Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-4.Bölüm

Kaosun Getirdiği Kıpırdanmalar 1930’ların Filistin coğrafyasına göz attığımızda şu manzara karşımıza çıkar; Arap halkı- 1929 dünya ekonomik buhranının da etkisiyle- maddi manevi bir yıkıma uğramıştı.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-10-31 18:03:35

 Kaosun Getirdiği Kıpırdanmalar

1930'ların Filistin coğrafyasına göz attığımızda şu manzara karşımıza çıkar; Arap halkı- 1929 dünya ekonomik buhranının da etkisiyle- maddi manevi bir yıkıma uğramıştı.

Ayrıca Avrupa'da Nazizm tehlikesiyle boy gösteren antisemitist dalga, Filistin'e Yahudi göçünü hızlandırmıştı. Bu da Arap halkının tepkisini ve manda yönetimine karşı hoşnutsuzluğunu artırıyordu. Göçün Filistin'e yönelmesinin mühim bir sebebi de, ABD'nin ülkeye aldığı göçmen sayısını yılda 4 bin kişiyle sınırlamasıydı.

İngiliz mandası Yahudilere bir şemsiye işlevi görmekteydi. Doç. Dr. Ali Balcı beyefendi'nin de dediği gibi; "…Bütün bu rakamlara bakılarak, İngiliz mandasının "Yahudi kolonizasyonunun kuşku götürmez bir koşulu olduğu" ve "İngiliz polis ve ordu gücü olmasaydı Arapların bölgelerindeki Siyonist oluşumun önüne geçebileceği" ileri sürülebilir.

Müftü efendi, Arap toplumunda giderek artan hoşnutsuzluğun farkındaydı ve yetkilileri devamlı uyarıyordu. Yabancı bir gazetecinin kendisiyle yaptığı mülakatta;

"Gözyaşı Duvarı ile bütün Filistin Müslümanlarının nazarında en mukaddes bir mahal olan Mescid-i Aksa ve civarı üzerinde Yahudiler tarafından bir hak, tasarruf ve mülkiyet iddia olundukça ve hele Filistin'de azınlıkta bulunan Yahudiler, Müslüman ekseriyetine tahakküm arzu ve temayülünü gösterdikçe, sulh ve salahın avdetine intizar etmek abes olacaktır" demekten kendini alamayacaktı.

İngilizlerin Yahudi yanlısı politikalarına karşı artık dilekçeler, heyetler ve gösteriler gibi ılımlı yöntemler iflas etmişti ve Philip Mattar'ın dediği gibi "Emin el Hüseyni'nin ılımlı liderliğinin zamanı geçiyordu."

Müftü Efendi'yi pasif gören ve asıl meselenin İngilizlerle hesaplaşma olduğunu savunan kesim, esas itibarıyla iki cenahla kendini gösterdi;

1-El İstiklal Partisi; 1932 senesinde kurulan bu parti Arap Yürütme'nin(Arap Executive) ve Müftü'nün metotlarını etkisiz olarak görüyor, ayrıca Hüseyni sülalesinin Filistin'in diğer tanınmış ailesi Neşaşibilerle çekişmesinin Filistin davasını zayıflattığını savunuyorlardı. Güçlü hatipleri olan bu hareket, liderlik yönüyle güçlü olamadığı için ve iç çekişmeler yüzünden kısa zamanda etkisini kaybetti.

2-İzzeddin Kassam; Adanmış bir ruh, belagat sahibi bir âlim, ilim ve aksiyonu ruhunda bütünleştirmiş bir mücadele adamı olan merhum İzzeddin Kassam(1882-1935) artık tek yolun silaha sarılmak, namluyu da önce İngiliz işgalcilere doğrultmak gerektiğini savunuyordu.

Etrafında toplanan insanlarla silahlı talimler yapıyor, bir an önce bir kıyama başlanması gerektiğini ileri sürüyordu. Nitekim 1933'de kendisi Kuzey'de bir ayaklanma başlatırken, Emin el Hüseyni'ye de bir adamının göndererek, aynı şekilde kendisinin de Güney'de bir silahlı mücadeleye geçmesini istemişti. Müftünün verdiği cevap ise, "kendisinin askeri bir çözüm değil, siyasi bir çözüm için uğraştığını" söylemek oldu.

Şeyh İzzeddin el Kassam'a, hayatı boyunca bekleyip durduğu şehadet, 19 Kasım 1935'de Cenin yakınlarında Yabed dağında geldi. O ve 14 arkadaşı, bir ihbar üzerine, 500 kişilik İngiliz Polis gücü tarafından çepeçevre sarıldılar. Teslim olmayı reddeden bu kahraman insan, sayıca orantısız bu dramatik çatışmada bir kısım arkadaşlarıyla beraber şehid düştü.

"Ağzımızdan çıkan sözler, mumdan yapılmış gelinler gibi olur. Biz onun uğrunda öldüğümüz zaman o, canlanır ve hayata kavuşur" der merhum Seyyid Kutup. Ölüler bazen yaşayanlardan çok güçlüdür. El Kassam, vaizliği boyunca kazandıklarından daha fazlasını şehadetiyle kazandı. Onun vuruluşu, dalga dalga bütün Filistin'e yayılan bir üzüntü ve öfke seline dönüştü. O, insanlara yeni bir yol sunmuştu; Devrim. Onun mirasını yaşatmak, Siyonist ve İngilizlere karşı savaşmak için birçok gençlik gurubu oluştu.

Barış İçin Son Çabalar

Müftü efendi, bütün tepkileri göğüsleyerek, sorunun çözümü için diplomasiyi sonuna kadar kullanma taraftarıydı. 1930'ların ilk yıllarını, Kudüs'te açmayı planladığı İslam Üniversitesini kurmak için bağış toplamak amacıyla İslam ülkelerini ziyaretle geçirdi. Ama umulan nakdi yardımlar gerçekleşmeyince, bu proje rafa kalkmak zorunda kaldı.

Bu sırada Yahudiler büyük paralar karşılığında Kudüs ve ci­varında araziler satın alıyorlardı. Müf­tü merhum, bu arazi komisyon­cuları ile mücadele edebilmek için "emr-i bi'l-ma'rûf" cemiyetleri kurdu. Yahudi­lere toprak satanlara karşı amansız bir mücadele başlatıldı; Filistin'in her tara­fına vaizler gönderilerek bu kişilerin di­nen günahkâr sayılacağı üzerinde du­ruldu. Toplanan paralarla araziler alındı ve tekrar Yahudilere satılmaması için va­kıflara bağlandı.

Tehlike Geliyorum Derken

1933'de Almanya'da Hitler'in işbaşına gelmesi ile Yahudilere karşı başlayan kampanya, Filistin'de İngiliz idaresini de zora sokmuştu. Almanya'dan kaçan Yahudilerin soluğu Filistin'de alması, İngilizlerin yanlı tutumları Arap halkını daha sert metotları denemeye aşama aşama götürdü.

Bu sertleşme, Müftü Efendi'nin ifadelerine de yansımaya başlamıştı. Emin el-Hüseyni, İngiltere Başbakanı MacDonald ile yaptığı bir tartışmada "Tecrübeler gösterdi ki, bizim lehimize olup da Yahudilerin istemediği bütün kararlar uygulanmadı; karar Yahudilerin lehine olunca derhal uygulandı" sözleriyle İngiltere'yi Siyonist yanlısı olmakla suçluyordu. Müftüye göre, Araplara Osmanlı zamanındaki teamüllere uygun olarak hakları geri verilmedikçe "memleketin yeniden altüst olma ihtimali" mevcut idi.

1 Aralık 1935 tarihli Bir İngiliz istihbarat raporu da yaklaşan tehlikeyi haber veriyordu. İlgili rapora göre, Filistinli liderler "itibarlarını kazanmak ve ellerinden kayıp giden ulusal hareketin liderliğini korumak için kendilerini uç bir politikayı kabule zorlanmış bulacaklardı."

Arap Meydan Okuması; Grev ve Büyük İsyan-1936-1939

1935 yılında Belçika'dan çimento yüklü olarak gelen bir vapurda Yahudiler tarafından ısmarlanmış gizli silahların bulunması, 1936'daki Arap ayaklanmasının habercisi olmuştur. Bu olay üzerine Arap gazeteleri, Yahudiler aleyhine neşriyata başlamışlar ve Arapları Yahudilerin gizliden gizliye silahlandıkları konusunda uyarmışlardı. Üstelik Arap dükkânları kısa süreli olarak kepenk kapatarak tepkilerini ortaya koymuşlardı.

Ardından 1936 olayları başladı. 15 Nisan 1936'da İhvan el Kassam üyesi oldukları sanılan bir grup Arabın Tul Kerim-Nablus yolunda bir yolcu otobüsünü durdurması ve iki Yahudi'yi öldürmesi, olayları başlatan kıvılcım oldu. 

Bir gün sonra, Yahudi Milis örgütü Haganah'ın Tel-Aviv'de iki Arab'ı öldürerek karşılık vermesi ve şehrin sokaklarında Arap aleyhtarı gösteriler düzenlemeleri gerginliği iyice körükledi. 19 Nisan'da Tel- Aviv'de Arapların kenar mahallelere saldırarak on Yahudi'yi öldürmesi üzerine hükümet olağanüstü hal ilan etti.

Aynı gün İngiliz yönetimine karşı genel grev ve protestolar başlatıldı. Grevi başlatan Müftü değildi, bütün Filistinli guruplardı. Ama halkın kalbi hareketinin liderliğini Emin el Hüseyni'nin yürütmesinden yanaydı. 25 Nisan'da Müftü Efendi liderliği kabul etti. Bu İngilizlere karşı net tavır alması demekti. Artık ipler kopmuştu.

İlk iş olarak el-Lecnetü'l-Arabiyyetü'l-ulyâ li-Filistîn adıyla bir Arap Yüksek Komitesi kuruldu ve Emin el Hüseyni başına getirildi. Komite, Hüseyni'den başka altı parti liderinden oluşuyor, Hıristiyan Araplar tarafından da destekleniyordu.

Arap Yüksek Komitesinin genel grev çağrısı Filistinli Araplardan büyük destek gördü. Kısa süre içinde Kudüs, Yafa, Nablus başta olmak üzere Filistin'in birçok şehrinde Arap işyerleri mesailerine son verdi. Yahudilerle her türlü ticari ve beşeri münasebetler kesildi. Arap basını da greve geniş destek verdi ve Yahudilerle mücadele etme kararı aldı.

Komite, Arap toplumuna ilk bildirgesinde milli birlik çağrısı yaptı ve genel grevin İngiliz hükümetinin şu andaki Filistin politikasında Yahudi göçünün durdurulmasıyla belli olacak temel bir değişiklik yapana kadar sürdürüleceğini açıkladı.

Nisan sonlarına doğru bütün Filistin'e yayılan grev, Mayıs ayında şiddetini artırdı. İngiliz yönetimi sert tedbirler aldı; Arap liderler tutuklandı. Mısır ve Malta'dan İngiliz destek güçleri getirildi. Grev yüzünden çalışmayan Yafa hava limanı yerine Tel Aviv havaalanının kullanılmasına izin verildi. Yahudi polis gücü arttırıldı. Yahudi göçmen planı duyuruldu.

Bu arada Yahudiler de Araplara karşı teşkilâtlanıyorlardı. Haganah, Irgun, Lehi ve Stern gibi silahlı milis örgütleri kurdular ve tedhiş hareketlerine başladılar. Özellikle bütün Filistin'e yayılan Haganah adlı örgüt İngilizlerden büyük destek ve müsamaha görüyor, hatta askerî kanadı İngiliz subayları tarafından eğitiliyordu.

Altı ay süren grev, İngilizlerin acımasız tepkileri yüzünden Mayıs ayı sonunda bir isyana dönüştü. Haziran'da ise bütün Filistin'de bir terör havası hâkimdi. İngilizler askeri güç üstünlüklerini sonuna kadar kullanmak ve isyancıların gözlerini korkutmak emelindeydiler. Yafa şehrine boyun eğdiremeyince, eski şehrin büyük kısmını birçok Filistinliyi evsiz bırakarak yaktılar. Diğer şehirlerde isyancıları himaye ettiklerinden şüphelendikleri kişilerin evlerini havaya uçurdular. Silahlı çatışmalarda yüzlerce cami ve mescidi harap ettiler ve isyanı destekleyen köylere para cezası uyguladılar.

Grev Filistinlilere ekonomik yönden çok pahalıya mal oldu. İşsizlik alabildiğince arttı. Silahlı çatışmalarda ise 1000 Filistinli, seksen Yahudi ve 37 İngiliz askeri hayatını kaybetmişti. Ekim ortalarıyla beraber halk da isyandan yorulmaya başladı.

Öte yandan İngiltere, genel grevi ve ayaklanmayı aldığı tüm önlemlere rağmen durduramayınca, çareyi Arap ülkelerine başvurmakta buldu. Nihayet; Irak, Arabistan, Yemen ve Ürdün gibi Arap ülkelerinin aracılık etmesiyle Arap Yüksek Komitesi grevi durdurma kararı aldı ve yaklaşık altı aydan beri devam eden genel grev 1936 Eylülünde sona erdi.

Peel Raporu

Büyük Britanya'nın amacı sorunun çözümü için bir Kraliyet komisyonu atamaktı. İngiliz Kraliyet Komisyonu bölgede yaptığı incelemelerden sonra, 7 Temmuz 1937'de 404 sayfalık bir rapor sundu. Lord W. Robert Peel başkanlığındaki komisyonun sunduğu rapor, komisyon başkanının ismiyle "Peel Raporu" olarak tarihe olarak geçti.

Raporda Filistin'de manda idaresinin işlemeyeceği ortaya konuluyor ve ayrı ayrı Arap ve Yahudi devletlerinin kurulması gerektiği savunuluyordu. Bunun için bu rapora "Taksim Raporu" de denilmekteydi.

Rapor'a göre, Filistin üçe bölünecekti; İngilizler stratejik ve dini bir bölgeyi ellerinde tutacaklardı ki, buna Kudüs de dâhildi. Yahudilere sınır olarak az olmasına rağmen Filistin'in en verimli yerleri veriliyordu. Plan her iki taraf da karşı çıktığı için uygulanamadı.

Britanya'nın Hedefindeki Adam

Arap Yüksek Komitesinin planı reddetmesi İngilizleri kızdırdı. Özellikle de bir türlü satın alamadıkları Müftü Efendi hınçlarının hedefi oldu. Filistin'deki İngiliz askeri istihbarat başkanı kendisine bir mesaj gönderdi. Mesaj'da, İngilizlerin imparatorluklarını korumak için, yollarına çıkarsa onu öldürmek de dâhil her şeyi yapacakları bildiriliyor ve devamla "inatçı olmayın" deniyordu, "hayatınızı düşünün, ailenize ve yakınlarınıza acıyın."

Müftü efendinin direnmesi üzerine, İngilizler onun dini liderliğini tanımadıklarını ilan ettiler. Filistin Yüksek Komiseri Sir Arthur Grenfell Wauchope, 17 Temmuz'da el Hüseyni'nin bir komite toplantısındayken tutuklanması için polis gönderdi. Durumdan kıl payı haberdar olan müftü efendi, arka kapıdan Harem-i Şerif'e kaçtı. İngiliz kolluk kuvvetleri onun gibi tanınmış bir şahsiyeti Müslümanların kutsal mekanında tutuklamanın İslam dünyasında kendilerine karşı oluşturabileceği tepkilerden çekindiler. Böylece tutuklama teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Müftünün adamları da bu süreçte Harem-i Şerif civarında tabiri caizse kuş uçurmadılar.

İngiliz yönetimi 29 Temmuz 1937'de Müftü Efendiyi Yüksek İslam Şurası Başkanlığından aldıklarını açıkladılar. Müftü Efendi ise güvenlikte olduğu Harem sınırları içinde faaliyetlerini sürdürdü. Hatta Suriye'de 400 Arap liderinin katılımıyla düzenlenen Arap Birliği Kongresini tertipledi. Adı geçen Kongre, bölünmeyi red etti ve Filistin'de İngiliz çıkarlarını da güvenceye alan bir bağımsız devlet talebinde bulundu

Şiddet Sarmalının Tekrar Başlaması

Peel komisyonun planının reddedilmesiyle 1937 Temmuzunda şiddet olayları tekrar başladı. Emin el Hüseyni buna karşı tüm Filistin camilerinde okunan bir fetva yayınladı. Fetva metni, Filistinlilere barışı ve kendilerine hâkim olmayı salık veriyor, Yahudilerce gerçekleştirilecek bir saldırıya misilleme bile olsa, şiddet eylemlerini kınıyordu. Buna rağmen Arap çeteleri ile Siyonist Irgun ve Lehi örgütleri şiddeti tırmandırdılar.

26 Eylül'de Golan Bölge Komiseri Lewis Yelland Andrews'in kimliği belirsiz kişilerce öldürülmesi, İngilizlere Filistin liderliğine karşı harekete geçme şansı verdi. Arap Yüksek Komitesi ve yerel komiteler kanundışı ilan edilerek 200 lider tutuklandı. Bir çoğu Hind Okyanusundaki Seychelles adalarına sürgüne gönderildi.

Lübnan'a Hicret

Ama işgal güçlerinin asıl hedefleri Emin el Hüseyni idi. İşe, onun elinden vakıf başkanlığı sıfatının alarak başladılar. Daha sonra, Müftü Efendi'yi de tutuklamak üzere Hindistan'dan Müslüman askerler getirdiler. Fakat 14 Ekim gecesi Hüseyni gizlice Harem duvarlarını tırmanarak aştı. Yafa'ya, oradan da Fransız mandasındaki Lübnan'a götürüldü. 1966'daki kısa süreli bir ziyarete kadar bir daha Kudüs'e dönemeyecekti.

Fransızlar İngilizlerin Filistin'deki idaresinden rahatsız olduklarından el-Hüseyni'ye karşı hasmane bir tavır geliştirmediler ve faaliyetlerine göz yumdular.

Müftü Efendi, Lübnan'da bulunduğu sıralarda kendisiyle röportaja gelen Paris Soir adlı bir Fransız gazetesinin Filistin'in taksimiyle ilgili sorularını cevaplandırmış, bütün Filistinli Arapların şiddetle taksimin aleyhinde olduğunu belirterek şu açıklamayı yapmıştı: "Arap milleti, Filistin'in İngiltere tarafından teklif edilen taksimine katiyen müsaade etmeyecektir. Bu taksim sonucunda Arap topraklarının en verimli parçaları elden çıkmaktadır. Bin üç yüz seneden beri bu topraklar Araplarındır. Ve Araplar bu topraklar üzerinde sahip kalmak istemektedirler. Arapları hiçbir çözüm şekli tatmin edemez. Arapların istedikleri mutlak bağımsızlıktır."

İsyan hızını kesmedi ve Müftü Efendi, Kuzey Beyrut'taki El Zug'da kaldığı evden isyanı koordine etti. Etmeye çalıştı demek daha doğru olur. Zira artık direniş başsız kalmış oluyordu. Bu da iç çekişmeleri, suiistimalleri artırdı. Öte yandan Hüseynî ile ailesinin buna bir tepki olarak Nazi Almanyası'nı desteklemeleri manda idaresine ve Yahudilere karşı verilen mücadelenin gücünü zayıflattı.

Bütün bunlara rağmen, 1938'in Mayıs ayına gelindiğinde büyük şehirler direnişçilerin kontrolüne geçmiş durumdaydı. Filistinlilerin Eski Kudüs'e girmesi ile İngilizliler iki Tümen, Uçak Filoları, Polis gücü, Ürdün'de konuşlanan öncü kuvvetler ve altı bin Yahudi takviyesi ile harekat başlattılar. Çıkan çatışmalarda binlerce Müslüman hayatını kaybetti ki, bunların arasında Müftü Efendinin yakın dostları ve akrabaları da vardı. Sadece 1939 yılında İngiltere yönetiminin 110 kişiyi astığı, 6000 kişiyi zindanlara doldurduğu düşünülürse, Filistin'deki yıkımın ve çatışmaların toplum dokusuna yaptığı tahribatın derecesi anlaşılabilir. Müftü Efendi bir fetvasında bu durumdan "Görülmemiş Barbarlık" diye bahsedecektir.

Londra Konferansı

Bu arada bir dünya savaşı çıkma olasılığının gittikçe belirginleşmesi İngiltere'yi geri adım atmaya zorladı. İngilizler taksim planından döndüler ve tarafları Londra'da düzenlenecek bir yuvarlak masa toplantısına davet ettiler.

İngiltere, Londra Konferansı dolayısıyla 1937 Kasımında tutuklayıp Seychelles adalarına sürdüğü Filistin Arap liderlerini serbest bıraktı. Bu liderler 16 Ocak 1939'da Lübnan'da Cuniye'de Emin el-Hüseyni ile bir toplantı yaparak Filistin delegasyonunu tespit etti. İngiliz Hükümeti, Arapların bütün ısrarlarına rağmen Filistin hadiselerinden sorumlu gördüğü Kudüs Müftüsünün Londra Konferansı'na katılmasına izin vermedi. Müftü efendi de temsilcisi olarak yardımcısı Cemal el Hüseyni'yi gönderdi.

Londra Konferansı, 7 Şubat 1939'da başlayıp 17 Mart 1939'da sona erdi. Konferansa sadece Filistin Arapları değil, Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdün delegeleri de katıldı. Yahudileri ise, Chaim Weizman başkanlığında 42 kişiden oluşan bir heyet temsil etmiştir.

Konferans bir fiyaskoydu. Hiçbir konuda taraflar arası bir uzlaşma gerçekleşememişti. Buna rağmen İngilizler 17 Mayıs 1939'da, Filistin'deki siyasetlerinden dönüşün ifadesi olacak bir "Beyaz Rapor" yayınladılar. Buna göre, gelecek beş yıl içinde Yahudi göçü 75.000 ile sınırlandırılacak, 10 yıl içinde bağımsız bir Filistin devleti kurulacak ve Yahudilere yönelik toprak satışına kısıtlama getirilecekti.

İngiltere'nin, dünya savaşının kapıyı çalmak üzere olduğu ve Arap toplumlarında Mihver devletlerinin yıldızının parladığı bir zamanda Yahudileri karşısına alması, tamamen zamanın, uluslararası koşulların ve Arapların arasında belirtileri görülmeye başlayan Alman yanlısı tutumunun yaygınlaşmasının bir gereği idi.

Beyaz Rapor Yahudi toplumunda şok etkisi yaptı. Chaim Weizman İngiltere başbakanı McDonald'ın yüzüne ihanet suçlaması yaparken, Yahudi Ajansı başkanı David Ben Gurion, Beyaz Kitap'ın açıklanmasıyla birlikte "Militan Siyonizm döneminin başladığını" açıklamıştır Nitekim Beyaz Kitap'ın açıklanmasından hemen sonra Yahudiler, Filistin'in değişik yerlerinde Araplara ve İngilizlere karşı terörist saldırılarda bulunmuştur.

Beyaz Bildiri'nin ardından Yahudiler bir taraftan silahlı yeraltı örgütlerine ağırlık vererek bir anlamda 1948 savaşını kazanacak silahlı gücün alt yapısını bu dönemde inşa ederken, diğer taraftan da 1947'de Taksim planının kabul edilmesini sağlayacak ve 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca İsrail devletinin 'koruyuculuğunu' üstlenecek Amerika Birleşik Devletleri'nin dostluğunu kazanmaya yöneldiler.

Bu arada Müftü Efendi de Filistin'de direnişi sürdüren gruplar da anlaşmayı planı reddettiler. Gerçi Beyaz Kitabın hükümlerinin uygulanması taraflarının rızasını gerektirmiyordu. Onun için, göç ve toprak edinimi ile hükümler uygulandı. Ama büyük Siyonist sempatizanı ve Beyaz Rapor karşıtı W. Churcill Filistin devleti kurulması hükmünü engelledi. 

Dünya Savaşının Başlaması ve Irak'a Kaçış

Eylül 1939'da Alman ordularının Polonya'ya saldırması ve hemen akabinde Fransa ve İngiltere'nin Almanya'ya savaş açması ile İkinci Dünya Savaşı başlamış oldu. Altı sene süren bu kan ve vahşet dönemi ile dünyada olduğu gibi Filistin'de de çok şeyler değişti. Yeri geldiğinde değineceğiz.

Bu arada İngiltere böyle kritik bir dönemde Emin el Hüseyni gibi bir zatın ortalarda olması tehlikesini görmezden gelmezdi. Zira Müftü Efendi artık İngiltere'ye karşı uzlaşmaz bir tavır içine girmişti.

Bunun için İngiltere Fransa'dan Emin Efendi'nin tutuklanmasını talep etti. Bundan haberdar olan el Hüseyni ise Suriye ve Lübnan Fransız Polis şefine rüşvet vererek, 1939'un sonlarında Irak'a kaçtı. Mücadelesine orada devam edecekti.

-devam edecek-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Ankebut, 56

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI