Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-6.Bölüm

Gizli Anlaşma Müftü Efendi, Hitler ile görüşmesinde, Almanya’nın Arap dünyasındaki emperyalist çıkarları kabul etmediğini, Arap halklarının hususen Filistin’in bağımsızlığını desteklendiğini belirten bir açıklama yapması gerektiğini dile getirdi. Bu açıklama, Ortadoğu’da İngiliz yönetimine karşı topyekûn bir isyan fitilinin ateşlenmesi için önemli bir işlev görecekti.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-07-31 09:58:51

Gizli AnlaÅŸma

Müftü Efendi, Hitler ile görüşmesinde, Almanya'nın Arap dünyasındaki emperyalist çıkarları kabul etmediğini, Arap halklarının hususen Filistin'in bağımsızlığını desteklendiğini belirten bir açıklama yapması gerektiğini dile getirdi. Bu açıklama, Ortadoğu'da İngiliz yönetimine karşı topyekûn bir isyan fitilinin ateşlenmesi için önemli bir işlev görecekti.

Alman Şansölyesi ise böyle bir açıklama için erken olacağını belirtti. Zira Suriye, Lübnan ve Afrika'daki Fransız sömürgelerinde erken bir çözüm beklentisi, Fransız kamuoyunda Özgür Fransa ordusu lideri De Gaulle taraftarlarını artırabilir ve bu da Alman ordusuna yeni bir yük getirebilirdi.

Bunun üzerine Filistin lideri, aynı doğrultuda gizli bir anlaşma imzalanmasını önerdi, Hitler bunu kabul etti. 1942 senesinin baharında İtalyan ve Alman yetkililerin altına imza koyduğu böyle bir anlaşma imzalandı.

Nazilere Bakışı

Filistin Müftüsü'nün düşmanlarının ağızlarında en çok sakız olarak çiğnedikleri mesele, Nazi yönetimi ile ilişkilerdir. 

Daha önceki bölümde bu konuya değindiğimiz için burada sadece bir paragrafla meseleye değineceğiz;

Müftü Efendi, Almanya'ya gidişi hakkında, anılarında şunları yazmıştır; "Ben Almanya'nın savaşı kazanmasının ülkemizi emperyalizm ve Siyonizm'den tümüyle kurtaracağına inanmıştım. Ne Almanya uğruna, ne de Nazizm'e inandığım için Almanya ile işbirliği yaptım. Nazizm ilkelerini benimsemem, bunu bir kez bile aklımdan geçirmedim. Ancak, eğer Almanya ve Mihver devletleri kazanırsa, Filistin'de ya da Arap devletlerinde Siyonizm'in kökünün kazanacağına inanmıştım ve bu inancımı hâlâ koruyorum."

Faaliyetleri

Emin el Hüseyni'nin Berlin'deki faaliyetlerini birkaç madde halinde sıralayabiliriz;

1-Berlin yakınlarındaki Oybin'e yerleştikten sonra, Berlin'den, Güneydoğu İtalya'daki Bari Radyosu kanalıyla, kendi sesinden Arap dünyasına seslendi. Bu duyuruda şöyle diyordu; "Ey Araplar! Şehitlerden faydalanın ve öçlerini alın. Onurunuz için öç alın. Bağımsızlığınız için savaşın. Ben, Filistin Müftüsü, bu savaşı, İngilizlerin adaletsiz boyunduruğuna, hayâsızlık ve zulmüne karşı cihad olarak ilan ediyorum. Ölümden korkumuz yok, eğer ölümde hayat ve özgürlük varsa!"

 Arap toplumlarını etkilemek ve İngiliz sömürge yönetimini sarsmak için ilerleyen günlerde yine radyo kanalıyla birçok fetva ve duyuru yapıldı ama istenen yankıyı vermedi.

Bunun önemli bir sebebi, Mihver devletlerinden İtalya'nın Libya'da yaptığı kıyım ve katliamın belleklerde sıcaklığını hâlâ muhafaza etmekte oluşuydu..

2-Müftü Efendi'nin üzerinde çalıştığı bir başka plan, Kuzey Afrika ile ilgiliydi. Buna göre Müftü Efendi, Kuzey Afrika'da bir propaganda ve istihbarat merkezi kurmak için bölgeye gidecek ve bölgede oluşturulacak gönüllü Arap birliklerinin kumandasını yürütecekti. Bu plan Alman ve İtalya askeri istihbaratları tarafından onandı.

Ancak kısa bir süre sonra Amerikan ve İngiliz birliklerinin Cezayir'e çıkartma yapması, Mihver devletlerinin bu coğrafyadaki yazgısını tersine çevirdi ve plan rafa kaldırıldı.

3-Yugoslavya ve Arnavutluk'ta Tito'nun komünist partizanlarına ve Draza Mihailovic'in Sırp çetelerine karşı çarpışmaları için gönüllüler toplamak. Müftü Efendi Balkan Müslümanları arasındaki popülaritesini kullanarak bu birliklerin oluşmasında hatırı sayılır katkıda bulundu. Müslüman Boşnak ve Hırvat askerlerinden 13. SS Waffen Dağ Tümeni "Handschar" (Hançer)adlı bir tümen oluşturuldu.

4-Mihver devletlerinin yanında savaşmak için bir Arap Tugayı oluşturmak. 1941'de Yunanistan'da kurulan Deustch-Arabische Lehrabteilung(Alman-Arap Eğitim Birliği) daha sonra Rusya cephesine gönderildi ve orada eridi..

5-Arap ülkelerine sabotaj ekipleri göndermek. Özellikle 1944'den itibaren başlayan bu faaliyet de diğerleri gibi başarılı olamadı. Bu ekipler ya yakalandı ya da öldürüldüler.

Bundan başka, Avrupa Yahudilerinin Filistin'e göç ettirilmemesi konusundaki çabaları da Müftü Efendi'nin Almanya'daki yıllarında önemli bir yer tutar.

Savaş Sırasında Filistin

Büyük Harp yılları Filistinli Müslümanlar için felaket yılları oldu. Liderlerinin yokluğunun getirdiği boşluk ve kopukluk, harp senelerinin getirdiği açlık ve sefaletle inzimam etmişti. Ayrıca, memleketin kaderine hükmetmek isteyen çeşitli fraksiyon ve grupların gizli açık mücadeleleri de halkı bezdirmişti.

Öte yandan Siyonist teşkilâtı Mayıs 1942'de Amerika Birleşik Devletleri'nde düzenlediği konferansta Filistin'de bir Yahudi yurdunun kurulması için mücadele edildiğini ilk defa resmen açıkladı. Bu sıralarda gizli Yahudi ordusu hüviyetini kazanmış bulunan Haganah, bir yandan İngiliz ordusundan silâh kaçırırken, öte yandan da, Avrupa'dan kaçan Yahudileri gizlice Filistin'e yerleştirme faaliyetlerini sürdürüyordu..

SavaÅŸ Sona Ererken

Savaşın son aylarında Berlin yoğun hava bombardımanı altındaydı. Bu hava taarruzlarından birinde Müftü Efendi'nin Berlin'de ikamet ettiği ev de isabet aldı. Alman yetkililer kendisini daha güvenli bir yere yerleştirdiler ve ilerleyen günlerde sık sık ikamet yerini değiştirdiler.

Hüseyni anılarında, harbin o son devresinin bütün güç koşullarına karşın kendisine gösterilen ilgi, yakınlık ve saygıdan hayranlıkla söz eder. Alman yetkilileri kendisini bir denizaltıyla Arap ülkelerinden birine götürmeyi önerdiler. Müftü Efendi böyle bir yolculuğun tüm tehlikelerine rağmen bu teklifi kabul etmeye hazırdı. Ama tam o sırada radyodan İsviçre hükümetinin siyasi mahkûmlara sığınma hakkı tanıdığını işitti ve bu durumu değerlendirmeye karar verdi.

7 Mayıs 1945'de bir Alman askeri uçağıyla İsviçre'ye gitti. Fakat İsviçre hükümeti Müftünün sığınma talebini geri çevirdi. Çünkü adı, ülkeye girmesi yasaklanan 32 kişinin arasındaydı. Mecburen kara yoluyla geri döndü.

Tutuklanışı Ve Fransa Günleri

Sınırdan geçtiğinde kendisini Almanya'nın Konstanz şehrinde buldu. Şehir Fransız güçlerinin denetimine geçmişti. Fransızlarca tutuklanan müftü efendi, pek çok yere götürüldükten sonra, 19 Mayıs 1945'te Paris'e getirildi. Ardından Paris'e 12 km uzaklıktaki La Varenne'e götürülüp rahat bir villada göz hapsine alındı.

Burada kaldığı süre zarfında bir konuk gibi muamele gördü. 24 saat özel olarak korunan malikânede gözaltında tutulmakla birlikte, gerek Fransa içinden gerek dışarıdan gelen konuklarını kabul edebiliyordu.

Hacı Emin'in Fransa'ya gelişi yoğun tepkilere yol açtı. Batılı devletler onun bir savaş suçlusu ve Yahudilere yönelik soykırımın sorumlusu olarak yargılanmasını ve müttefik kuvvetlere iadesini istiyorlardı. Fransa bu talep ve baskıları red etti. Hatta bizzat Fransa lideri General De Gaulle duruma müdahil olmuş ve siyasal çalışmalarını sürdürmesine imkân tanınmasını sağlamıştı.

Nünberg'de savaş suçları mahkemesinde yargılanması isteyen kesimler Siyonistler ve onların çanaklarını yalayan Batılı hempalarıydı. Müftü Efendi'yi Yahudilere karşı işlenen suçlardan sorumlu olarak göstermeye çalışanların ellerindeki deliller çok zayıftı. Hatta bir İngiliz yetkili; "Siyonistlerin, bu zayıf kanıtları, Müftü'nün ve Filistinlilerin itibarını zedelemek için propaganda amaçlı kullandıklarını" yazmıştı. Başka bir yetkili ise "bizim resmi bilgilerimize göre Yahudilere karşı girişilen vahşetten sorumlu değildir" demişti.

Gerçekten de "altı milyon Yahudi öldürüldü" yalanı gibi, Müftünün bu işlerdeki rolü de Yahudilerin propaganda malzemesi olarak günümüze kadar kullanılageldi.

Batılı güçler Emin Efendi'ye ne yapacaklarını tartışa dursun, Paris'te bulunan bir grup Siyonist ne yapılacağına karar vermişlerdi. Anarşik hadiselerle adından söz ettiren Siyonist örgüt İrgun'un bazı militanları Müftü Efendi'yi kaçırıp öldüreceklerdi.

Fransa'dan Ayrılış

Gözünü kan bürümüş militanlar görevlerini yerine getirmeye yine muvaffak olamadılar. Müftü Efendi, Philip Mattar'ın ifadesiyle " tesadüfen ya da bir hiss-i kablel vuku(önsezi) ile" 1946 Mayıs'ında, zaten gevşemiş gözetimin de yardımıyla, bir senedir ikamet ettiği villadan kaçtı. Villadan ayrılmadan önce Fransa hükümetine konukseverliğinden ötürü teşekkürlerini bildiren bir mektup bıraktı..

Yine İran'dan kaçarken yaptığı gibi sakallarını tıraş etti ve takım elbise giydi. Suriye'nin Paris büyükelçiliğinde görevli Maruf ed Devalibi'nin kimlik ve pasaportuyla, bir Amerikan uçağıyla Mısır'ın yolunu tuttu. Tarih 28 Mayıs 1946'yı gösteriyordu..

İngiliz Gölgesindeki Mısır'da

Müftü Efendi'yi taşıyan uçak, Roma ve Atina'ya da uğrayarak 29 Mayıs'ta Kahire'ye vardı.

Burada şehrin göbeğindeki Metropolitan otelinde kısa bir süre kaldı. Daha sonra Heliopolis'te eski dava arkadaşları ile buluştu. Kısa bir süreliğine İskenderiye şehrine gitti. Ardından Heliopolis'te bir apartman dairesi kiraladı.

Tabii Müftü Efendi'nin Fransa'dan kaçışı dünyayı sarstı. Fransa, Batılı devletlerin sert tepkileri karşısında Paris polis müdürünü görevden aldı. Ama bu göstermelik bir davranıştı.

Müftü'nün Mısır'a gittiğini öğrenen fanatik Yahudi hayranı Churchill, İngiliz parlamentosunda yaptığı konuşmada Hacı Emin Efendi'nin Mısır'da yakalanmasını istedi. Churcill onun için "Britanya İmparatorluğu'nun can düşmanı" nitelemesini yapmaktaydı. Başbakan Clement Atlee ise Mısır'daki İngiliz büyükelçisine yapılabilecekleri gözden geçirmesi yolunda talimat verildiğini açıkladı.

Burada şu hususu hatırlamakta yarar var; gerçi Mısır 1922'de İngiltere'den bağımsızlığını kazanmıştı ama bu sadece bir formaliteden ibaretti. Fiili olarak İngiliz denetimi sürmüştü. Mesela 4 Şubat 1942'de İngiltere büyükelçisi Lord Killearn, Kral Faruk'a ültimatom vererek, başbakanı değiştirmesini istedi. Kral ültimatomu reddetti. Bunun üzerine Lord Killearn İngiliz zırhlı araçlarına emir vererek, tankları Abidin Sarayının kapısına getirdi. Kral bu tehdit karşısında, utanç verici bir şekilde boyun eğip, İngilizlerin istediği değişiklikleri kabul etti.

Bu fiili durum karşısında Hacı Emin Efendi, hem can güvenliği hem de İngiltere ile Mısır arasında İngiliz ordusunun çekilmesi yolundaki görüşmelere bir zarar vermemek için bir müddet kamuoyunda görünmekten sakındı. Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'yi tebdil-i kıyafet olarak ziyaretindeki sözleri de buna ışık tutar; "Efendim, sizi ziyarete gelemeyişim, benim suçumdur. Fakat peşimi bırakmıyorlar. Topun ağzındayım. Size de bir zarar gelir diye korkuyorum. İngilizler, Yahudiler peşimi bırakmıyorlar. Daima takip altındayım."

"Belki de buradan çıkarken yakalanacağım. Kıyafetimi değiştirmek zorunda kalıyorum. Maşlah, agel giyiyorum. Hem de Kahire'de, İslâm diyarında, casus gibi dolaşıyorum."

Öte yandan efsanevi müftünün Fransa'dan kaçışı haberi bütün Arap ülkelerinde ama özellikle öz vatanı Filistin'de coşku ve heyecanla karşılandı. Adının geçmesi sansür kurulunca yasaklandığı için gazeteler kendisinden "önemli bir kişi" diye bahsediyorlardı. Ülkede üç gün süren kutlamalar başlatıldı, işyerleri süslendi. Tören alayları düzenlendi.

Öte yandan Mısır kralı Faruk kendisiyle görüşme talep etti ve 19 Haziran'da Abidin sarayında bu buluşma gerçekleşti. Görüşme'de Kral Faruk, müftü efendinin Mısır'a gelişinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve kendisini İnşas sarayında ağırlamak istediklerini belirtti.

Mısır yönetimi İnşas sarayında ağırladıkları konuklarının güvenliğini sağlamak için bütün tedbirleri aldılar. 19 gün sonra el-Mamura yazlık sarayına taşınan el Hüseyni'yi tekrar ziyaret eden Kral Faruk; "burada bulunduğunuz için mutluyum, deneyimlerinizden yararlanacağımızı umut ederim" diyordu.

Kral'ın gösterdiği yakınlık müftü efendiyi memnun etmekle birlikte, o sıralar Filistin meselesinin vardığı nokta kendisini yine sahaya inmeye mecbur etmekteydi. Zira o tarihlerde Filistinli Arapların ekseriyeti kendisini tartışmasız önderleri sayıyorlardı.

Onun için, kısa bir süre sonra saraydan ayrılıp İskenderiye'de mütevazı bir eve taşındı. Bu ev bir süre Filistin liderliğinin faaliyet merkezi olacaktı.

Filistin İçin Yeniden

Kurmaylarıyla toplanıp durum değerlendirmesi yapan Hüseyni, hemen faaliyetlere girişti. Bunlara kısaca değinelim;

1- 11 Haziran 1946'da Kahire'de Arap Birliği'nin kararıyla kurulan el-Hey'etü'l-Arabiyyetü'l-ulyâ li-Filistin'e başkanlık eden Emîn el-Hüseynî kısa zamanda Ku­düs, Şam, Beyrut, Bağdat ve Karaçi'de bu teşkilâta bağlı bürolar açtı. Ayrıca yi­ne aynı teşkilâta bağlı olarak Asya, Av­rupa, Afrika ve Amerika'da temsilcilik­ler kuruldu.

Diğer yandan, askeri yanı ağır basan gençlik örgütü el-Fütüvve'yi yeniden canlandırmaya başladı.

2- Arap birliği genel sekreteri Abdurrahman Azzam ile birlikte yeni bölünme önergelerinin reddedilme ve İngilizlere Filistin'e yeni Yahudi göçünü ve toprak alımlarını sınırlandıran Beyaz Raporlarını uygulamaya koyma yönünde baskının sürmesi hususunda yakın bir çalışmaya girdiler..

3-İngilizlerle Filistin sorunu üzerinde bölünmeyi önleyecek bir anlaşmaya ulaşmak amacıyla gizli temaslarda bulunulması..

Oysa dünyadaki dengeler harple birlikte değişmiş ve dünya jandarmalığı görevini İngiltere yerine A.B.D devralmıştı. Bunu iyi değerlendiren Amerika'daki Yahudi lobisinin yoğun çabaları meyvesini vermiş ve 1946 senesinde A.B.D başkanlığına seçilen Truman'ı Siyonistlere yakınlaştırmıştı. 

Çiçeği burnunda yeni başkan Filistin'de iki devletin kurulmasını desteklediğini açıkladı. Truman 14 Mayıs 1948'de İsrail'in kurulması ilan edildiğinde, birkaç saat zarfında bu devleti ilk tanıyan devlet adamı olacaktı.

Filistin Yol Ayrımında

Ardından Başkan Truman Avrupa'daki Yahudi mülteci sorununu gündeme getirdi ve müttefiki İngiltere'den Yahudi göçü konusundaki sınırlamaların kaldırılmasını istedi. O sırada Avrupa'da 250 bin Yahudi mülteci vardı. Sınırlamaların kaldırılmasıyla Filistin'e Yahudi göçü hız kazandı.

Öte yandan İngilizlerin sıkıyönetim ilanına rağmen Filistin'de hadiseler ve Yahudi terör örgütlerinin faaliyetleri hız kesmiyordu. Öyle ki, İkinci Dünya Savaşı bitmesine rağmen İngiliz askerlerinin öldüğü tek yer Filistin'di.

Büyük Britanya yönetimi işin içinden çıkamayınca, sorunu Birleşmiş Milletler Cemiyetine götürmeye karar verdi.(2 Nisan 1947)

Taksim Kararı

29 Kasım 1947'de toplanan BM Kurulu tarihi oturumunda Filistin'i ikiye bölen bir karar aldı. Filistin topraklarının en verimli yüzde 56'lık bölümü, nüfusun üçte birini oluşturan Yahudilere bırakılıyor, Kudüs ise uluslararası bir statüye kavuşturuluyordu.

Hüseyni, bölünme tasarısına muhalefetini Aralık 1947'de bir genel grev ve siyasi şiddeti örgütleyerek yaptı. Çıkan çarpışmalarda sekiz bin Arap'ın karşısına 60 bin Yahudi çıktı ki, bunlar Arapların aksine iyi donanımlı ve savaş deneyimli idiler. Araplar bu Yahudi gücüyle denk olmadıklarını görmüşlerdi. Öte yandan yaklaşan büyük savaşa hazırlık olmak üzere Batı ülkelerinden ve Sovyetlerden Yahudi tarafına silah akışına başlamıştı. Örneğin Mart 1948'de Çekoslavakya'dan silah yüklü bir gemi almışlardı. Öte yandan 1948 savaşı boyunca Siyonist kuvvetlerin silahlarının büyük bir kısmının sağlanacağı ülke Sovyetler Birliği olmuştur.

1948 yılı boyunca Hagannah, Irgun, Lehi ve Stern gibi terörist çetelerin eylemleri sonucu yüz binlerce kişi evlerinden kaçmak zorunda kaldı. Bu terör eylemlerinden en büyüğü 9-11 Nisan 1948'de Deir Yassin köyünde yaşanmış, değişik kaynaklara göre 107 ila 254 arasında Müslüman, Irgun ve Lehi militanları tarafından katledilmişti.

Çatışmalar ülke geneline yayıldı. Ünlü Filistinli gerilla lideri ve Cihad-ül Mukaddes Birliklerinin komutanı Abdülkadir Hüseyni'nin Nisan 1948'de Kastel'de bir çarpışma sırasında şehid edilmesi ise Filistinliler için ağır bir darbe oldu. 

"El Nakba"(Felaket)

Bir iç savaş yaşayan Filistin'de, son İngiliz Yüksek Komiserinin ülkeyi terk ettiği 14 Mayıs 1948'de Tel Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devletinin resmen kurulduğunu ilan etti. Bu terör devletini ilk tanıyanlar A.B.D ve Sovyetler Birliği oldu.

Hemen ertesi gün dört Arap ülkesinin(Mısır, Suriye, Ürdün, Irak,) orduları Filistin'e girdi. Düzenli Arap orduları başarılarından çok emin ve mağrur idiler. Ama 1949 Haziranında sona eren savaşta ağır bir hezimete uğradılar.

Arapları büyük bir yenilgi psikolojisine sokan ve "Felaket" olarak adlandırdıkları bu savaşın utanç verici şekilde sonuçlanmasının sebepleri çoktur. Bu meselede çok şeyler yazıldı ve söylendi. Biz bunlara kısaca şöyle değinebiliriz;

1- Hintli ünlü allame merhum Ebul Hasan en Nedvi'nin 1949'da Lucknow'da verdiği "Hakikatle Suret Arası" adlı meşhur konferansında dedikleri bizce en özlü ifadelerdir. Şöyle diyor Nedvi; "Filistin'de dört Arap devleti Yahudilerle savaşmak üzere toplandılar. Fakat bu devletler ruhen hastadırlar. Avrupa'nın materyalist felsefesi, kalplerinde yanan Allah yolunda cihad aşkını söndürmüş ve onlara hayatı ve lezzetlerini sevdirmiştir.

Üstelik modern harp tekniği ve teçhizatı bakımından da çok geridedirler.

Müslüman Araplarla, Yahudiler arasında cereyan eden bu harp, İslam'ın sûretiyle, kuvvet, disiplin ve hamasetin hakikatı arasında cereyan etmiştir. Harbin neticesi de sûretle kuvvetin çarpışmasının mukadder akıbetinden kurtulamamıştır."

2- Arap devletlerinin bir ülkü birliği içinde olmaması, her birinin farklı bir sebepten dolayı harbe girmesi yenilginin sebeplerindendi. Örneğin bir İngiliz kuklası olan Ürdün kralı Abdullah'ın savaşa girme amacı Filistin'i kurtarmaktan çok, Batı Şeria'yı ilhak etmek ve krallığının sınırlarını genişletmekti. Mısır'ın aynı şekilde Gazze'de gözü vardı..Bu durum, ordular arasında koordinasyonsuzluğu netice vermekten başka bir işe yaramadı.

Mehmet Çelik Beyin dediği gibi; "Bazı Arap ülkeleri, Filistin davasına inandıkları için değil, sadece ar belasından, bu işe burunlarını sokmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kendi içlerinde tam bir bütünlüğe kavuşamamış, müstemlekecilerin ağır baskılarından henüz kurtulamamış ve İslami birlik ve bütünlük yerine kendi ülke ve hanedan çıkarlarını ön plana almış halkı Müslüman devletlerin Filistinlilere sahip çıkmaları zaten beklenemezdi." 

3- Yahudilerin elindeki savaşan güç sayısı 20 bini İkinci Dünya Savaşında deneyim kazanmış 60 bin kişi idi. Silah gücü, bilimsel ve teknik eğitim imkânları olarak Araplardan çok üstündüler. Ayrıca başta A.B.D olmak üzere Batı dünyası ve Sovyetlerin desteğini kazanmışlardı.

4- Filistin Müftüsünün de belirttiği gibi, İhvan-ı Müslimin hariç diğer Arap güçleri yeterli oranda destekten kaçındılar. Mısır ve Ürdün yetkilileri hıyanete kadar varan işler yaptılar. İşte iki numune;

Büyük davetçi Hasan el Benna'nın çağrısına uyan İhvan-ı Müslimin'in Mısır, Suriye ve Ürdün'deki şubeleri savaş meydanında Yahudilerin başına bela olmuşlardı. Merhum Fethi Yeken bu konuda şunları yazmakta; "Filistin dağları ve köyleri daha önce görmedikleri ender mücahitler görmeye başlamışlardı. Evet, Filistin Yahudi'ye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattırmak için ölümü hayata tercih eden insanlara şahit olmuştu."

İhsan Abdülkuddüs, 27 Kasım 1951 tarih ve 1224 sayılı Rûz el-Yusuf dergisinde yayınlanan bir yazısında şunları kaydediyor; "Filistin taarruzuna katılan hiç bir subay, bu savaşları gözleyen hiç bir gözlemci, Müslüman Kardeşler gönüllülerinin bu çarpışmalardaki üstünlüğünü, kahramanlıklarını, ölümü cesaretle kucaklayışlarını inkâr edemez. İsteyerek, hatta övünç duyarak yüklendikleri büyük sorumluluk payını ve o yolda eriştikleri şehidlik mertebelerini görmezlikten gelemez."

Emin el Hüseyni ise durumu şöyle özetler; "Filistin savaşında İhvan-ı Müslimin'den bir kişi on Yahudi'ye bedeldi."

El Benna cepheye gönderdiği bir mesajında; "Filistin cephesinde tek bir Yahudi askeri kalmayana kadar İhvan savaşını sürdürecektir" diyordu. Fakat Müslüman Kardeşlerin başarılarını hazmedemeyen Mısır yönetimi birçok zorluklar çıkartmaya başlamıştı.

Hasan el Benna, Mısır başbakanı Nakraşi Paşa'ya şöyle diyordu; "Filistin'de Yahudilerle neden barış istiyorsunuz? Filistin'deki savaş Filistin topraklarına giren Siyonist çetelerle biz müslüman gerillalar arasında cereyan etmektedir. Bırakın da bunlar birbiriyle çarpışsın! Eğer biz kazanırsak, bu Mısır'ın şerefidir. Şayet ölürsek cennete gireriz ki, Filistin'e yüklenişimiz de ona duyduğumuz iştiyaktan kaynaklanmaktadır. Bırakın da Filistin'de siyonizmle çarpışalım. Beynelmilel baskılara maruz kalan bir siyasî olarak barışı kabul etmenizi anlıyoruz, bunda haklısınız, dilediğinizce hareket edebilirsiniz. Ancak, Arap ya da Müslüman güçlerin Siyonistlerle savaşına engel olmak hakkına sahip değilsiniz. Siyonistler ki, çeteler halinde ortaya çıkmaktadır ve Filistin'li değiller. Bizler de karşı gruplarız ve Filistin'li değiliz. O halde Hak batıla yüklensin ve hakkından gelsin."

İhvan'ın kazandığı her başarı başta Mısır olmak üzere tüm bilâd-ı Arap'ta İhvan'a karşı sempatiyi alabildiğince artırıyordu. Bu ise Mısır'ı idare edenlerin ve Batılı güçlerin işine gelmeyeceğinden dolayı, bir müddet sonra İhvan gönüllülerinin elinden silahları alınıyor, mücahidler Mısır'a gönderiliyor ve orada tutuklanıyorlardı. Zaten savaşın devam ettiği aylarda Mısır'da İhvan yasadışı ilan edilmiş, genel mürşitleri Hasan el Benna da 12 Şubat 1949'da şehid edilmişti. Yahudiler rahat bir nefes alabilirlerdi. Ondandır ki, Benna'nın şehid edildiği sıralar Amerika'da bulunan Seyyid Kutup'un müşahedesine göre, İmam'ın şehid edildiği gün, Amerika'daki Yahudiler ve bütün İslam düşmanları adeta bayram etmişlerdir.

Öte yandan savaş sırasında Ürdün Kralı Şerif Abdullah tarafından çok garip bir resmi emir beyan edildi. Bu emre göre Filistinlilerin "Mukaddes Cihad Gücü" ve ona bağlı askeri teşkilatın fesh ve ilgâ olduğu ilan ediliyordu. Yine bu emirnâmede Filistin mücahitlerinin silahtan tecridi talep edildiği gibi, Filistin davasının ana merkezi olan Filistin Yüksek Heyeti'nin temsil salâhiyetinin tamamen ilga olduğu belirtiliyordu.

Ürdün askerlerinin bundan sonraki amacı İsrail'le savaşmaktan çok cephede Filistinli Arapları kovalamak oldu. Kral Abdullah bu ihanetinin mükâfatını savaş sonunda Batı Şeria'yı ilhak ile Kudüs'ü İsrail'le paylaşmak ile aldı.

Bu konuda Hacı Emin Efendi anılarında şöyle yazmaktadır; "Eğer bazı Arap grupları emperyalistlerin verdikleri boş sözlerle aldatılmış olmasalar ve kendi başlarına hareket edip Filistinli Arapların cihad yoluna engel çıkarmasalardı, Yahudiler Filistin'deki saldırgan varlıklarını sürdüremezlerdi."

Bu savaşta 15.000 Filistinli hayatını kaybetti, 350 köy imha edildi. İsrail, 1947'de Taksim Planı ile elde ettiği %56'lık Filistin toprağını %78'e çıkardı. Bu

etnik temizlik sürecinde İsrail birlikleri Filistinlilerin yaşadığı yüzlerce köy ve şehirde vahşice katliamlara girişmiş; katliamlardan kaçan 800.000 Filistinli, Arapların yoğun olduğu daha güvenli bölgelere veya komşu ülkelere sığınmıştır. Filistin'i Yahudi işgalinden kurtarma bahanesiyle savaşa giren Ürdün Batı Şeria'yı, Mısır da Gazze Şeridi'ni elde etmiş, Kudüs ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölünmüştür.

Savaş sırasında Temmuz 1948'de, Gazze'de Filistinli yetkililer bütün Filistin üzerinde yetkisi olduğunu iddia ettikleri "Umum Filistin Hükümeti" adlı bir hükümet kurdular. Hacı Emin seksen altı kişilik kurucu hükümetin başkanı seçildi. İngilizler ise Müftü'nün bölgede denetimi elde etmesinden son derece kaygılıydılar. Bundan dolayı kuklaları Şerif Abdullah'ı tahrik ettiler.

Eriha konferansında alkışlarla "Ürdün Ve Filistin kralı" ilan edilen Abdullah, Müftü Efendi'nin rakiplerini değişik görevlere atadı, kısa bir süre sonra da Batı Şeria'yı ilhak etti. Merkezi Kahire'de bulunan Filistin hü­kümetinin faaliyetleri ise kısa bir süre sonra Mısır hükümeti tarafından engellendi..

Batılı güçlerin Müftü Efendi'den korkmaların mühim bir sebebi, onun İslami şahsiyetidir. Yani onun Filistin sorununu ümmetin gündemine taşınması ve İslami şuurla çözülmesi yolundaki gayretleridir. "Filistin'e Biçilen Rol" kitabının yazarı Dr. Adnan Ali en Nahvî bu konuda şunları yazmakta; "Emin el Hüseyni bu çabaların İslami bir zemine oturması konusunda bir hayli ısrarlı olmasına rağmen başarılı olamadı. 1948 yılında, komşu Arap devletlerinden toplanıp bir araya gelen mücahid insanların meseleyi tüm boyutlarıyla, topyekun bir "Ümmet Meselesi" haline getirme çabaları da sonuç vermedi. Ümmetin duyarsızlığı sebebiyle İslam düşmanları bu hareketleri kolayca baltalayabilmiştir."

Philip Mattar şu görüşünde son derece haklıdır; "Filistin trajedisinin nihai sebebi, 1917 Balfour Beyannamesi ve Filistin'in Siyonistlere vaad edilişi ile başlayan ve 1948 felaketiyle son bulan bir süreçti. Böylelikle İngiliz, Siyonist ve Haşimî politikaları, hareket ve güçleri geleneksel ve etkisiz bir liderlik ve örgütlenmeye sahip olan zayıf bir topluma baskın gelmişti."

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.

Bakara, 2/186

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, hayır söylesin veya sükut etsin.

Riyazü's Salihin, 1/307

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI