Cevaplar.Org

ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’DEN BİR GÜLDESTE-5

Zamanı boş olduğu zaman, bir masa başında akşama kadar oturuyor bir müslüman... Kalkıp da Rasûlüllah Efendimiz'in sevdiği, sevgili, göz şenliği, gönül şenliği namazı kılmıyor. "Dur şu Rabbimin huzuruna varayım, dergâh-ı izzete yöneleyim... Niyaz edeyim, naz edeyim... İsteyeyim, dileyeyim... Yalvarayım, yakarayım... Oh, içim şöyle bir rahatlasın..." Böyle bir duygu ile namaz kılan kaç tane müslüman var?.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-10-31 17:51:41

Zamanı boş olduğu zaman, bir masa başında akşama kadar oturuyor bir müslüman... Kalkıp da Rasûlüllah Efendimiz'in sevdiği, sevgili, göz şenliği, gönül şenliği namazı kılmıyor.

"Dur şu Rabbimin huzuruna varayım, dergâh-ı izzete yöneleyim... Niyaz edeyim, naz edeyim... İsteyeyim, dileyeyim... Yalvarayım, yakarayım... Oh, içim şöyle bir rahatlasın..." Böyle bir duygu ile namaz kılan kaç tane müslüman var?.. 16. 10. 1994 – İstanbul

Hayırlı bir âlim, çok zor yetişiyor. Ben şahsen Allah'dan doksan yılını geçmeyi dua ve temenni ediyorum 24. 03. 1996 – İstanbul

Sıhhatinizi korumaya da dikkat edin. Sigara içerek ciğerlerinizi kurum doldurmayın!.. Uykunuza dikkat edin ki, uykusuzluktan bedeniniz zaafa uğrayıp hasta olmayın, kan kusmayın, romatizma olmayın! 24. 03. 1996 – İstanbul

Sırf kendisini düşünmeyip, tüm beşeriyeti düşünen insanlara büyük ihtiyaç var... 16 Mart 1996 – YALOVA

İnşallah yakın zamanda televizyon çalışmasını hizmete açacağız. Hazırlıklar içindeyiz, Allah utandırmasın... İnşallah, güzel bir televizyon çalışması olacak. Onunla bağıntılı olarak görüyorum, grubumuzun hazırlanması lâzım ve herkesin elinden gelen yardımı yapması lâzım, bir günlük gazete çalışması yapmamız şart... Çünkü gazetelerde görüyorsunuz, gazetelerin sahipleri sizi aldatmağa çalışıyor. Kendi istediğini habermiş gibi sunuyor. Aldatıyor, gerçekleri sunmuyor. Bir kaşık suda fırtına çıkartıyor. Şu iş olmaz diye gösteriyor, hâlbuki olacak bir iş... Küçük bir şeyi büyük gösteriyor, hâlbuki küçük, cüce... Büyük bir şeyi küçük gösteriyor, hâlbuki çok muazzam, büyük. 12. 07. 1996 - Elvan T. K. / İZMİR

Dünyaya imtihan için geldiğimizden, amacımız, gayemiz, hedefimiz imtihanı kazanmak, Cenâb-ı Mevlâ'nın rızasına, rahmetine nâil olmaktır. O rahmete nâil olmanın yolu imandır, itâattir, ibadettir. İbadetin çeşitleri insanların sandığından da çok daha fazladır. Meselâ, sükût da ibadettir. Meselâ, tefekkür çok kıymetli bir ibadettir. İnsanlar için faydalı işler yapmak ibadettir. Gönül almak, kalb yapmak, insanların ihtiyacını gidermek ibadettir. İbadeti sadece namazla oruçla tahdit ve kısıtlama, sınırlama yapmak doğru değil. 24. 11. 1996 - Hâcegân / İST.

Yeşil bir çevre, temiz bir çevre... Peygamber SAS buyuruyor ki: "--Yâ Aişe, şu iki elbiseyi yıka! Bilmez misin ki, elbise kirlendiği zaman tesbihi biter." Temizken tesbih eder elbise, kirlendiği zaman tesbihi biter. 24. 11. 1996 - Hâcegân / İST.

"Evdeki pislik, süprüntü bereketi giderir, rızkı azaltır." diyor Peygamber SAS. Evimizin temiz olması lâzım, elbisemizin temiz olması lâzım, dişimizin temiz olması lâzım, koltukaltımızın temiz olması lâzım! 24. 11. 1996 - Hâcegân / İST.

Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:"Bir insan secde ettiği zaman, secde ettiği mahal yedi kat yerin altına kadar temizlenir." O halde bir yerin temizliği ibadetledir. İçki içilen yer pistir. Müşrikler pistir. 24. 11. 1996 - Hâcegân / İST.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: "Bir hanımın çocuğunu dünyaya getirmesi, büyütmesi ve beslemesi cihad gibidir. Cihad sevabı alır. Yâni erkek savaşa gider, yaralanır, şehid olur. Hanım evde durur, çocuğa bakar, çocuk büyütür; cihad sevabı alır, haccetmiş gibi sevap alır. 2. 10. 1996 - ANKARA

Kibarlık hep yabancılara mı mahsus? Kibarlığı yabancılara mı yapacağız?.. Kibarlık başkalarına mahsus da, evde her türlü kabalığı yapmak serbest mi İslâm'da... "Kapıyı kapattın, dışarıdan kimse görmüyor... Vur patlasın, düşsün ağlasın..." Olur mu?.. Olmaz!.. 04. 04. 1996 - Özelif / ANKARA

Neden biz Ak-Radyo'yu kurduk, niye Ak-Televizyon'u kurmağa çalışıyoruz; niye hastaneler açıyoruz; niye mektepler açıyoruz, niye üniversite kurmağa çalışıyoruz?.. Bu devirde bunlar lâzım da ondan. Cihad bununla oluyor. 1. 12. 1996 - İskenderpaşa / İST.

Bu devirdeki insanları Peygamber Efendimizin söylediği iki hastalık sarmış. Dünya sevgisi, para sevgisi, mal sevgisi, mülk sevgisi, ticaret sevgisi, köşk sevgisi, yalı sevgisi, otomobil sevgisi, banka sevgisi, banka cüzdanı sevgisi, hesap sevgisi, sermaye sevgisi, lüks sevgisi, servet sevgisi, eğlence sevgisi, tatil sevgisi, av sevgisi, kumar sevgisi... Bir sürü sevgiler sarmış. Hubbüd-dünyaya dalmışlar; en büyük hatâ! 1. 12. 1996 - İskenderpaşa / İST.

Ahde vefalı, hizmet ehli, gayretli, himmetli insan olacağız. İslâm'ın ihtiyacı var, Müslümanların ihtiyacı var! Çalışacağız; çalışana sevap çok, çalışmayana vebal var... Hepsi vebal, her şey vebal ve zarar dönüp dolaşıp çalışmayana gelir. 12. 1. 1997 İskenderpaşa /İST

Cihad sadece savaş demek değildir, İslâm'a hizmet demektir, müslümanlara hizmet demektir, Allah'ın dinine hizmet demektir; Allah'a ibadet edilmesine mâni olan engelleri kulların önünden kaldırmak demektir. Kulu Allah'a ibadet edecek hale getirmek için çalışma yapmak demektir. Cihad bu... 12. 1. 1997 İskenderpaşa /İST

Neşeli zamanda Allah'a kulluk edip de, sıkıntılı zamanda Allah'tan dönmek olmaz. İyi bir şey olduğu zaman Allah'a ibadet edip de, kötü bir şey olduğu zaman isyan etmek, feryad etmek, feveran etmek olmaz. Mertliğe sığmaz, ahlâka sığmaz. Allah o kadar nimet vermiş vermiş, bir de şimdi böyle imtihan ediyor. Ne var, ona da sabret!.. Her hale sabredecek. 19. 01. 1997 – İskenderpaşa

Birbirleriyle konuÅŸurlarken:

"--Bu meseleyi ekonomi bazında mütalaa edersek şöyle olur."

Ne demek istiyor bu şimdi?.. Ekonomi ne demek, iktisat demek... İktisadı biliyorduk, niye ekonomiyi soktun?.. Baz ne demek, temel demek... Yâni iktisat açısından, iktisat temelinden incelersek demek... Niye temel varken bazı kullanıyorsun? Türkçesini niye kullanmıyorsun?.. 26. 01. 1997 - İskenderpaşa /İST

Şimdi bu İsveç'e gidince, bir mendeburluk daha duydum. Mendeburlukların haddi hesabı yok... Birisi var; alçak, hasım, düşman bir herif... Gittiği yerlerde zikir dersi veriyormuş. Birisi geldi bana: "Ben filâncadan ders almıştım; şu tesbihi, şu tesbihi çek demişti bana... Aynen sizin söylediğiniz gibi." dedi. Benim söylediğim tesbihleri çekmeyi tavsiye etmiş.

Bu öyle salâhiyetsiz insanların vermesiyle olmaz. Dervişlik sadece tesbih çekmek demek değildir. Dervişlik bir eğitimdir. Eğitecek insanın önemi vardır. Eğitecek insanın belgeli, icazetli olması lâzımdır. Öyle kendi bildiğine bir insan, ordan burdan duyup, görüp; mürşidlere gitmesinler diye zikir dersi veremez. Öyle şey olmaz.

Öyle anlaşılıyor ki, insancıkların yolunu kesmek için yapmadıkları mendeburluk kalmıyor. Allah Allah, sübhânallah!.. Hem tarikata karşı, veryansın ediyor, yazı yazıyor aleyhimize; hem de gitmiş orda şu şu tesbihleri çek diye kendisi tarikatçılık yapıyor. Buna derler samîmiyetsizlik, buna derler mendeburluk...

Mâdem inanmıyorsun, erkekçe inanmıyorum de, kenarda dur. Hiç olmazsa senin mert bir münkir olduğunu anlayalım!.. 26. 01. 1997 - İskenderpaşa /İST

Bir tepikle iki kaburga kemiği kırmak, acı bir olay!.. Duvarları kadının kanlarıyla kanlandırmak, çok acı bir olay, çok feci bir olay!.. İki aşırı olay söyledim, tabii hepsi bu kadar değildir ama, uyumsuzluk ve geçimsizlik vardır ailelerde... Lütfen beyler hanımlarına sevgi göstersin, lütfen hanımlar beylerine sevgi göstersin, saygı göstersin, ailede şu sevgi ve kaynaşma husûle gelsin. Bu sevap, Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi. 15. 02. 1997 – Antalya

Dışa karşı iyi, fedâkâr, cömert, tatlı, sevimli, sabırlı; ailede, içte, kapıdan girdikten sonra gaddar, zalim, bilmem vs. vs. Olmaz, bir insan her yerde aynı olmalı! Hanımına karşı da, çocuğuna karşı da güzel muamele etmeli!.. 15. 02. 1997 – Antalya

Lütfen anneler çocuklarınızı sevin!.. Lütfen azarlamayın, lütfen yanınızdan koğmayın!.. Lütfen çiş yaptı diye kibritle pipisini yakmayın, poposunu çimdirmeyin, iğne batırmayın!.. Yapılan şeyler olduğu için söylüyorum. 15. 02. 1997 – Antalya

Bakın benim kendi çalışmalarım arasında, Türkiye'de bir alevî-sünnî çatışması olmasın diye, alevilerle ilgili benim çeşitli yazılarım, kitaplarım, konferanslarım, konuşmalarım oldu. Neden yapıyorum bunu: Bu çatışma olmasın diye... Mâdem onlar Hazret-i Ali Efendimiz'i seviyorlar, o halde birleşebiliriz diyoruz. Bir müşterek nokta düşünüyorum, o müşterek noktada birleşmeye çalışıyorum. 15. 02. 1997 – Antalya

 İslâm'ı sevdirmek için kendinizi sevdirmeğe mecbursunuz. Kendinizi de sevdirmek için süslenmeğe mecbursunuz. Aynanın karşısına geçeceksiniz, taranacaksınız, dişlerinizi fırçalayacaksınız, güzel elbiseler giyeceksiniz... 15. 02. 1997 – Antalya

Bizim televizyonlarda Ülker'ci kardeşlerimizin güzel bir reklamı vardı: "Önce güneş, hava, su, sonra bol gıda gelir. Akşama babacığım unutma Ülker getir!" diye, böyle nağmeli bir şey... Önce insana hava, güneş, su değil, önce insana îman lâzım geldiğinden, îmanı öğretecek kimseler, hocalar lâzım!.. İmanın uygulanacağı, öğretileceği müesseseler lâzım!.. Önce cami lâzım! 05. 09. 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

Günahları işleyenler neden işliyorlar?.. Zevkli olduğundan işliyorlar. İçki zevkli, kumar zevkli, heyecanlı... Daha başka günahlar, saymaya utanıyorum, onların da kendilerine göre keyifleri, zevkleri filân var amma, sonunda azab olan işler... Güle güle günah işleyen, ağlaya ağlaya azabını çekecek; milyon kere, milyar kere pişman olacak.05. 09. 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

Anne-babasının rızasızlığını, bedduasını, lânetini alan bir kimse iflâh olmaz. İşi ters gider, hayatı kayar, başına felâketler yağar, çok fenâ olur. Onun için anne babasını kızdırmamaya, onların gönlünü hoş etmeye çalışmalıdır. 12. 09. 1997 - Münih / ALMANYA

Farsçada bir atasözü vardır, eski bir tarihî büyüğün mezar taşına altın ile yazılmış ve meşhur bir söz olarak Farsça kitaplarına girmiştir:

Cevr-i üstaz bih ki, mihr-i peder.

"Hocanın baskısı sıkıştırması, dersi çalışsın, bilgiyi öğrensin diye talebeyi sıkıştırması, babanın merhametinden, sevgisinden, kucağına alıp hoplatmasından daha iyidir. Hocanın cevri, babanın mihr ü vefâsından, sevgisinden daha önde gelir" diye buyrulmuş. 12. 09. 1997 - Münih / ALMANYA

Böyle gezdiğim yerlerde birçok kitapları okuyorum. Arkadaşlarımın kütüphanelerinden kitapları çekiyorum, karıştırıyorum. Tabii yanımda kütüphanemi getiremediğim için onların kitaplarını okuyorum. Çeşitli kitapları incelemek fırsatım oluyor. Bakıyorum, bazen tercümeyi yapan, kitabı hazırlayan kimseler bu konuda yeteri kadar bilgiye sahip değil. Elime kalemi alıyorum, hatalarını düzeltiyorum, yanlışlıklarını düzeltiyorum. İsimler yanlış yazılmış, başka hatalar yapılmış; tercümeler eksik, kusurlu, hatta yanlış anlaşılacak şekilde yapılmış oluyor.

Onun için eserin çok bilgili, çok yetenekli, çok uzman bir kimse tarafından yazılmış olması fevkalâde önemli. 12. 09. 1997 - Münih / ALMANYA

Onun için, İslâmî hizmetlerin mâlî yönünü herkes düşünmeli, kesesinin ağzını açmalı; kendi namusunu, haysiyetin, dinini korumalı, çiğnetmemeli! Bu iş parasız olmaz. 12. 09. 1997 - Münih / ALMANYA

Demek ki, çevremizdeki ve dünyadaki, içimizdeki ve dışımızdaki insanların yaşam tarzlarını iman gözüyle incelemeliyiz. Yâni, "Bu yol hangi cins yollar grubuna girer?.. Benim yürüdüğüm yol, Allah'ın kendilerine ihsanda, ikramda bulunduğu insanların yolu mudur; yoksa Allah'ın gazab ettiği kişilerin, sapıtmışların yolu mudur?.." diye kendi yolunu bir denemeli insan... 19. 09. 1997 - Nürnberg / ALMANYA

Onun için, bizim de böyle Arapça'yı öğrenmemiz lâzım ve su gibi Arapça konuşabilmemiz lâzım!.. Ayrıca komşularımızın bir kısmı Arap olduğundan, özel olarak bu sebeple de Arapça öğrenmemiz lâzım! Meselâ ben genç olsaydım aynı zamanda Yunanca öğrenmeye, Bulgarca öğrenemeye de kalkardım. Onlara da heves ederdim, Kafkas dillerine de heves ederdim. Çünkü onlar da komşularımız. Bunun gibi Arapçayı da, zaten komşularımızın bir kısmı Arap olduğundan öğrenmemiz lâzım! 26. 09. 1997 - ALMANYA

Mü'min kardeşlerim, ihlâslı kardeşlerim, Yirminci Yüzyıl'ı bırakın, Yirminci Yüzyıl eskidi, sonuna geldik; Yirmibirinci Yüzyıl'a hazırlanın!.. Her şeyinizi Yirmibirinci Yüzyıl'a göre yapın! Yirmibirinci Yüzyıl'ın hizmetlileri olarak kendinizi yetiştirmeye çalışın!.. 26. 09. 1997 - ALMANYA

Amerika'da ayrıca çok güzel şeyler gördüm; hürriyet havası var, herkes serbest. Çeşitli medeniyetlere mensub, anlayışlara mensub insanların bir arada huzurla yaşamasını esas almış bir toplum. Kendi tabirleriyle multicultural diyorlar. Çeşitli, değişik kültürlere mensub insanların huzur içinde, birbirlerine tecavüz etmeden, baskı yapmadan yaşamasını esas almışlar. Devletlerinin varlığı ve bekası buna bağlı olduğundan buna çok önem veriyorlar. Birisi ötekisini inancından dolayı kınasa, baskı yapsa, polis gelip onu sorgulamağa hak kazanıyor. O bakımdan kimse kimseyi inancından dolayı, kılığından, kıyafetinden, başörtüsünden dolayı kınamıyor, güzel bir şey... İmrendim. 10. 03. 1997 - AMERİKA

Amerika çok güzel bir diyar, çok geniş bir kıt'a... Bizim için ilginç çok yönleri var. Dergiye gönderdiğim yazıda da belirttim, hürriyetler var... Hattâ İslâm'a çok daha sıcak bir ülke... İslâm'a karşı ön yargıları az olan, söylendiği zaman gerçekleri kabul edebilen bir ülke...

Gelişmiş bir ülke... Alt yapısı güzel, alet, edevat, cihaz, ulaştırma, haberleşme, öğrenme, öğretme imkânları geniş, rahat bir ülke... Bunların hepsi güzel... Onun için, burada kardeşlerimizin güzel çalışmalar yapmasıyla İslâm yayılabilir. 10. 10. 1997 - AMERİKA

Amerika'da bir şubemizin olmasını ben çok candan temenni ediyorum. Çünkü, inşallah günlük gazetemiz çıkacak, inşaallah televizyonlarımız gelişecek, radyolarımız gelişecek... Her şeyin çağdaş, çağüstü, en güzel tarzda olması lâzım, çağın önünde olması lâzım!.. En büyük yenilikleri yapabilmemiz lâzım!.. O bakımdan bura ile irtibatlı olmak lâzım! İnşaallah burada böyle bir irtibat merkezi, bir şube tesis edersek, buraya gelmiş olmaktan, sizden ayrı kalmış olmaktan, hasretle geçen günlerden müteselli olacağım. Çünkü, sonuç güzel olacak diye düşünüyorum. Allah nasib eylesin. 10. 10. 1997 – AMERİKA

Ben şimdi Amerika'yı geziyorum: Her iki adımda bir kilise var. Hakîkaten bunlar dindar yaşamışlar, din toplumlarının merkezi olmuş. Avrupa'da da onu gördüm, Almanya'da da öyleydi; eski konuşmalarımda onları da söyledim. Gerçekten dindarâne yaşamışlar, bizim gibi değiller, bizden daha dindarlar. . 10. 10. 1997 – AMERİKA

Ben biraz Amerika'yı ihmal ettiğimiz kanaatindeyim. Tabii biz ihmal etmedik, bizden önceki nesiller ihmal etti. Belki cumhuriyet devletinin ilk başında ihmal oldu, belki ondan önce Osmanlı devletinde ihmaller oldu. Amerika ihmal edilecek bir ülke değil, Amerika ile ilgilenmemiz lâzım!.. . 10. 10. 1997 – AMERİKA

Lâ ilâhe illallah" diyenin doksan dokuz cins belâsı uzaklaşır, kelime-i tevhid onu korur; en aşağısı iç sıkıntısı, kaygı ve tasa... Bunları bile alır gider. Onun için, bazı kardeşlerim ruhî rahatsızlıklarını bana anlattıkları zaman, diyorum ki:

"--Aşk ile, şevk ile lâ ilâhe illallah deyin! Bu söz sadece manevî bakımdan insana sevap kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda maddî faydası da vardır. İlaç gibidir, ruh hastalıklarını tedavi eder, üzüntüleri def eder. İnsanın içini nurlandırır, şenlendirir, alnını pırıl pırıl parlatır, kale gibi sağlam, şeker gibi, lokum gibi, kaymak gibi tatlı bir insan haline getirir." diye söylüyorum. 17. 10. 1997 - AMERİKA

Aziz ve muhterem kardeşlerim! bu Amerika, Kanada, Avrupa gezisinde çok kesin olarak gördüm ki, hayatın devamı için ilim çok önemli... Mutlaka çağdaş ilmi yakalamalıyız ve mutlaka hepimizin ilme sımsıkı sarılması, ilmî vasıtaları elde etmesi ve kullanması lâzım!.. Bunları kullanmadan bu ileri ülkelere yetişmemiz ve çağı yakalamamız, onların karşısında hürriyetimizi, istiklâlimizi korumamız bile mümkün olamayacak. 24. 10. 1997 - KANADA

Hudutlarının içine sıkışmış bir Türkiye'yi ben çok ayıplıyorum. Dünya üzerinde söz sahibi olmalı, merhamet sahibi olmalı, haksızlıkların karşısında durmalı, haksızlıkları engellemeğe çalışmalı!.. Onun için grup oluşturmalı, milletlerden merhametlilerini, milletlerin içindeki merhametli şahısları kendi tarafına çekecek çalışmalar yapmalı!.. 31. 10. 1997 - ALMANYA

Almanya'ya geldik. Almanya ile Amerika arasında çok bariz farklar var. Burada hayat biraz daha katı kurallarla yürüyor. Amerika daha rahat. Amerika'yı gören arkadaşlarla da konuştuk, onların da kanaati aynı. Gerçekten bir rahatlık ve genişlik var her yönden... Hürriyetlerinde de bir daha samîmîlik ve çalışmalar bir imkân fazlalığı var. Tabii kimsenin ihmal etmemesi lâzım! 07. 11. 1997 - ALMANYA

Amerika'da, sırf bir Boston şehrinde yetmiş üniversite olduğunu söylemişlerdi. Bizim Türkiye'deki üniversiteler kadar bir şehirde üniversite var. Tabii üniversiteleri de en güçlü, dünyaca tanınmış en yüksek seviyede ilmî araştırmalar yapan, yüksek seviyede öğrenciler yetiştiren üniversiteler oluyor. Herkes biliyor onları ve onlarda okumak istiyor. Tabii böyle çalışırlarsa, o geniş imkânlarla, o geniş ülkelerde, o geniş topraklarda, o geniş üretimle, o ciddî çalışma ile bizden çok çok daha uzağa giderler. 07. 11. 1997 – ALMANYA

-Devam Edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız."

Mâide, 2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hikmetli söz, müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa almaya en layıktır.

Tirmizi, Ä°lim, 19.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI