Cevaplar.Org

ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’DEN BİR GÜLDESTE-4

Bir kurmay albay diyor ki, "Eskiden Amerika'nın askeri tatbikatlarında düşman kuvvetler kırmızı idi. Kızıl kuvvetler komünistleri temsil ediyordu. Şimdi düşmanı sembolize eden renk bile değişti. Şimdi düşmanı temsil eden renk yeşil oldu." diyor. Dedim, "Hakîkaten böyle mi?.." "Evet, tatbikatlarda şimdi düşman yeşil renkli!.." dedi. 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-10-21 15:53:14

Bir kurmay albay diyor ki, "Eskiden Amerika'nın askeri tatbikatlarında düşman kuvvetler kırmızı idi. Kızıl kuvvetler komünistleri temsil ediyordu. Şimdi düşmanı sembolize eden renk bile değişti. Şimdi düşmanı temsil eden renk yeşil oldu." diyor. Dedim, "Hakîkaten böyle mi?.." "Evet, tatbikatlarda şimdi düşman yeşil renkli!.." dedi. 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN

"Güneydoğu Anadolu'da bir Kürt devleti kurulacak!" deniyor. Biz bunu bir Ermeni kışkırtması olarak söylemek istiyoruz amma, biz bize açıkça, mertçe konuşmak gerekirse; Güneydoğu'da kalmayan olaylardan, Anadolu'nun bir çok illerine sıçrayan vukuatlardan anlıyoruz ki, bazı kardeşlerimiz maalesef bu masala kanmış ve o masal uğrunda çarpışıyor!.. Yâni, gerçekten bir "Kürdistan" kurma ideali ile kan döküyor, can yakıyor, sabotaj yapıyor... Bu da çok net olarak görülüyor. Hepsini Ermeniler'e fatura etmemiz mümkün değil, çok net olarak bunu görüyoruz. 29 Ekim 1992 Söke / AYDIN

O bakımdan ben, meselâ Siyasal Bilgiler'den mezun olan kimseleri, devletlerin stratejilerini çizmeleri bakımından daha uygun görüyorum... Hukukçuları uygun görüyorum. Çünkü, hukuk hayatı, insanların birbirleriyle münasebetlerini tanzim eden bir alan olduğu için, insanla daha yakından ilgili... Herhalde, --eninde sonunda benim edebiyat fakültesinden mezun olduğumu öğrenip de, sonra tarafgirlik yapıyor demeyin ama-- edebiyat fakültesinde öğretilen konuların insana daha yakın; edebiyatın insanı en iyi tercüme eden alan olduğunu ve insan ilimleriyle meşgul olan kişilerin, insan topluluklarıyla meşgul olan kişilerin bu stratejileri çizmeleri gerektiğini düşünüyorum. 21 Ocak 1993 - Bilkent / ANK.

Bilmiyorum duydunuz mu: İspanya'daki boğa güreşlerinde, boğa İslâm'ı sembolize edermiş... Matadorların, onu yaralayıp kanını akıta akıta, sonunda burnundan soluyarak çökmesini sağlayan oyunları da, İslâm'a karşı yapılan çeşitli tedbirleri sembolize edermiş... Hakîkaten bir konuşmacının konuşmasından hatırlayacaksınız: --Agâh Oktay Bey söylemişti. 31 Ocak 1993 - NEVŞEHİR

Dikkat edilirse bizim Türkiye içinde bile ittifak hasıl olmamıştır; olanlar da dağılmıştır. Müslümanlar parça parçadır, rakib rakibdir, grup gruptur, hasım hasımdır... Gıybetçidir, iftiracıdır, dedikoducudur; İslâm ahlâkına yakışmayan durumdadır... Liderleri komplekslidir ve meselelerin şuurundan habersizdir. Onun için mutlaka, müslümanların ittibasında bile bir sorumluluk taşıması lâzım!.. Yâni, ittibaya ehil olmayan, salih ve uygun olmayan bir kimseye ittiba etmek, ona omuz vermek, vebaldir. 31 Ocak 1993 - NEVŞEHİR

Tabii, bizim en büyük kusurumuz, irşad, tebliğ ve işbirliği çalışmalarını ihmal etmemizdir!.. Osmanlı'nın da en büyük kusuru budur. . 31 Ocak 1993 - NEVŞEHİR

Maalesef Türkiye'de askerlerle millet, zaman zaman karşı karşıya gelmiştir, getirilmiştir. Milletin askere kırgınlığı olmuştur; askerin millete yan bakışı olmuştur. Bunun bitmesi lâzım, bunun çözülmesi lâzım... Çünkü, düşmanın elde ettiği faydalardan birisi de sizin bütünlüğünüzü parçalamaktır. Yâni, siz parça parça parçalandığınız zaman; o, şıkır şıkır oynayacak demektir. O bakımdan bu meseleleri halletmeli. 31 Ocak 1993 - NEVŞEHİR

Dünyayı hiç sevmeyeceğiz ama; sevmeye sevmeye, ahiret için dünyaya nizam vermeye de çalışacağız; dünyadan elimizi eteğimizi, ilgimizi çektiğimiz zaman mekân boş kalmadığı için, yerimizi başka insanlar doldurduğu için, nizam-ı alem altüst olduğundan; halbuki nizam-ı alemi tesis için gönderilen ümmet de biz olduğumuzdan... O zaman zulmün ve haksızlıkların, cinayet ve fecâatlerin bir bakıma sebebi biz oluruz, oluyoruz, ihmalimiz olmuş oluyor. 5 Mart 1993 – İstanbul

Ben, geçen gün bize ziyarete gelen arkadaşlara dedim ki, "En kıymetli meslek, imamlık mesleğidir!" Şaşırdılar bize, şoke oldular. En kıymetli meslek, imamlık mesleğidir. Neden?.. Tebliğ etmek için, en uygun meslek... Öbür mesleklerde kıyıdan, köşeden, %10, %15, %20 anlatacaksınız; ama burda, %100 İslâm'ı anlatacaksınız. Sonra muhatabınız var, mekânınız var, davetiniz var, davet saatleriniz var... Minarelere çıkıp bağırıyorsunuz. Gece gündüz sizin davetinize gelenler var... Kadınlar var, çocuklar var, delikanlılar var, esnaf var... Yâni, bu kadar çeşitli öğrenci zemini hiç bir yerde yok, üniversitede de yok böyle bir şey... İyi bir imam, çok büyük işler başarabilir. 5 Mart 1993 – İstanbul

Demek ki, basiretli insanlar, basiretle önceden görüp de tedbirler alması mümkünken, İslâmî şuur ile tedbirler alması mümkünken, masraflar yapması mümkünken ve bu masraflar onun canına, malına, rahatına, keyfine, mutluluğuna çok büyük bir zarar vermeyecek iken, bu ihmaller birikiyor... Adam, zekâtını vermiyor... Adam, hayrını yapmıyor... Adam, cihadını yapmıyor... Adam, gayretini göstermiyor... Ondan sonra da diyor ki: "Ben bu gayreti göstermedim, hem de Allah bana bir ceza vermedi..." Birikiyor ceza öbür tarafta... Sosyal depoda birikiyor ceza, zehir, zenberek, kimyevî madde... Belli bir seviyeye gelince patlıyor, helak ediyor. O zaman el açıyoruz, "Aman yâ Rabbi, müslümanlara acı!.. Aman yâ Rabbi, müslümanları koru!.. Aman yâ Rabbi, müslümanları kurtar!.." diyoruz.

Bunca dua ediyoruz, niye halâ öldürülüyor binlerce Bosnalı, Hersekli?.. Belki, eski cezaların tahakkuk zamanı olduğundan... "Geçmiş olsun, gözünüz aydın! İş işten geçtikten sonra dua ediyorsunuz. Bunlar, eski ihmallerin tahakkuk etmiş cezalarıydı." demek belki bu fiilî durum, bizim gördüğümüz durum... Ben öyle yorumluyorum; Allah, "Duaları kabul ederim!" buyurduğu halde, niye böyle oldu diye düşündüğüm zaman... . 5 Mart 1993 – İstanbul

En son temelini attığımız İzmit Eğitim Tesisleri'ni, Çeşme eski belediye başkanı Zaman Gazetesi'nden okumuş, --Zaman Gazetesi'ne de teşekkür ederiz; çok güzel bir baskı ile, pırıl pırıl, maketi gayet güzel resmetmiş.- 23 Nisan 1993 – Bursa

Bize tasavvuf yarıyor, tasavvufî ahlâk yarıyor... Peygamberî ahlâk yarıyor. O bakımdan Efendimiz SAS Hazretleri'nin başarısındaki, İslâm'ı yerleştirmesi ve yaymasındaki o affediciliği, lütfediciliği, gönül kazanıcılığı önemli görüyoruz, doğru görüyoruz ve kalbimiz onunla mütmain oluyor. Yâni, başka bir şeyle mütmain olmuyor. Yüksek sesle konuşmalardan dahi rahatsız oluyoruz. İşi tatlılıkla götürdüğümüz zaman, en günahkâr insanın bile bir mü'min tarafı olduğunu görüyoruz, bize yanaştığını görüyoruz. Hiç ummadığınız insanların, bakıyorsunuz güzel bir şeyleri oluyor. Ama, sertlikle üzerine vardığınız zaman, en akıllı-uslu insanın bile zıvanadan çıkıp delirdiğini, divane olduğunu, zıpırlaştığını da görüyoruz. 26 Nisan 1994 – Ankara

Bir insan "Lâ ilâhe illallah" diyorsa, sizin elinizden, dilinizden zarar görmemeli... Buna kendinizi alıştırın! Kimseyi gıybet etmemeğe alıştırın!.. 26 Nisan 1994 – Ankara

Kimseyi gıybet etmemeğe alıştırın!..Ben bunu kendim bile yapamadım. Bana çeşitli grupları sorarlar, çeşitli şahısları sorarlar... İsimler üzerinde ileri-geri konuşuruz. Yapamıyorum, yapamıyoruz; demek ki kolay olmuyor. Ben bile yapamadığıma göre, siz de yapamıyorsunuz demektir. Yapılamadığı anlaşılıyor ama, buna alışmalıyız. Kimsenin aleyhinde konuşmamağa, iyi taraflarını görmeğe, "Lâ ilâhe illallah" diyenin yakasından elimizi çekmeğe, serbest bırakmağa alışmalıyız. Yakasından tutacaksak, hiç olmazsa kâfirin, müşrikin yakasını tutmalıyız. 26 Nisan 1994 – Ankara

Onun için metod olarak, sağlam metod olarak, Allah'ın rızasına uygun metod olarak, yumuşak çalışmayı; şuurlu, akıllı-fikirli çalışmayı, kültürel çalışmayı; kalb kazanıcı, gönül kazanıcı, insan kazanıcı çalışmayı uygun görüyoruz. Ağzımızı açıp da İngiliz'e, Fransız'a, Alman'a bile aleyhte bir şey söylemeyi uygun görmüyoruz. Öyle söylersek bütün Almanlar'ı, İngilizler'i... vs. karşımıza düşman olarak çıkarmış oluruz. İyi taraflarını alıp, onları geliştirmeye çalışmalıyız. 26 Nisan 1994 – Ankara

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızasını kazanmanın, Rasûl-i Edîbi Muhammed-i Mustafâ'sının şefaatina nâil olmanın, sevgisini teveccühünü kazanmanın yolunun Dîn-i Mübîn-i İslâm'a ve onun müntesibi olan müslüman kardeşlerimize hizmet etmek olduğunu biliyoruz. Hizmeti kendimize şeref addediyoruz, baş tâcı addediyoruz. Hizmeti nasıl yapabiliriz diye çeşitleri üzerinde gücümüzün yettiğince, aklımızın erdiğince, kültürümüzün, tecrübemizin, müktesebâtımızın bize gösterdiği istikamette, belki karınca kararınca bir şeyler yapmağa gayret ediyoruz. Biliyoruz ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri dinine hizmet etmeyi bize en büyük görev olarak vermiştir. Biz yeryüzünde bir hizmeti görmek için görevlendirilmiş bir ümmetiz. 1 Temmuz 1994 – İstanbul

Devir gelmiş geçmiş, bizim üzerimize nöbet gelmiştir. Bizim şimdi omuzumuzda Allah'ın dinine en güzel hizmet etme görevimiz vardır. Allah'ın huzuruna yüzümüz ak, alnımızın açık olduğu bir şekilde, vicdânen müsterih olarak; elinden geleni yapmış, tâkatinin sonunu, a'zâmisini, kapasitesinin tamamını kullanmış olarak gitmemiz lâzım!.. Rabbimize mazeretimizin olması lâzım!.. "Yâ Rabbi, elimden geldiğince çalıştım." diyebilmemiz lâzım!.. "Sen bana hayat verdiğin müddetçe, senin emirlerini yaymağa, senin dinine hizmet etmeğe gayret ettim." dememiz lâzım!..

Bu zamanın müslümanlarında böyle düşünülmüyor. Herkes yaşamayı gaye edinmiş; yaşamanın içinde İslâm'a da bağlılığı var... Yâni, hayatın gayesi ve ana hedefi İslâm'a hizmet değil; yaşamak esas ve o yaşamının, mesleğinin gerektirdiği işleri yapmak esas... Onun arasında da mesâinin dışında olduğu zaman veya tekaüd olduğu zaman, İslâmla bağlantısı olabilir bir insanın... Ancak İslâm oralarda uygulanabilir gibi bir sakat zihniyet içinde müslümanlar.... Yâni İslâm'ı, İslâm dinini bir garnitür gibi, bir aksesuar gibi düşünüyorlar; ana mesele olarak düşünmüyor müslümanlar... Hayatları, geceleri, gündüzleri, akılları, fikirleri İslâm'a hizmet yönünde değil...

Bu büyük bir kusurdur, yanlıştır. Sahabe-i Kirâm'ın hayatıyla taban tabana zıttır. Sahabe-i Kirâm'ın hiç birinin zihniyeti böyle değildi. Onların mesleklerinin bazılarını biliyoruz, çoğunun ne yaptığını bilmiyoruz bile... Ama hepsini biliyoruz ki, Allah'ın dinini yaymak için dünyanın her tarafına dağılmışlardır. Kimisinin Semerkand'da kabri vardır, kimisinin İstanbul'da kabri vardır... Kimisinin Mısır'da, Tunus'ta kabri vardır... Kimisinin Kıbrıs'ta, Anadolu'da, Kafkaslar'da kabri vardır. Dünyanın her yerine yayılmış ve vazifelerini yapmışlardır.

Bu vazifeleri şimdi biz yapma durumundayız ve elhamdü lillâh maddî planda kendimizi incelediğimiz zaman meslekler yönünden, tenevvür yönünden, kültür yönünden yüksek bir seviyede olduğumuzu görüyoruz. Profesörlerimiz var, mütehassıslarımız var, uzmanlarımız var... Mühendislerimiz var, doktorlarımız var, sosyologlarımız var, yazarlarımız var... Çeşitli meziyette insanlar var... Bu insanlar büyük bir değerdir, büyük bir kıymettir ve büyük bir potansiyeldir. 1 Temmuz 1994 – İstanbul

Geçtiğimiz yıllarda, burada heyecanla bir şirket kurduk. Herkes şu kadar para vereceğim, bu kadar vereceğim diye taahhütte bulundu. O taahhütleri yerine getirmedikleri için şirketlerin kuruluşunda büyük zorluklar çektik. Gittik finansal kiralama ile, bir yerlere borçlanarak işlerimizi yapmak zorunda kaldık. Ya taahhüt etme, ya ettiğin taahhüdü yerine getir!..

Haftalık dergi çıkartacağız dedik, Adapazarı'nda toplantı yaptık; çeşitli vaadler oldu. Ben o vaadimi ödedim. Ben o zamana göre yüksek bir vaadde bulunmuştum. Kendi şahsî imkânımla ben o taahhüdümü ödedim. Bu işi takib eden arkadaşlar çıksınlar, söylesinler! Ama bir çok kimse ödemediği için, biz haftalık dergiyi çıkartamadık.

Ama buna mukabil, Akbük'te yaptığımız toplantıda bir televizyon şirketi kuralım diye coşkulu bir şekilde işe başladığımız için, büyük rakamlarla bir radyo-televizyon şirketi kuralım diye adım attığımızdan, büyük rakamlarla işe başlandığından, bir radyo yayınımız şimdi vardır. Ama orda da taahhütler zamanında tam yerine getirilmediğinden televizyona geçememişizdir ama, radyoyu gerçekleştirmişizdir. Hiç olmazsa asgarî seviyede bir katılım olduğundan, bir atılım yapılmıştır. 1 Temmuz 1994 – İstanbul

Bir toplum eğer çoğalıyorsa, sıhhatlidir; çoğalmıyorsa, sıhhatli değildir. Çoğalmıyorsa, durgunlaşmışsa, duraklama devrine girmiş demektir. Çoğalmaya, gelişmeye, büyümeye açık olmayan bir bünyede, bir kusur var demektir. Biyolojik bir kusur var demektir, bünyesinde bir arıza var demektir... 3 Temmuz 1994 –

Herhangi bir işi Allah rızası için yapmak, onu ibadet haline getirir. Onun için biz, teknolojiyi, teknik eğitimi, teknik sahadaki çalışmaları da tıpkı ilâhiyat sahasındaki çalışmalar gibi, hukuk sahasındaki çalışmalar gibi, planlama sahasındaki çalışmalar gibi önemli görüyoruz. Halkımıza hizmette, devletimize milletimize güç gelsin diye, alnımız açık olsun diye, dinimiz yücelsin diye, kâfirlerin karşısında kuvvetli olalım diye, İslâm'ın bayrağı burçtan aşağı inmesin diye yaptığımız her çalışma gibi, teknik çalışmanın da temelini iman üzerine, bu aşk ve şevk üzerine kurmuşuz. 5 Temmuz 1994 - Kızılcahamam

Onun için ben sizlere(Güreşçilere) abdestli olmanızı tavsiye ediyorum. Güreşe çıkmadan önce elli defa "Bismillâhir rahmânir rahîm" deyin!.. Kimsenin görmediği yerde, Allah rızası için iki rekât namaz kılın!.. Deyin ki: "Yâ Rabbi, biz burda İslâm'ı temsil ediyoruz, Türk milletini temsil ediyoruz. Bizi bu kâfirlerin karşısında mağlub duruma düşürürsen, sadece bize değil dinimize de söz gelecek. Bize yardım eyle..." diye Allah'a dua edin, Allah'a dayanın!..  6 Temmuz 1994 – Kızılcahamam

Bugün Suriye, teröristleri barındıran ülkelerden biridir. "Suriye bir İslâm ülkesi olarak teröristi nasıl barındırır?" diye hayret eden insanlar olabilir. Ama ben Suriye'de seyahat etmiş, oranın sosyal yapısını bilen bir insan olarak şunu hatırlatayım ki, Suriye'de Ermeniler hakimdir, Süryaniler hakimdir. Oranın yönetimi müslümanların elinde değildir. Müslümanlar hapistedir, müslümanlar mağdurdur. Orası gizli bir şekilde istilâya uğramıştır, ele geçirilmiştir. Onun için Ermeni orda teröristi tutup, bu tarafa lojistik destek sağlıyor, insan desteği sağlıyor. Oralarda bir şeyler yapabiliyor. 6 Temmuz 1994 – Kızılcahamam

İnsanın muhabbetle yaşadığı bir grubu olması, çok büyük bir nimettir muhterem kardeşlerim!.. Bunu bilin! Birbirini seven insanların, böyle grup teşkil eden insanların birbirine desteği çok fazladır. 7 Temmuz 1994 - Kızılcahamam

"Yalnızlık, büyük ruhların gıdasıdır." deniliyor; bazan lâzımdır. Çünkü, tefekkür için, ibadet için, zikir için yalnızlık; daha doğrusu Allah'la beraberlik lâzımdır. O da yalnızlık değil, asıl mutlak yalnızlık çok zordur. İnsan orada, en güzel beraber olunacak şeyle beraber olduğu için, yine yalnız sayılmıyor. 7 Temmuz 1994 - Kızılcahamam

İman çok büyük nimettir; imanın kadrini kıymetini bilin!.. İman, insanın elinden edepsizliği yüzünden alınır; edebi yüzünden insan, en kötü durumdan kurtulur. Edebe riayet edin, edepsizlikten şiddetle kaçının!.. 7 Temmuz 1994 - Kızılcahamam

Bir müslümana olarak, Türkiye'deki öncelikli meselelerin en başında, Türkiye'nin birliğini, beraberliğini ve bütünlüğünü görüyorum. Tabii, bu bir politik mesele... "Müslüman niye bunu önce düşünüyor?" diye bir soru hatıra gelebilir. İslâm hürriyetle beraber gidiyor; hürriyet olmadığı zaman İslâm da yaşanamıyor. Bunu Rusya'da, Balkanlar'da, Yunanistan'da ve en son Yugoslavya'da Sırpların davranışlarıyla gördük. Hürriyet olmadığı zaman İslâm'ı da yaşamak mümkün olmuyor. 6. 7. 1994 – Kızılcahamam

Benim Amerika'da, İngiltere'de, Almanya'da, Avustralya'da gezdiğim zaman --bilhassa Avustralya'da-- dikkatimi çeken bir husus oldu: İngilizlerin sosyal çalışmalara, derneklere, cemiyetlere, gruplaşmaya, cemaatleşmeye çok önem verdiğini hayretle gördüm. O kadar önem veriyor ki, işe alacağı adama bile soruyor:

--Sen hangi cemiyetlere üyesin, söyle bakalım!..

O da sayıyor: "İşte şuna üyeyim, buna üyeyim..." Alıyor işe... Hiç bir yere üye olmayan insanı, umûmiyetle işe almıyorlarmış. Niçin?.. Çünkü, "Bu asosyal, cemiyet kaçkını, insanlarla uyum sağlayamıyor, beraber çalışamıyor, grup çalışması yapamıyor." diye...  16. 10. 1994 – İstanbul

-devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.

Âl-i İmrân; 173

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Allah katında, duadan daha kıymetli bir ibadet yoktur."

Tirmizî

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI