Cevaplar.Org

ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’DEN BİR GÜLDESTE-16

Mısırlı bir şair var; "Fikir ayrılığı sevgiyi bozmamalı!.." diyor. Çünkü herkes aynı şekilde düşünemez. Herkesi aynı çuvala koymamalı!.. Bir ailede beş kardeşin bile farklı fikirleri olabilir. 22. 12. 1993-Mildura


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-02-02 09:24:55

Mısırlı bir şair var; "Fikir ayrılığı sevgiyi bozmamalı!.." diyor. Çünkü herkes aynı şekilde düşünemez. Herkesi aynı çuvala koymamalı!.. Bir ailede beş kardeşin bile farklı fikirleri olabilir. 22. 12. 1993-Mildura

Ben anlamıyorum yâni, neden biz aynı mağdurlar iken şimdi birbirimizle düşman, birbirimizle karşı karşıyayız?.. Bu sünnî mi; vayy!.. Bu alevî mi; vayy!.. Niye böyle diyoruz?.. Böyle bir şeyin mantıksal bir izahı yok!.. Tarihteki bir yanlışlığın devamına lüzum yok!.. Suçların şahsîliğine uyan bir şey değil... Suçu ben işlemişsem; tamam, cezamı çekeyim. O işlemişse, o çeksin. Ama ben işlememişsem, ben niye ceza çekeyim?..

Biz kardeşlik istiyoruz, biz sevgi istiyoruz, biz beraberlik istiyoruz. Ama, bunları da herkes için söylemiyoruz; Allah'a inanan insanlarla beraberlik istiyoruz!.. 22. 12. 1993-Mildura

Tanrı kelimesini kullanmak yasak değildir muhterem kardeşlerim!.. Bazı kimseler var, "Allah de, tanrı deme!" diyorlar. Tanrı kelimesinin Arapça'sı ilâhtır. İlâhî, tanrım demek... İlâh kelimesi de var Kur'an-ı Kerim'de, Allah kelimesi de var...

Tabii ilâh tanrı demek olduğundan, başka şeylere de yönelmişse insanlar, onlara da ilâh deniliyor. Meselâ:

(Eferaeyte menittehaze ilâhehû hevâhü?) "Tanrı olarak kendisine, nefsinin arzularını tanrı edinmiş insanı görmedin mi?.." Demek ki, hevâ-yı nefsini tanrı edinmek, putlaştırmak diye böyle geçebiliyor. Yâni, tapılan her şeye ilâh denilebilir. Binâen aleyh, bunun Türkçe'si olan tanrı kelimesini kullanırsak, "Hocam, sen de mi tanrı kelimesini kullanıyorsun?" filân diye bana sitem etmeyin! Normaldir, bir mahzuru yoktur. 14 Nisan 1994 – Bakırköy

Bir dilin başka bir dile çevrilmesinde belâğati gider, fesâhati gider. Edebî sanatların çoğu söner, ölür. Onun için bir bir dile kolay tercüme edilemez. Ancak tanzir edilebilir, benzeri bir ifade kullanılabilir. Edebî eserler de kolay kolay tanzir edilemez, naziresi ortaya konulamaz. 14 Nisan 1994 – Bakırköy

İmsak kesilmezden önce geceleyin kalkıp ibadet eden, Allah'a yalvaran; Allah'tan arzusunu, talebini, duasını, niyazını isteyen muradına erer. Allah'ın affına mazhar olur, lütfuna ihsanına nâil olur. 27. 12. 1993 - Melbourne / AVUSTRALYA

Ben bunu hayatımda kendim çok denedim ve birçok yerde insanlara iyilik yapmanın çok faydasını gördüm. Tabii, insanın iyiliği, karşısındakini esir etmek için yapması da İslâmî bakımdan doğru değil! İnsan iyiliği Allah için yapmalı!.. Karşısındaki iyiliği kabul etse de, etmese de yapmalı; anlasa da, anlamasa da yapmalı; kendisine iyi davransa da, davranmasa da yapmalı!.. Neden?.. "Ben Allah için yapıyorum, ondan bir karşılık beklemiyorum!" diye düşünmeli!.. 28. 12. 1993 - Melbourne

Allah, çocukları böyle lastik gibi dayanıklı malzemeden yapıyor. Düşüyorlar, kalkıyorlar, kırılıyorlar, sarılıyorlar... Yine maşallah, koruyor Allah-u Teâlâ Hazretleri... 28. 12. 1993 - Melbourne

Onun için çok dikkatli olun!.. Şeytan insanın içinde demirci gibi, demircinin ateşi körükle körüklediği gibi, "Huh vuu... Huh vuu... Huh vuuu... Huh vuuu..." içine insanın böyle körükle körükler; içindeki ateşi yakmak için... Şeytan insanın içindeki ateşi kızdırmak için, insanı fokur fokur kaynatmak için, arkadaşına karşı kızdırmak için, kavga çıkartmak için etrafında dolaşır. Şeytan acemi çaylak değil... Şeytan usta bir yaratık, aldatmada usta bir yaratık... Kimin yanına nasıl yanaşacağını bilir. Herkesin damarına girmesini bilir, damarında dolaşmasını bilir. Aman, günahlara karşı uyanık olun!.. Aman, şeytana karşı müteyakkız olun!.. Aman, ufak tefek sıkıntılardan şikâyet edip, kavga edip, itişip kakışıp, darılıp küsüp, sevaplarınızı kaçırmayın!.. İmtihan, her şey imtihan. 28. 12. 1993 - Melbourne

Yâni kaderin cilvesine ve başınıza gelen olaylara sabretmeyi öğrenin!.. İmtihanda olduğunuzu unutmayın!.. İmtihan sorusunun nasıl geleceği belli olmaz. Bazen karınızdan imtihan gelir; karınızın kafasında tabağı çanağı parçalamayın!.. Bazan çocuğunuzdan olur, bazan komşunuzdan olur... Bazan karşınızdaki insanın bir lafından olur; kötü lafı iyiye çevirin!.. Kötüye iyilikle mukabele edin!.. Ters anlaşılacak lafı, düz anlayın! Ters söylenen lafı, düze yorumlayın; kavga çıkartmayın!.. 28. 12. 1993 – Melbourne

O mezar taşlarının dili olsa da, söylese... O mevtânın sesi duyulsa, ne nasihatlar eder yaşayanlara... "Aman, bizim gibi olmayın!.. Aman gafil vakit geçirmeyin!.. Aman, bu kabristan için, kabir hayatı için tedbirinizi alın, çalışmalarınızı yapın; kabrinize a'mâl-i sâlihânızı gönderin!.." diye kimbilir ne nasihatlar ederler ama; işte seslerini duyuramıyorlar. Ancak; evliyâ olanlar, Allah'ın ruhlarına serbestlik verdiği kimseler insanın rüyasına girerler, bazı işaretler verirler, bazı yardımlar yaparlar. O var, o oluyor.

Yâni, Allah'ın sevgili kullarının ruhları mahpus değildir, hapsedilmiş değildir; serbesttir. Onlar bazı faaliyetler yaparlar. İnsana gelirler, konuşurlar. Rüyalarına girebilirler. 29. 12. 1993 - Melbourne

İnsanın fazîletli insan olması, kendisini iyi kontrol etmesine bağlıdır. Yâni, iradesi çok kuvvetli olacak, neyi yapması gerektiğini iyi düşünebilecek. Neyi yapmaması gerektiğini iyi kararlaştıracak. Sözüne dikkat edecek; söylemesi gereken sözü, söylememesi gereken sözü ölçecek biçecek. Hareketlerini ölçülü yapacak. 30. 12. 1993 – Melbourne

Bu dünya hayatında asıl amacımız Allah-u Taâlâ CC Hazretleri'nin rızasına nâil olabilmektir. En büyük gàye, hedef, çalışmalarımızın kaynağı, sebebi budur. Allah-u Taâlâ CC Hazretleri'nin rızasını kazanmanın, resûl-i edîbi Muhammed-i Mustafâ SAS'in şefaatine nâil olmanın, sevgisini, teveccühünü kazanmanın yolunun, dîn-i mübîn-i İslâm'a ve onun müntesibi olan müslüman kardeşlerimize hizmet etmek olduğunu biliyoruz; hizmeti kendimize şeref addediyoruz. Hizmeti nasıl yapabiliriz diye, çeşitleri üzerinde gücümüzün yettiğince, aklımızın erdiğince, kültürümüzün, tecrübemizin, müktesebatımızın bize gösterdiği istikamette --belki karınca kararınca-- bir şeyler yapmağa gayret ediyoruz. İslâm, Temmuz 1994

Dünyanın bir çok yerinde müslüman kardeşlerimiz var; kardeşimiz olduğu için onları seviyoruz. Mü'min olduğu için mutlaka kâfirden daha öndedir, daha kıymetlidir, imandan dolayı bir meziyeti ve şerefi vardır. Ama cahillik, geri kalmışlık, sonuçta İslâmî mânâda da onların istenilen seviyeden aşağıda kalmasına sebep oluyor. Acı olan taraf budur. Hem Allah'ın dostu, hem de bir sürü kusuru var... Hem Allah ordusunu mensubu, hem de bir sürü tenkit edilecek tarafı var... Hem böyle çok şerefli bir görevli, hem de kendi şahsî kusurları ve tembellikleri, kabahatleri dolayısıyla alçalmış bir kadro... Bizim bundan çok rahatsız olmamız lâzım, üzülmemiz lâzım, mensub olduğumuz kapıya gölge düşürmememiz lâzım; mükemmel çalışmalıyız. İslâm, Temmuz 1994

Bu zamanın müslümanları, herkes yaşamayı gàye edinmiş, yaşamanın içinde İslâm'a da bağlılığı var. Yâni hayatın hayatın gàyesi ve ana hedefi İslâm'a hizmet değil, yaşamak esas ve o yaşamının, mesleğinin, işinin gerektirdiği işleri yapmak esas... Onun arasında da, "Mesâi dışında olduğu kadarıyla İslâm'la bağlantısı olabilir bir insanın; ancak İslâm oralarda uygulanabilir." gibi bir sakat zihniyet içinde müslümanlar. Yâni İslâm'ı bir garnitür gibi, bir aksesuar gibi düşünüyorlar, ana mesele olarak düşünmüyor müslümanlar. Hayatları, geceleri gündüzleri, akılları fikirleri İslâm'a hizmet yönünde değil...

Bu büyük bir kusurdur, yanlıştır. Sahâbe-i Kiram'ın hayatıyla taban tabana zıttır. Sahâbe-i Kiram'ın hiçbirisinin zihniyeti böyle değildir. Onların mesleklerinin bazısını biliyorsak da, bazısının ne yaptığını bilmiyoruz bile... Ne mesleği olduğunu, ne meziyeti olduğunu bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki, hepsi Allah'ın dinini yaymak için dünyanın her tarafına yayılmışlardır. Kimisinin Semerkant'ta kabri vardır, kimisinin Mısır'da, Tunus'ta kabri vardır, kimisinin Kıbrıs'ta, Anadolu'da kabri vardır, Kafkaslar'da kabri vardır. Dünyanın her yerine yayılmış ve vazifelerini yapmışlardır.

Devir gelmiş geçmiş, bizim üzerimize nöbet geçmiştir. Bizim şimdi Allah'ın dinine en güzel hizmet etme görevimiz vardır omuzumuzda... Allah'ın huzuruna, yüzümüz ak, alnımızın açık olduğu bir şekilde, vicdânen müsterih olarak elinden geleni yapmış, tâkati kadar, tâkatinin sonunu, azamîsini, kapasitesinin tamamını kullanmış olarak gitmemiz lâzım; "Yâ Rabbi, elimden geldiğince çalıştım!" diyebilmemiz lâzım! İslâm, Temmuz 1994

Yapılacak iş:

Dünya halklarından İslâm'ı bilmeyenlere, İslâm'ı en güzel, en açık, en uygun yollar ve metodlarla tatlı tatlı, yılmadan, bıkmadan, yorulmadan anlatmak, tebliğ etmek, irşad ve ikaz eylemektir; her türlü modern alet ve vasıtayı kullanarak... İslâm, Eylül 1995

İslâm ülkelerinin başındaki zalim idareciler de er geç mutlaka devrilecekler, hiyanetlerinin cezalarını çekecek, belâlarını bulacaklar; çünkü Allah zalimleri sevmez, hainlerin hilelerini onların başlarına geçirir. Hapisler, tevkifler, idamlar, baskılar İslâm'ı durduramaz, sadece müslümanları uyandırır, hatalarından döndürür, saflarını sıklaştırır, cihad konusundaki ürkeklik ve çekingenliklerini atmalarına sebep olur. Cihad şuuru bir kere uyandı mı, onu, top tüfek sindiremez, ordular durduramaz, beynelmilel şer ittifakları engelleyemez. Kadın ve Aile, Mart 1996

İslâm düşmanlarını, tarlada buldukları patlamamış bir bombayı kurcalayan aptal ve cahil köylülere benzetiyorum. Başlarına gelecek felaketten ne kadar habersizler!.. Kadın ve Aile, Mart 1996

Bir insanın doğru hareket edebilmesi için, önce doğrunun ne olduğunu bilmesi gerek. Hayatta birçokları doğruyu bilemiyor, bulamıyor; doğru diye eğrilere, yalanlara, yanlışlara, hatâlara sarılıyor; ömrünü boşa harcıyor, günaha giriyor, iyi sonuca ulaşamıyor, ziyan ediyor, hüsrana uğruyor. İslâm, Kasım 1996

Gerçek müminlerin feraseti, yani derin ve doğru sezgisi ve kerameti vardır; karşısındakinin içyüzünü, gizli maksadını anlar; yapılan hile ve oyunları sezer, gereken tedbirleri alır. Kadın Aile, Mayıs 1994

Güçlü ve kuvvetli bir Türkiye istemeyenler bizi iktisâdî yönden çökertmeğe çalışıyor; bunun arkasından ülkenin bölünüp parçalanmasını getirmek istiyorlar. Yönetimde ve içimizde aç gözlülükleri ve maddî ihtirasları yüzünden bu işe doğrudan veya dolaylı yoldan bulaşanlar, ülkemize en büyük kötülüğü yapıyorlar. Bu dalavereleri planlayanlar gayrimüslimler ve vatan hainleridir; tarih onları lânetle anacak. Devletin ilgili bölümlerinin onları bu gözle, amansız bir takiple takip edip yakalaması, en şiddetli şekilde cezalandırması, haksız kazandıkları tüm maddî varlıklarına --hileli yollarla başkalarına satmış görünseler bile-- hemen el konulması, zararın mâsum ve bîçare halktan değil, aç gözlü vurgunculardan çıkarılması mutlaka gereklidir. Kadın Aile, Mayıs 1994

Son acı tecrübeler açıkça gösterdi ki; Türkiye'yi ve hatta tüm insanlığı, kurtaracaksa ancak ve ancak, inançlı ve dürüst, bilgili ve idealist müminler kurtaracak, bize ancak gerçek müslümandan fayda var. Bunun sayısız misallerini her yerde, her konuda, her gün görmekteyiz. Artık ancak ahlaklı, dürüst, çalışkan, bilgili müslümanlara itimad ve istinad edebiliz. Kadın ve Aile, Haziran 1994

Aziz kardeşlerim! Çok yerden yaralı, çok sebepten acılıyız. Allah ölenlerimize rahmet eylesin, ruhları şad, durakları cennet olsun! Ama artık bizler de gözümüzü açalım. Görüyorsunuz, Türkiye'de bir takım gruplar tezgâhını kurmuş, kanunları çatır çatır çiğniyor, ülkeyi batıracak işleri pervasızca yapıyor, birbirlerini de çete gibi koruyup kolluyorlar; hem de kanunsuz yollarla trilyonluk menfaatler sağlıyor, devleti içten kemiriyor, halkı insafsızca zarara uğratıp sömürüyor, her şeyi mahvediyorlar. Kadın ve Aile, Eylül 1994

Bir arkadaşımız söylemişti: Japonların ekonomisi 1890'lı yıllarda %90 yabancıların elindeymiş. Bunu almaya azmetmişler. Kısa bir zamanda, 30-40 senede %90'nın %80'inini almışlar, yabancı payını %10'a düşürmüşler. Ama nasıl çalışmışlar, düşmanı yenmek kolay mı, %90 paya sahip düşmanı çökertmek kolay mı?..

Nasıl yenmişler; %1 kazanca razı olarak, çok çalışarak, karşı tarafı pes ettirmişler. Adam iflas etmiş, %40 kârla tutunamadığı için pes etmiş, pazardan çekilmiş oluyor. Bizim de böyle fedâkârca çalışmamız lâzım! Japonya'yı misal olarak gösterebiliriz. İlim Çin'de de olsa almalıyız, prensip Japonya'da da olsa, bunu mutlaka yapmamız lâzım Kadın ve Aile, Ağustos 1994

Çok kitap okuyacağız. Bir ibadet gibi zaman ayıracağız okumaya, öğrenmeye... İki saat okuyabilirsiniz, bir saat okuyabilirsiniz. Bir saat bile okusanız, bu bayağı bir şeydir. Düzenli çalışarak büyük başarılarını elde etmiş büyük âlimler vardır tarihte. Batı'daki bilim adamları, az da olsa hep düzenli çalışarak başarılı olmuşlardır.

Milletçe başımıza yığılan dertleri bertaraf etmek için, her işimizde ihsâna sarılmamız, ilmî araştırmaya çok önem vermemiz ve çok çalışmamız, düzenli çalışmamız lâzım hemen bugünden, bu saatten, bu andan itibaren... Kadın ve Aile, Ağustos 1994

İç ve dış düşmanlar harıl harıl çalışıyor, böyle bir durumda müslümana durmak yakışmaz. Hamiyetli ve gayretli olmalı, tembelliği ve laf ebeliğini, hayret ve şaşkınlığı bırakmalı, tedbirler almalı, iş üretmeli, ortaya eser koymalı, arkada hayrat ve hasenât bırakmalıyız. İslâm, Ekim 1994

Çok ileri, çok teknik, çok çağdaş, çok dikkatli, çok sabırlı, çok şevkli, çok organize çalışmalıyız. Birbirimizi sevmeli ve desteklemeliyiz; kadere tam inanmalı, Allah'a tam tevekkül etmeli, hiç bir şeyden korkmamalı ve asla yılmamalıyız.

Kimseyi hor görmeyerek, ihmal etmeyerek; sevgi ve iyi niyetle, düşmanı bile dost haline getirecek dervişane bir ahlâkla, sahabe-i kiram rıdvanullahi aleyhim ecmain ve evliyâ-ı izam kaddesallàhu ervâhahüm yolunda gayret gösterirsek yakın zamanda çok güzel sonuçlar alabileceğiz, inşallah!.. Kadın ve Aile, Nisan 1994

İslâm buralara(Amerika) Kristof Kolomb gelmeden çok yıllar önce ulaşmış aslında. Abdullah Hakim Quick adlı yazarın Deeper Roots (1990) adlı eserinde yazdığı çok enteresan bilgilere göre: 1100-1166 milâdî yıllarda yaşamış olan meşhur Arap coğrafyacı el-İdrisî, kitabında kaydetmiş ki Lizbon'dan denize açılan gemiciler Amerika'daki Karaibler (Caribbean) bölgesinde Arapça konuşan yerlilerle karşılaşmışlardı.

800 milâdî tarihlerinde Faslı bir gemi Atlantik'i geçip Amerika'ya ulaşmıştı. Yine 889'da Haşhaş b. Said b. Esved adlı Kurtubalı bir kişi Atlas Okyanusu'nu geçip, Amerika'ya gidip geri dönmüştü.

Ayrıca Kızılderililerin de, Bering Boğazı'nın donduğu zamanlarda Sibirya'dan Alaska'ya geçtiği, oralardan da Amerika kıtası aşağılarına doğru yayılıp yerleştiği; Türk ırkı ile ilgili olduğu da artık isbat edilmiş bir hakîkat... İslâm, Ağustos 1995

Müslüman olmayan ülkeleri de gezmeli, görmeli, yakından tanımağa çalışmalıyız. İnsan böyle yapınca çok şeyler öğreniyor, çok hoş sürprizlerle karşılaşıyor.

İyi çalışırsak, birçok cahil ve gàfil insanı inşaallah, hidayete çekebilir, müslümanlığa kazanabiliriz. Bu ise tüm dünya zenginliklerine sahib olmaktan, Allah indinde daha değerli, daha sevaplı, daha kârlı bizim için... İslâm, Ağustos 1995

Dünyayı seks, içki, zevk, eğlence, hırs, enaniyet, nefsaniyet kaplamış; şeytan ekseriyeti kendine esir etmiş; fazilet ve insaniyet, iman ve diyanet unutulmuş. Şark'ta-Garb'da herkesin hakîki imana, ilâhi ahlâka, tasavvufî âdâba çok şiddetle ihtiyacı var. Kadın ve Aile, Ağustos 1995

Geleneksel gıda maddesi, yemek; mutfak, yiyecek, içecek ve kuruyemiş kültürümüz göğsümüzü kabartacak kadar güzel, zengin ve üstündür. Biz bunları her yöreden toplayıp, tesbit etmeli; büyük, ansiklopedik eserler halinde yayınlamalı, mümkünse günümüzde de kullanıp, yaşatmalıyız.

Almanya'da uzun zaman yaşayan bir kardeşimiz bana: "Almanlar lezzetli yeme-içmeyi, değişik yemek çeşitlerini bizden öğrendiler; bizden önce çok zayıf ve fakir bir mutfakları vardı." dedi. Batı'ya, çok değerli bir gıda olan yoğurdu biz tanıttık; döner'imiz dünyanın dört bucağında Amerika'dan Avusturalya'ya kadar en gözde yemek türlerinden biri. Ben şahsen Adana'nın kebaplarına, Anteb'in tatlılarına, Malatya'nın kuruyemişlerine, Maraş'ın dondurmasına, Çanakkale'mizin höşmelimine, Kayseri'nin pastırmasına, Edirne'nin beyaz peynirine... vs. eğer bilseler, tüm dünyanın hayran kalacağını düşünüyorum. Panzehir, Ekim 1995

Şimdi özellikle şehirlerde yediklerimize içtiklerimize çok dikkat etmemiz gerekiyor: Bakıyorsunuz kâğıtlı bir şeker veya çukulatanın içine likör konulmuş; lokantadaki biftek şarapla terbiye edilmiş; filanca pastaya falanca haram madde katılmış; tavuk eti murdar olmuş; balık kokmuş, et ithal, müddeti geçmiş; yağ hileli ve sağlığımıza şiddetle zararlı; eften püften batıdan gelme, bize yabancı, kolesterolü artıran, damar tıkayan, kalp hastalığı yapan, mideyi bozan vıcık vıcık züppe tatlılar, şaibeli kekler, yapış yapış kremalar, nallı kuzudan(!) ve işkembe parçalarından sucuklar, kokmuş martı yumurtasından pastalar, ucuz, hileli ve zararlı malzemeden yemekler; kepeği, vitamini, faydalı kısımları alınmış saman gibi ekmekler, bozuk makarnalar, gösterişli, abartmalı, kabartmalı, boyalı, ama değersiz ve tehlikeli yiyecekler, haram maddeli, uyuşturucu katkılı, alışkanlık yapıcı, kanser edici gazoz ve meşrubat, bağırsak delici, sarhoş edici, hatta öldürücü içkiler...

Tavsiye ederim ki: Mümkünse bazı gıda malzemenizi kendiniz üretin; eti, tavuğu kendiniz kesin, kavurmayı, sucuğu, tarhanayı, bulguru... kendiniz yapın; bahçeli evde oturun, koyun, keçi, tavuk, besleyin, taze süt için, taze, temiz yoğurt yiyin, taze yumurta kullanın, bazı sebzeleri kendiniz üretin, dereotu, maydanoz, naneyi saksılarda yetiştirin... vs.

Has ve temiz gıda yiyin, temiz hâlis meşrubat için, temiz hava alın... ki ruhen ve bedenen, mânen ve maddeten sıhhatli ve kuvvetli kalasınız! Panzehir, Ekim 1995

Umûmiyetle hep sıhhatini ihmal eden, rahatsızlıklarımızı umursamayan bir milletiz; cefâkeş, fedâkâr ve dayanıklıyız... Ama doğru değil, vesvese ve ifrata düşmeden, sağlık ve afiyetimize itina ve ihtimam göstermeliyiz. Panzehir, Nisan 1996

(İnnemel mü'minûne ihvetün) İnnemâ, edat-ı tahsistir; özellikle, bilhassa bir noktaya işaret etmek için kullanılır. (İnnemel mü'minûne ihvetün) "Mü'minler ancak kardeştir, sadece ve sadece kardeştir!"

"Ancak mü'minler kardeştir." değil... Öyle olsa, (İnnemel ihvetü mü'minûne) derdi.

(İnnemel mü'minûne ihvetün) "Mü'minlerin birbirleriyle olan alâkaları, başka bir şeyle izah edilmez; ancak kardeştir, sadece ve sadece kardeştir. Daha başka bir sıfat, onları ifade edemez!" demektir. Onun için, bütün müslümanları kardeşimiz olarak görüyoruz. 7 Kasım 1992 - Ankara

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ

Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI