonunda Yaser Arafat ve arkadaşların kurduğu el- Fetih örgütü ile Filistin meselesi yeni bir noktaya gelmişti.

Her geçen gün kuvvetlenen el-Fetih, 1965 yılı başlarından itibaren İsrail'e karşı silâhlı mücadeleye girişti. İsrail hem el-Fetih gerillalarının hareketlerine son vermek, hem de arz-ı mev'ûdu ele geçirmek için 5 Haziran 1967'de Araplar'a karşı yeniden hücuma geçti ve altı gün süren savaş içinde Mısır'a ait Gazze Cebini, Sînâ yarımadasını ve buradaki stratejik Şarm el Şeyh'i, Suriye'ye ait Golan tepelerini, Ürdün'ün yönetimindeki Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü işgal etti. Dört Arap ülkesinin hava kuvvetleri tamamıyla bertaraf edildi.

Sonuç tam bir felaketti. Bir uzmanın deyimiyle "bu savaş Arap ordularının yenilgisinden ziyade, bütün Arap yöneticilerinin ihanetinin belgelendiği bir savaş olmuştur."

Mısırlı ünlü gazeteci Hasaneyn Heykel yaşanan yıkımı şöyle anlatıyor; "Yenilgi herkes için büyük bir sürpriz olmuştu. Mısır halkı belki zafer beklemiyordu ama hiç kimse de bu boyutlarda bir yenilgiye hazırlıklı değildi. Ruslar dâhil herkes şaşkın, İsrailliler sevinçli, Arap dünyası ise tam bir kargaşa içindeydi."

Bu savaş aynı zamanda Arap dünyasını etkisine alan Nasırcılık hareketinin de sonunu getirdi. BM'in ilan ettiği ateşkese rağmen saldırılarını sürdüren İsrail karşısında Nasır'ın düştüğü acziyeti Hasaneyn Heykel şöyle anlatır; "İsraillilerin savaşı yeniden başlatmalarına fırsat vermemek için, Kanal'ın Mısır yakasından ateş etmek yasaklanmıştı. İsrail uçakları sivil ve askeri hedefleri sürekli bombaladıkları için, bu emre uymak bir hayli güç oluyordu. Bir süre sonra İsrail bombardımanları o kadar amansız bir hal aldı ki, 1967 Ekiminde Nasır, üç kanal şehrini; Port Sait, İsmailiyye ve Süveyş'i boşaltmak kararı aldı."

Son Yılları Ve Vefatı

1970'lere gelindiğinde artık Müftü Efendi yaşlanmıştı ve yorgundu. Yeni kuşaklar ise, bir umut olarak El Fetih örgütünü ve onun genç lideri Yaser Arafat'ı görüyorlardı. Hacı Emin naçar, bu duruma boyun eğdi.

Son yıllarını, Beyrut'taki ofisinde dünyanın her tarafından gelen ziyaretçileri ile ilgilenmek, Arap edebiyatı, özelikle şiirle ilgilenmek, dünya gündemini takip etmek ama her fırsatta Filistin davasına faydalı olmak için geçirdi.

Nihayet uzun, acılı, heyecanlı, aksiyon dolu bir hayatın ardından "Filistin'in oğlu" 4 Temmuz 1974'de dünyaya gözlerini yumdu.

Son arzusu, Kudüs'te, Harem-i Şerif'e tepeden bakan bir Müslüman mezarlığında gömülmekti. Ama İsrail yetkilileri buna izin vermeyecekleri açıkladılar. Dirisinden korktukları gibi ölüsünden de korkuyorlardı.

Bunun üzerine, 7 Temmuz günü ikindi namazının ardından, görkemli bir kalabalığın katılımıyla Lübnan müftüsü Şeyh Hasan Halit'in kıldırdığı cenaze namazı akabinde Beyrut'ta, Filistin şehitleri kabristanında toprağa verildi.

Tarihler 2012'yi gösterirken gazeteler, işgalci İsrail yönetiminin "Doğu Kudüs'te Mescid-i Aksa'nın da yakınında bulunan, Filistin direnişin "efsanevi lideri" Muhammed Emin El-Hüseyni'nin evinin yıkılıp, yerine Yahudi yerleşimcilere lüks konut yapımı için izin verdiğini" yazıyorlardı. 

Muhtelif Hatıralar

Âlem-i İslam'ın Hazin Hali

Ali Ulvi Kurucu Bey anlatıyor; 

"Medine'ye Filistin Müftüsü Emin El-Hüseyni gelmiş idi. Son asır İslam liderlerinin en temizlerinden, en samimilerinden, en fedakârlarından ve İslam düşmanlarının oyunlarını bilen basiretli bir zat idi. Ömrü cihadla geçti.

Otel'de ziyaretine gittim. Ziyaretine Medine'de bulunan Filistinliler de geldiler. Ben de dinliyorum tabii. Vatanlarından olmuşlar, sürülmüşler. Kolay değil. Hazrete soruyorlar, cevap veriyor. Gayet halim, selim, ölçülü, ağzından çıkanı kulağı duyar bir şekilde cevap veriyor. Filistinliler, İslam âlemindeki bilhassa Arap dünyasındaki liderlere hain, falan demeye başladılar. Müftü Efendi dedi ki: "Hain demek kolay değil, düşman kuvvetli evladım. İngiltere de, Amerika da, Rusya da onunla. Bugün harb etmek için bu üçünden alacaksınız silahı. Üçü de onun dostu. Allah'tan başkasına dost olmayın. Ama Allah'a dost olacak yüzümüz de kalmadı. Allah dosttur. Fakat kimin dostu? İman edenlerin dostu. Sahtekârların dostu olur mu?" dedi. Hayran oldum insafına."

Türkiye Hakkında Düşünceleri

Ali Ulvi Kurucu Bey anlatıyor; 

"Müftü Efendi daima Türkiye için dua ederdi. Bize: " Türkiye'yi ben de sizin gibi takip ediyorum. Türkiye dua almış bir beldedir" derdi. Bir defaki konuşmasında şöyle demişti: "Said Bey, bu sözüme dikkat edin! Ben söylemiyorum, Allah söyletiyor: Türkiye, bozulma konusunda Müslüman dünyasına örnek oldu; düzelmekte de örnek olacak İnşâallah!"

Türkiye'nin Başına Gelenler

Ali Ulvi Kurucu Bey anlatıyor; 

Müftü Efendi, Yahudilerin, Müslümanların aleyhine kurdukları planlardan, çevirdikleri dolaplardan bahsetti. Sonra sıra Türkiye'ye geldi.

"Türkiye'yi bütün Müslüman dünyası dikkatle takip ediyor. Türkiye'nin başına gelenler, hiçbir milletin başına gelmedi. Olanlarda, bir kasd-ı mahsus vardır. Türkiye'nin Müslümanlardan kopmasıyla İslâm âlemi çok şeyler kaybetti. Hâlâ da kaybediyor." 

Abdülhamid Han'ın Feraseti

Müftü Efendi diyor ki: "Hayret ederim: Sultan Abdülhamid, yalnız başına, Yahudi denen bu güçlerle nasıl savaşmış; otuz üç sene nasıl dayanmış; Ne kuvvetli imanı varmış!

"Herzl, hatıratında: "Dokuz sene Sultan'ın peşinde koştum etrafında dolaştım, ancak beş kere görüşebildim... Saray erkânı­nı elde ettim, hepsiyle ahbap oldum. Buna rağmen bir şey elde edemedim. Bu adam beni dertli etti, diyor.

 "Sultan'ın, çok cazip teklifleri reddederek vermediği Filis­tin'i, bizler maalesef Yahudi'ye verdik..."

Osmanlı mı Sömürgeci?

Ali Ulvi Kurucu Bey anlatıyor; 

Filistin Müftüsü Emin el-Hüseynî, bir seferinde, bu bahiste uzunca bir sohbette bulunmuş, başından geçen bir hadiseyi biz­lere şöyle anlatmıştı:

"Osmanlı Devleti, âdil, insaflı ve kanatları altında barınan milletlere karşı çok cömert ve hürriyet verici bir devletti. Fakat onu yıkmak, böylece İslâm diyarlarını işgal edip sömürmek iste­yen İngiliz, Fransız, Rus ve diğer düşmanlar, kendi kültürlerinin tesiri altında kalan Müslüman aydınlara bunun zıddını telkin edi­yorlardı.

Bir keresinde, devletlerarası kongrelerden birinde idik. Bir Cezayirli ile bir Tunuslu'yu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle lâtife ettim:

"Yahu ben yanınızda Filistin Müftüsüyüm; sizler iki Arapsınız; toplantımız, Arap devletlerinin meselelerini görüşme top­lantısı; ama sizler Fransızca konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?"

"Hocam, mazur görün, dediler. Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzu­ları ifadeye Arapçamız kâfi gelmiyor. Fransızca konuşmaya mec­bur oluyoruz. Böyle yetişmişiz..."

"Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?"

"Yüz sene kadar..."

"Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?.."

"Dört yüz seneden fazla..."

"Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi Türkçe bilirler miydi?"

"Hayır..."

Onlar böyle cevap verince, ben de artık fırsatı kaçırmadım; "Yahu adamlar 100 senede size anadilinizi unutturmuş. Kendi lisanıyla konuşmaya mecbur hale getirmiş de, Osmanlı 400 senede sana kendi dilini konuşmaya mecbur etmemiş. Üstelik kendi gençlerine Arapça öğretip sizin beldelerinize vali, kaymakam, kadı diye göndermiş. Bu devlet mi istilacı?"

Barbarossa Lakabı

Bilindiği gibi Avrupalılar havuç rengine çalan kırmızı sakalından dolayı 16. Yüzyılın ünlü denizcileri Hayreddin Paşa(asıl ismi Hızır reistir)'nın ağabeyi Oruç'a verdikleri "Barbarossa" adını, daha sonra Hızır için de kul­landıklarından, Hızır Reis "Barbaros" diye tanınmış, Yavuz Sultan Selim han da kendisine Hayreddin adını vermişti.

Aynen öyle de, yüzyıllar sonra Batılılar kızıl sakalından dolayı Emin Efendiye Barbarossa diye lakap takmışlardı. Gerçekten de Müftü Efendi kızıl saçlı ve mavi gözlü idi.

-devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.

Al-i İmran, 115

GÜNÜN HADİSİ

Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.

Müslim, 2318

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI