Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-3.Bölüm

El Burak Hadiseleri-1928-29 Üç semavi din için de kutsal sayılan Kudüs şehrini kadimden bu yana dini kavga ve ihtilaflar rahatsız etmişti. Ancak, Müslüman vakıf malı olan Ağlama Duvarı etrafında 1928’in Eylülünde patlak verip, Ağustos 1929’da 133 Yahudi ve en azından 116 Filistinlinin hayatına mal olan kargaşa, 20. asırda iki toplum arasındaki en kötü şiddet hareketi oldu


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-09-30 22:35:15

El Burak Hadiseleri-1928-29

Üç semavi din için de kutsal sayılan Kudüs şehrini kadimden bu yana dini kavga ve ihtilaflar rahatsız etmişti. Ancak, Müslüman vakıf malı olan Ağlama Duvarı etrafında 1928'in Eylülünde patlak verip, Ağustos 1929'da 133 Yahudi ve en azından 116 Filistinlinin hayatına mal olan kargaşa, 20. asırda iki toplum arasındaki en kötü şiddet hareketi oldu. Gerisi de diğer seneler geldi. Kısaca bu meseleye de değinelim.

Yahudilerin Beit ha-Mikdaş (Beytülmakdis) dedikleri mâbedden günümüze kalan ve kutsal kabul edilen duvar Yahudilerce "batı duvarı", Batılılarca da "ağlama duvarı" diye isimlendirilir.

Bilindiği gibi, Hz. Süleyman'ın inşa ettirdiği mabed Babillilerin Kudüs'ü istilasında yakılıp yıkılmış, ardından Yahudi kral Hirodes'in (Herode) milâttan önce 20 yılında baş­lattığı çalışma ile eski ölçüleri daha da genişletilerek yeniden yaptırılmışsa da, milâttan sonra 70 yılında Kudüs'ün Ro­malılar tarafından kuşatılması sırasın­da tekrar yakılıp yıkılmıştır. Ağlama du­varı, Hirodes'in yaptırdığı mabedin çev­resini kuşatan duvarın bir kısmıdır ve Kudüs'ün doğu kesiminde, Kubbetü's-sahrâ'nın da bulunduğu Harem-i şerifin batı tarafında Tyropean vadisinin kaya­lık tabanı üzerinde yer alır. 

Duvar aynı zamanda İslam inancına göre Allah Rasulü(aleyhissalatu vesselam)'ın Miraç sırasında bineğini bağladığı ve Kubbetü's-sahrâ ve Mescid-i Kıbli'yi kapsayan Harem-i Şerif'in de batı duvarıdır ve Araplar buraya Peygamber Efendimizin bineğinin adı olan "el Burak" ismini vermişlerdir. Burada şunu da kısaca belirtmek gerekir; Mescid-i Aksa denilince, içinde Kubbetü's Sahra(Hz. Ömer mescidi) ve Mescid-i Kıbli(avam arasında Mescid-i Aksa camii denilir)'yi içine alan 144 dönümlük alan akla gelmelidir ki, Harem-i Şerif de denilir.

Müslümanlar yüzyıllar boyu Yahudilerin burada ibadetlerini yapmalarına, geçmişin hatıralarını yâd etmelerine ses çıkarmamışlardı.

Ama büyük devletlerin Yahudi emellerine alet olmaları, Filistin'e Yahudi göçünün artması, Siyonist bir yüksek komiser ve hukuki sekreterin Filistin'e yerleştirilmesi ile Yishuv denilen Yahudi toplumu çok büyüdü, gücü ve cesareti arttı. El Burak üzerinde hak iddia etmeye başladılar.

Musevilerin 1920'ler boyunca duvar ve çevresini sahiplenmek istemeleri iki toplumun arasını germeye yeterliydi. Yahudiler yandaşlarını etkilemek ve tahrik etmek için basın yayın yoluyla müthiş bir ajitasyon kampanyasına girişmişlerdi.

Müftü Efendi, Yahudilerin nihai amacının batı duvarını bahane ederek zamanla Mescid-i Aksa'nın mülkiyetini ele geçirmek olduğunu söylüyordu. Yishuv'un "sınırsız aç gözlülüklerinin acı tecrübesini" senelerdir yaşamışlardı.

Yine ona göre İngiltere'de başta avam kamarası ve siyasal partiler içinde olmak üzere toplumun her katmanında temsil zemini bulan Yahudi cemaati amacına emin adımlarla ilerliyordu. Batılılar Yahudi'ye zimamı kaptırmışlardı. 1929'da Filistin'deki Yahudi toplumu ile ilgili konularda İngiliz yönetimi ile işbirliği yapmak için kurulan Yahudi Bürosuna Amerikan Yahudilerinin de katılmasıyla Siyonistler dünyada refah ve etki bakımından en büyük güç haline gelecek ve sonunda Duvarı ele geçireceklerdi.

Siyonist Örgütün başkanı Chaim Weizman Amerika Siyonist Örgütünün resmi yayın organı olan "Yeni Filistin"de duvar ihtilafına tek gerçekçi çözümün "Yahudilerin Filistin'e akın etmeleri" olduğunu yazıyor ve ekliyordu; "vatanımızı ve bir iki yıl sürse de duvarı geri almak zorundayız."

Müftü Efendi bu duruma engel olmak için barışçı yolları denedi. Daha önce de değindimiz gibi o, 1936 senesine kadar, Filistin'deki yönetimi karşısına almadan, dengeleri gözeterek İngiliz politikalarını etkileyebileceğine ve değiştirebileceğine inanıyordu.

Yaklaşan tehlikeye parmak basmak ve Filistin'deki İngiliz yönetimini uyarmak için gazetelerde yazılar yazdı, yetkililere özel mektuplar gönderdi. 1 Kasım 1928'de Kudüs'te Filistin, Suriye, Lübnan ve Ürdün'den Arapların katıldığı "Genel Müslüman Toplantısı" toplayarak Müslüman Arapları harekete geçirmeye çalıştı.

Öfke'nin Patlaması-Ağustos 1929

El Hüseyni her ne kadar meseleyi barışçı yollardan çözmek istese de, ne onun ne de Musevi cemaatinin ılımlı kanadının gayretleri gerilimi önlemeye yetmedi ve sonunda toplumsal öfke sokağa taştı.

Olayların fitilini ilk ateşleyenler duvara doğru "Duvar Bizimdir" sloganları ile yürüyen ve Yahudi Marşı "ha-Tigvah"'ı söyleyen Yahudi gençler oldu. İddialara göre, gözü dönmüş bu gurup, gördükleri Müslümanlara saldırdılar ve Hz. Peygambere küfrettiler.

Ertesi gün 2000 Müslüman, duvara yürüdü ve bir kısım Tevrat tomarlarını yaktılar. Bir sonraki gün bir Yahudi çocuk, arkasından misilleme olarak bir Arap genci bıçaklanarak öldürüldü.. Artık işler rayından çıkmış, kan dökülmeye başlamıştı.

23 Ağustos Cuma namazı öncesi köyler ve çevre yerlerden gelen binlerce Arap Mescid-i Aksa'ya akın etmişlerdi. İşin garibi bunların çoğu Müftünün çağrısına uyarak geldiklerini söylüyordu. Zira daha sonra sahte olduğu kanıtlanan, belki de Arap olmayan biri tarafından yazılan ve Emin El Hüseyni'ye isnat edilen bir fetva ortalıklarda gezdirilmişti. Söz konusu fetva Arapların Mescid-i Aksa'yı savunmak için Kudüs'e gelmeleri gerektiğini söylüyordu.

Hava pusluydu ve provokasyon kokuyordu. İşlerin nereye gidebileceğinden endişelenen Müftü Efendi, ağlama duvarının yakınındaki evinden telaşlı bir biçimde ayrıldı. İngiliz yetkililere haber göndererek, Harem ve eski şehir etrafındaki polis sayısını ve güvenlik önlemlerini artırmalarını istedi. Cuma vaizi Said el Katip'ten tansiyonu düşürücü bir konuşma yapmasını, kendisini coşkuyla karşılayan halktan da camiye girip vaazı dinlemelerini istedi.

Namazdan sonra gerilim ve heyecan daha da arttı. Müftü Efendi ve onun gibi bazı zevatın yatıştırma çabaları hınç ve öfke selinde, ateşli ve radikal hatiplerin nutukları arasında buharlaşıp gitti. Mehmed Akif'in dediği gibi "Galeyan geldi mi, mantık savuşuyordu."Kısa sürede şiddet her yana yayıldı. Ertesi hafta ise "çok daha az merhamet, akıl ve sabır vardı."

Sonunda İngilizler isyanı bastırabildi. Ama bu, 133 Yahudi ve 116 Arap öldürüldükten sonra başarılabildi. Bunu izleyen günlerde 1300 Filistinli, mahkeme karşısına çıkarıldı. Bunlardan yirmi beş kişi idama mahkûm edildi, üç kişinin idamı infaz edildi.

Olaylar bittikten sonra el Halil şehrine gelen Britanya Yüksek Komiseri John Chancellor "son bir kaç yüzyılda bundan daha korkunç olayların olduğunu sanmıyorum. Bu ülkeden öyle bıktım ve öyle iğrendim ki" demişti, "mümkün olan en kısa sürede burayı terk etmekten başka bir şey istemiyorum'

İngilizler şiddet olaylarını araştırmak için bir komisyon kurdular. Shaw komisyonu aşağıdaki kararları aldı;

1-Şiddetin doğrudan sebebi, 15 Ağustos 1929'daki revizyonist Yahudilerin gösterileriydi.

2-Şiddet kendiliğindendi, örgütlü değildi.

3-Şiddet ekseriyetle müftü efendinin nüfuzunun az olduğu yerlerde çıkmış, etkin olduğu yerlerde çıkmamıştı.

4-Müftüye atf edilen ve Arapları Mescid-i Aksa'yı savunmaya çağıran fetvanın asılsız olduğu ortaya çıktı..

Mesele uluslarası boyuta taşındı ve Cemiyet-i Akvam'a(Milletler Cemiyeti) götürüldü. Milletler Cemiyeti tarafından kurulan bir heyet, duvarın Müslümanların mülkiyetinde olduğuna, Yahudilerin ise orada dua edebileceklerine karar verdi.

Burak hadiselerinin neticeleri üç şekilde oldu;

1-Bu hadiseler sonrası Emin el Hüseyni, Filistin'in en popüler siyasal lideri mevkiine yükseldi.

2-Aynı zamanda Filistin Yahudi toplumunca en fazla nefret edilen Arap haline geldi.

3-Filistinli Araplarda artık İngilizlere karşıtlık ve onlara aktif bir şekilde karşı çıkma fikirleri bu dönemde yeşerdi.

Müftü Efendide Kudüs'ü İslam ülkelerinin ortak sorunu haline getirme ve dış destek arayışları da yine bu dönemde başladı.

İngiltere'nin Çözüm Teklifi: Passfield Beyaz Kitabı

İngiltere, Shaw Komisyonunun araştırma ve tavsiyelerine dayanarak Filistin'le ilgili raporunu 1930 yılının Ekimi'nde yayınladı. İngiltere, Passfield Beyaz Kitabı (Passfield White Paper) olarak bilinen bu raporda, Arap ve Yahudi işbirliğine dayanan bir yönetim tavsiye etmekte ise de, raporun esas ağırlığı, Filistin'deki toprak meselesi ve Yahudi göçleri konusunda söyledikleriydi. Şöyle ki:

1-Filistin'de ekilebilir toprakların miktarı 6.544.000 dönümdür. Yahudilerin iyi bir teşkilatlanma ile ve başarılı bir toprak politikası takip ederek 1 milyon dönüm toprağa sahip olmasına karşılık, Arap nüfusun üçte biri topraksızdır. Her Arap ailesinin normal yaşantısı için kuru arazide 130 dönüme ihtiyaç olduğu halde, ortalama ancak 90 dönüm araziye sahip bulunmaktadır. Arap kitlesinin nüfusunu göz önüne alınca aradaki farkı kapatabilmek için daha 8 milyon dönüm ekilebilir toprağa ihtiyaç vardır.

2-İngiliz Manda Yönetiminin esas görevi, "Filistin halkının diğer kesimlerinin" zararına olmamasını sağlamak iken, bu göçler Araplar için hem toprak yetersizliğine ve hem de işsizliğe sebep olmaktadır.

3-Dolayısıyla hem göçler ve hem de Yahudilere toprak satışı sınırlandırılmalıdır.

Diyebiliriz ki Pasfield Beyaz Kitabı, İngiltere'nin Filistin problemine yönelik hazırlattığı belgeler içinde, Arapları destekleyen ve Arap görüşlerini benimseyen tek belge olma özelliğine sahiptir.

İngiltere'nin Passfield Beyaz Kitabı'yla Yahudilerden ziyade Araplara meyletmesi Yahudilerin tepkisine sebeb oldu. Raporun açıklanmasının ardından Dr.Chaim Waizman, Dünya Siyonist Teşkilatı başkanlığından istifa etti. Weizman'a göre Passfield Beyaz Kitabı Siyonizme bir ihanet idi. Beyaz Kitabın yayınlanmasının hemen ardından Filistin'de bulunan Yahudi Milli Meclisi, sekiz saat süren bir toplantıdan sonra manda hükümetiyle irtibatını kestiğini duyurdu. Beyaz Kitap gerek İngiltere'deki ve gerekse dünyadaki Yahudilerin sert protestolarına sebep oldu.

 Passfield Beyaz Kitabına Yahudi tepkisi o kadar şiddetli oldu ki, İngiltere Başbakanı MacDonald 13 Şubat 1931'de Dr. Weizman'a bir mektup yazarak, Passfield Beyaz Kitabı'nın İngiltere'nin 1917 Balfour Deklarasyonu ile bağlı bulunduğu politikada hiçbir değişiklik meydana getirmediğini söylemek, gerek Yahudi göçleri, gerek toprak konusunda gayet yumuşak ve ümit verici ifadeler kullanmak zorunda kaldı.

MacDonald'ın bu mektubu, Araplar açısından Beyaz Kitabın öngördüğü Arap haklarını yok etmesi anlamına geliyordu. Bu yüzden Araplar bu mektuba "Kara Kağıt" demişlerdir. Bu belge onların gözünde uluslararası Yahudi Âlemi'nin Londra'daki nüfuzunu ispat eden bir senetten başka bir şey değildi.

İngiltere'nin bu politika değişikliğinde Yahudi lobilerinin yanında İngiliz hükümetindeki muhalefet cephesinin de etkisi olmuştur. Örneğin Siyonizm'e sempatisiyle bilinen İngiliz devlet adamlarından Lloyd George ve Winston Churcill, İngiltere'nin yayınladığı beyaz kitabı protesto etmiş ve hükümetin bu belge ile daha önce Yahudilere verilen hakları inkâr ettiğini iddia etmiştir.

Philip Mattar bu konuda şöyle diyor; "1928-29'da İngiliz hükümeti ile işbirliği yapması, İngilizlerin Araplar lehinde kararlar almasını sağlamıştı. Ne var ki, şimdi hem Ağlama Duvarı üzerindeki hukuki kavga, hem de Filistin üzerindeki siyasal kavga, kendisinin de anladığı gibi, bir nedenden dolayı tehlikeye düşmüştü; Siyonist Diplomasi!

Bu, özellikle, Londra ve Cenova'daki, Filistin'de Filistinlilerin bütün kazandıklarına göz diken dünya Yahudiliği idi. Filistinliler diplomatik olarak zayıftılar, Müslüman ve Arap dindaşlarının yardımına ihtiyaçları vardı."

1931- Dünya İslam Kongresi (Mu'tamar İslami 'Amm)

Müftü Efendi'nin girişimleri ile Kudüs'te toplanan İkinci Dünya İslam Kongresi, 30'lu yılların ortamında düzenlenmiş olması itibarıyla çok ileri ufuklu bir aksiyondu. Bu toplantı, Kudüs sorununu bölgesel olmaktan çıkarıp, uluslararası İslami camianın bir meselesi haline getirdiği gibi, Emin el Hüseyni'yi de İslam coğrafyasında büyük saygınlığı olan bir lider konumuna getirdi.

Kongre'nin önemi hakkında, Tarih Uzmanı Doç. Dr. Gürsoy Solmaz şunları ifade etmektedir: "Birinci Cihan Harbi'nin hemen ardından, yakılıp yıkılmış İslam coğrafyasının garip evlatlarının 1931 yılında, günümüzden 81 yıl önce Kudüs'te bir araya gelmeleri ve 17 maddelik çok çok önemli bir beyanname ortaya koyabilmeleri muazzam bir irade ve kararlılığın sonucudur. Muazzam bir hadisedir. Kongre'nin Kuran'da adı geçen bu beldede gerçekleşmesi ayrıca önemlidir. Alınan kararlar aksiyoner bir yaklaşımla, fonksiyonel bir sonuca vardırılamamıştır. O Kongre'nin ortaya koyduğu hedefleri Müslümanlar bugün hayal bile edememektedirler."

Hüseyni, Ekim 1931 tarihinde Arap ve Müslüman ülkelerin başkanlarına ve çeşitli örgütlere "İslam'ın içinde bulunduğu durumu değerlendirmek ve çıkarlarını savunmak için alınacak tedbirleri konuşmak üzere" Kudüs'te düzenlenecek İslam Kongresi için davet gönderdi.

Dünya İslâm Kongresi Haziran 1926'da, hilâfetin kaldırılmasıyla doğan boş­luğu doldurmak ve bütün Müslümanların birliğini sembolize edebilmek için Mekke'de, Hindistan Hilâfet Hareketi'nden tanınan Şevket Ali ve Muhammed Ali kardeşler, Filistin Baş müftüsü Emîn el-Hüseynî, Ezher Şeyhi Muhammed ez-Zevâhiri, Muhammed Reşîd Rızâ, Türkiye'den Servet Bey ve Endo­nezya'dan Şeyh Ömer Coakrominoto gi­bi bir grup aydın tarafından kuruldu; ancak tüzüğünün hazırlanarak yönetim kad­rosunun seçildiği 1931 yılında Kudüs'te yapılan bahsedeceğimiz kongreye kadar düzenli bir faaliyet içine giremedi.

Müftünün önerdiği kongre, davetiyelerin gönderildiği ülkelerde büyük ilgi ve destek gördü. Fakat bu ülkelerin yöneticileri bu hadiseden o nispette kaygılandılar. Bunun başında ise, Türkiye geliyordu.

Yrd. Doç. Dr. Özlem Tür, bu konuyu veciz şekilde şöyle özetlemektedir; Kongre Türkiye'de Halifelik kurumunun tekrar oluşturulması yönünde tartışmalara sahne olabileceği ve eski Halife Abdülmecid'in tekrar Halife olarak atanmasını gündeme getirebileceği için endişeyle karşılandı. Askeri-bürokratik seçkinler, reformların tam da oturmaya başladığı aşamada dışarıdan gelecek bir halifelik tartışmasını kabul edilemez olarak niteliyorlardı. Her ne kadar el-Hüseyni kendisiyle konu üzerine iletişime geçen Mısır'ın el-Ahram gazetesi editörüne Abdülmecid'in tekrar Halife olarak atanmasının kesinlikle gündeme gelmeyeceğini söylemiş olsa da, aynı konuşmada halifeliğin genel olarak, teorik çerçevede konuşulabileceğini, o günün koşullarında gerekli olup olmadığının tartışılabileceğini söylemesi endişelerin çok da yersiz olmadığına işaret ediyordu."

Kudüs'teki İslam Kongresi, 3 Aralık 1931'de TBMM'nin gündemine gelmiştir. Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey (Aras) yapılması planlanan Kongre'yi "şeriatçı" olarak nitelemiştir. Aras "dini siyasal bir araç olarak kullanan iç ve dış politikalarla karşı karşıyayız" açıklamasını yaparken el Hüseyni'yi kastediyordu ki, özel bir konuşmasında da onun için "sorumsuz" nitelemesinde bulunmuştu.

Tedirgin olan kesimler sadece elitist Türk Bürokrasisi değildi elbet. Başta İngiltere, sömürgelerinde bir uyanış olabileceği endişesini taşıyordu. İtalya da Libya'da yaptığı katliamlar ve insanlık dışı vahşetler gündeme gelebileceği için diken üstündeydi ve Faşist Yönetim İngilizleri İtalyan- İngiliz ilişkilerinin bozulabileceği konusunda uyarmıştı. İtalyanlar bu kongrede Libya konusunun gündeme gelmesinin İslam ülkelerinde İtalya mallarına karşı bir ambargo ve boykota ve Tripoli'de bir başkaldırmaya yol açabileceğinden ciddi endişe ediyorlardı. Zira Libya'da mücahid direnişinin kırılması ve Ömer el Muhtar'ın idamının üzerinden sadece birkaç ay geçmişti. Bunun gibi, Mısır'ın kukla yöneticileri, Arabistan'ın sözde bağımsız liderleri de Müftü efendinin yıldızının parlamasından endişe içerisindeydiler ve bu konuda efendileri İngiltere'yi çeşitli şekillerde uyarıyorlardı.

İngilizler kongrenin iptali ve en azından ertelenmesi konusunda bayağı uğraştılar ama muvaffak olamadılar. Sonunda, Kongreye razı olmayı ama hiçbir resmi onay vermemeyi, sabık halifeyi Filistin'in dışında tutmayı, nazik meselelere girilmemesi konusunda Emin el Hüseyni'yi uyarmayı ve kendi tabirlerince "kalleş" ve "sinsi" müftüyü yakın takibe almayı kararlaştırdılar.

Kongreye katılım büyük oldu. Yirmi ülke'den gelen 145 delege arasında ünlü şahsiyetler dikkat çekiyordu; Hind alt kıtasından şair ve mütefekkir Muhammed İkbal, Mısır'dan Müftü efendi'yi yakından etkilemiş şahsiyet Reşid Rıza, Arap Cemiyeti genel sekreteri Abdurrahman Azzam, Hasan Halid Paşa (eski Doğu Ürdün Başbakanı), Cezayirli Emir Abdülkadir'in torunu Emir Said el-Cezairi, daha sonraki senelerde iki defa Suriye'de başbakanlık yapmış olan Şükrü el Kuvvet, Lübnanlı siyasetçi Riyat el Sulh ve İran'ın sürgün siyasal lideri Ziyaüddin Tabatabai de oradaydı.

Kongreye katılan 145 delegenin 32'si Filistin'den, 24'ü Ürdün'den, 31 'i Suriye'den, 25'i Mısır'dan, 8'i Irak'tan, 7'si Hindistan'dan ve 18'i de dünyanın başka yerlerindeki Müslüman grupları temsilen gelmişlerdi. Kongreye Yemen hariç hiçbir ülke resmi olarak katılmamıştı.

Müftü Efendi'nin kongrenin başlangıç günü olarak Miraç Gecesi'ni seçmesi de katılımcıların Kudüs ve Mescid-i Aksa gayretini tetiklemesi bakımından anlamlıdır.

Kongre'nin açılış konuşmasını yapan Emin El Hüseyni; "Filistin'in Siyonist bir ulusal devlet kurulması tehlikesi altına girdiğini" belirtti. 6 Aralık 1931'de başlayan kongre 11 gün sürdü ve o zamanın şartları altında çok cesur kararlar aldı. Müftü Emîn el-Hüseynî'nin başkan se­çildiği bu toplantıda Hindistan'dan Dr. Muhammed İkbal ve Mısır'dan Alûbe Paşa başkan yardımcılıklarına, İran'dan Ziyâeddin Tabâtabâî de genel sekreter­liğe getirildiler.

Müftü efendi, zülfiyare dokunacak meselelere girilmeyeceği konusunda İngiliz yetkililere güvence vermişti. Ama katılımcılar ister istemez bu meselelere değindiler.

SSCB'nin din karşıtı politikaları, İtalya'nın Libya'daki insanlık dışı vahşi eylemleri, Fransa'nın Fas politikası ağır bir dille eleştirildi. 

Kararların açıklandığı sonuç bildirisinin ilk iki maddesi şöyleydi;

 "Madde 1: Dünyanın her yerinden Müslümanların katılımıyla düzenli ve genel bir kongre düzenlenecek ve bu kongre İslam Genel Kongresi olarak anılacaktır.

Madde 2: Kongrenin hedefleri şunlardır:

a) İslam inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliğini ve genel İslam kardeşliğini geliştirmek.

b) Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.

Kongre Filistin'le alakalı özetle şu konulara değindi; Gittikçe artan Yahudi göçü, Yahudilere toprak satışı ve Uluslararası Ağlama Duvarı komisyonu kararları kınandı.

Yine Kongre delegeleri Siyonist malların boykotunu, Filistin'de toprak alınıp Müslüman evkafına devri için bir fon kurulmasını, Kudüs'te İslami bir üniversite açılmasını ve Hıristiyan Arap Filistinlilerle dayanışmayı tavsiye etti.

Misyonerlik ve ateizmle mücadele için Reşid Rıza başkanlığında bir dernek kurulması, birinci cihan harbi sırasında yıkılan Hicaz Demiryolunun onarılması, Yirmi beş kişilik bir yürütme heyetinin kurulması ve başkanlığına Emin El Hüseyni'nin getirilmesi, Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda bu heyetin arabuluculuk görevini üstlenmesinin kabulü kongrenin aldığı kararlardan bazılarıydı.

Konferansın icra heyeti üyeleri arasında şu simalar görülmektedir. Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni, Bosna'dan Şeyh Salim Efendi, Kafkasya'dan Şeyh Şamil'in torunu Emir Said Şamil, Varşova'dan İyaz İsaki ve Hind kıtasından Muhammed İkbal.

Açılması öngörülen İslam Konferansı irtibat büroları arasında Doğu Türkistan, Balkanlar, Kıbrıs, Polonya, Finlandiya, Yugoslavya, Almanya ve bazı Arap ülkeleri ile Afrika ülkeleri, Endonezya, Filipin, Şanghay ve Avustralya yer almaktaydı.

Müftü Efendi'nin cesur girişimleri ile yapılan Kongre, alınan kararlardan bazılarının hayata geçirilememesi(mesela maddi imkânsızlıktan Üniversite'nin açılamaması gibi)ne rağmen İslam coğrafyasında şimdi bile hasretini çektiğimiz bir kardeşlik fikri ve moral gücün oluşumuna vesile oldu.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Fahreddin NurtaÅŸ, 2013-10-08 16:49:26

Allah razı olsun, çok güzel bir çalışma. devamını bekliyoruz.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

Ä°sra, 84

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi...

Buhari,Ebû Davud,Tirmizi, Nesai

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI