Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-1. Bölüm

“Bu zat, son asır İslâm liderlerinin en temizlerinden, en samimilerinden, en fedakârlarından ve İslâm düşmanlarının oyunlarını en iyi bilenlerden, çok bilgili, tecrübeli ve basiretli bir mücahid idi.” Ali Ulvi Kurucu


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-03-06 09:01:56

Takdim

"Bu zat, son asır İslâm liderlerinin en temizlerinden, en samimilerinden, en fedakârlarından ve İslâm düşmanlarının oyunlarını en iyi bilenlerden, çok bilgili, tecrübeli ve basiretli bir mücahid idi." Ali Ulvi Kurucu

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Gurbet Senelerinde İslam'ın Yüz Aklarını anlatmaya çalıştığımız bu bölümümüzde sıra Filistin Kurtuluş hareketinin mimarı ve 20. Asrın ilk yarısında tek lideri olan El-Hac Muhammed Emin el Hüseyni merhuma geldi.

Haydar Bammat, İslam'ın Çehresi adlı eserinde diyor ki; "Milletlerin hayatında öyle devirler vardır ki, o esnada bütün kabiliyetler adeta etraftan fışkırarak meydana çıkar. Ve her tarafı olağanüstü bir canlılık kaplar. Her yandan sayısız üstün insanlar kendilerini gösterirler ve olayların gidişine müstesna kişiler damgalarını basar."

 İşte Emin el Hüseyni, o müstesna kişilerden birisi ve yirminci asrın en renkli simalarındandır. Baş döndürücü aksiyonu ile dost düşman herkesi şaşırtan bu müstesna insan hakkında internet ortamında olsun, kitap dünyasında olsun çok dezenformasyon var.

Hakkında yazılanlar ya onu kötülemeyi ve eylemini aşağılamayı vazife edinen Siyonist İşgalci devletin yazarları ve onların hempaları, ya da onu ve davasını mübalağalı anlatımları ile ayrı bir tahrife uğratan Ulusalcı Arap yazarlar veya Nasyonal Sosyalist Almanlar tarafından kaleme alınmıştır.

Bizdeki eski tüfek solcu, şimdi ulusalcı kalem erbabının yazdıklarını ise hiç kâle almaya değmez. Siyonistlerin servis ettiklerini tercüme edip sunmaktan öte bir şey yapmamışlardır.

Onun hakkında kamuoyumuzu aydınlatan en çarpıcı bilgiler, merhum Ali Ulvi Kurucu Beyin hatıratı ile gün yüzüne çıktı. Allah kendisinden ebeden razı olsun.

Bu kısa çalışma inşallah merhum Müftü hakkında öz bir bilgi sunmaya vesile olur. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

Doğumu ve Nesebi

El- Hac Muhammed Emin El Hüseyni, Hicri 1313(M. 1895) senesinde Kudüs'te, şehrin ileri gelen ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Merhumun doğum tarihi aslında ihtilaflıdır. Bazı kaynaklar 1893, bazıları 1896, bazıları ise 1897 olarak vermektedirler.*

Hüseyni isimlendirilmesinden de anlaşılacağı üzere, kendisi Seyyiddir. Ailesinin kökeni Hz. Hüseyin'e(r.a) dayanmaktadır.

Hüseyni ailesi, Miladi 14. yüzyılda Kudüs'e yerleşmeye başlamalarından önce, iki yüzyıl kadar Kudüs'ün güneybatısında küçük bir köy olan Vâdi el Nusur'da ikamet etmişlerdir. 

Kudüs'e yerleştikten sonra Hüseyniler, zamanla Kudüs müftülüğü, şeyh-ül Harameynlik(Kudüs'teki iki büyük caminin görevlisi olma) ve Nakîb-ül Eşraflık* vazifelerinde bulunmuşlardır. 18. Yüzyıl'ın sonunda Kudüs müftülüğüne getirilmelerinden sonra da 20. asrın ortalarına kadar- bazı kısa fasılalar hariç- bu vazifeyi deruhte ettiler.

Osmanlı devletinde itibarlı bir sülale olan Hüseynilerden Said el Hüseyni 1876'da kurulan ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanında Kudüs milletvekili olarak vazife almıştır.

Aile ortamı

Babası Tahir Efendi Kudüs müftüsü idi ve üç oğlundan birinin(Kâmil, Emin, Fahri) kendisinin yerine geçmesini arzu ediyordu..

Emin Efendi'nin annesi Zeynep hanımdı. Çok muttaki bir hanımefendi olan Zeynep hanımın küçük Emin'in ahlaki ve manevi terbiyesinde en büyük rolü oynadığını söyleyebiliriz.

Tahir Efendi'nin ikinci hanımı olan Zeynep hanımdan iki erkek evladı olmuştu; Emin ve Fahri Efendiler. İlk hanımından da yedi kızı ve bir oğlu vardı.

Hüseyni ailesi kadimden bu yana Osmanlı devletine sadakat ile bağlı idi. Emin Efendi buna işaret sadedinde; "biz evimizde, sofra dualarımızda filan; "Allah'ım! Manevi babamız olan Peygamber vekili Halifemizi koru" diye dua ederdik" demiştir.

Yine bu derinden sevgiden dolayı, ileride hatıralarından bahsederken değineceğimiz gibi, "ben bu milleti kendi ecdadımdan fazla severim" diyecektir.

Eğitimi

Küçük Emin, ilk eğitimini Kudüs'te babasından aldı. Yukarıda belirttiğimiz gibi, babaları, üç oğlundan birisinin kendisinden sonra bu vazifeyi üzerine almasını istiyor ve çocuklarının eğitimiyle yakından ilgileniyordu. Hatta Tahir Efendi, onları bu vazifeye hazırlamak amacıyla sık sık odasında dini, hukuki ve güncel soru ve sorunlar etrafında münazara ve tartışmalar tertip ediyordu..

Emin Efendi evdeki eğitiminin yanı sıra bir mahalle mektebine kaydoldu. Kaynaklarımız, kendisinin on yaşlarında Kur'an'ın bir kısmını ezbere aldığını belirtmektedir.

Daha sonra, Türkçe eğitim veren bir hükümet okulunda Türkçesini ilerletmiş, ardından da mahalli bir Fransız okulunda Fransızca öğrenmişti. Yıllar sonra kendisiyle görüşen muhterem Abdülkadir Badıllı ve Seyyid Salih Özcan beyefendiler, Müftü Efendi'nin çok fasih bir Türkçe konuştuğunu bize aktaracaklardır..

1908 senesinde babası Tahir Efendi'nin vefatı üzerine, babası yerine Kudüs müftüsü olan üvey ağabeyi Kamil Efendi'nin ve annesi Zeynep hanımın ısrarları ile kuzeni Yakup el -Hüseyni ile birlikte Mısır'daki Ezher Üniversitesine kaydoldu. Ailesi onun ileride Kudüs müftüsü olması için Ezher'de iyi bir eğitimden geçmesi gerektiğini düşünüyordu..

Ezher Yılları

1912 senesinde Ezher'e kaydolan Hüseyni, Fıkıh, İlm-i Kelam, Arap dil ve edebiyatı ve Felsefe dersleri aldı. 

Aldığı ahlak ve terbiye ve zekâsı ile kısa zamanda arkadaşları kendisine hayran olmuşlardı.

Bir yandan Ezher'e devam ederken, öte yanda bir edebiyat öğrencisi olarak şimdiki Kahire Üniversitesine devam etti.

Aynı zamanda, aile dostu olan Mısırlı Reşid Rıza'nın okulu olan Dârü'l Dâvâ el-İrşad'da da okumuştur. Reşid Rıza, bu kabiliyetli genç ile yakından ilgilenmişti.

Genç Emin'in ilk siyasi faaliyetleri de Ezher'de filizlenmiştir denebilir. O sıralar Filistin'e Yahudi göçü hızlanmıştı. Öyle ki, politik Siyonist hareketin kurucusu Theodor Herzl (1860 -1904)'nin 1897 senesinde topladığı ilk Siyonist kongresinden sonra, zamanla Yahudi nüfusu kabarmaya başlamıştı. 1882'de 25 bin olan bu nüfus, 1914'de 85 bine yükselmişti. Mezkûr kongrede Herzl şöyle demişti; "Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem, bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir."

Filozof Rıza Tevfik'in dediği gibi "asrın en siyasi padişahı" olan merhum Sultan Abdülhamid Han, Uluslararası Yahudilik ve onun yardakçılarına karşı otuz üç sene dimdik durmuştu.

Emin el Hüseyni bu konuda şunları söylüyor; "Hayret ederim: Sultan Abdülhamid, yalnız başına, Yahudi denen bu güçlerle nasıl savaşmış; otuz üç sene nasıl dayanmış. Ne kuvvetli imanı varmış!

"Herzl, hatıratında "Dokuz sene Sultan'ın peşinde koştum etrafında dolaştım, ancak beş kere görüşebildim... Saray erkânı­nı elde ettim, hepsiyle ahbap oldum. Buna rağmen bir şey elde edemedim. Bu adam beni dertli etti, diyor.

"Sultan'ın, çok cazip teklifleri reddederek vermediği Filis­tin'i, bizler maalesef Yahudi'ye verdik..."

Merhum Ali Ulvi Kurucu Bey şunları anlatmaktadır; "Üstad Hasan-ül Benna, Kuba'daki hurma bahçesinde yaptığı sohbete, yine Filistin Müftüsü Emin el-Hüseynî'nin Sultan Abdülhamid'e dair anlattıklarını naklederek devam etti:

"Müftü Efendi, Sultan Abdülhamid'i hepimizden fazla bilen bir büyüğümüz. Onun söylediğine göre, Sultan Abdülhamid'den Kudüs mutasarrıfına, kâtib-i adle yani notere, mahkeme reisine, sık sık talimat, ferman gelirmiş ki: Sakın Yahudiler, Kudüs-i Şerifte yer almasınlar. Onlara gayrimenkul satılmasın! Bir karış yere, bir avuç altın bile verseler, sakın satış yapılmasın!"

Maalesef, o büyük kahraman, akıllı sultandan sonra, gün geldi, biz maalesef Filistin'in tapusunu Yahudilere verdik. Bu acı günleri bizler, ne yazık ki gördük..."

Bu ciğersuz husus hakkında değerli âlim Mehmed Kırkıncı Hocaefendi'nin yazdıklarını da nakletmeden geçemeyeceğim; "Osmanlının çok sıkıntılı döneminde, Yahudiler Filistin topraklarından bir miktar alabilmek için yüklü miktarda İngiliz altını teklif ettikleri halde, Abdülhamit; "Biz o toprakları kan dökerek aldık, ancak kanla geri veririz" diyerek onların bu teklifini reddetmişti.

II. Abdülhamit, Yahudilerin Filistin topraklarında mal edinmesini ve oraya yerleşmelerini yasaklamış, Osmanlı topraklarındaki Yahudilere para yardımı yapmıştır.

Ancak, 29 Ağustos 1897'de Yahudilerin ileri gelenlerinden Dr. Herzl'in başkanlığında İsviçre'nin Basel şehrinde toplanan Yahudiler, Filistin topraklarını parayla satın almayı ve orada bir devlet kurmayı planlamışlardır. Böylece Filistin toprakları üzerinde kurulacak bir İsrail devletinin temeli atılmış oluyordu.

Sultan Abdülhamit, Filistin'de Yahudi mülklerini kontrol altında tutuyor, sürekli bölgeden rapor istiyordu. Sultan Abdülhamid, Avrupalı ülkelere karşı, dış borçları yapılandırmada Herzl'i bir vasıta olarak kullanmış, bu işi başardıktan sonra onunla görüşmelerini kesmiştir.

Maalesef daha sonra, Filistin'deki Müslümanlar büyük bir gaflet, tamahkârlık ve para hırsıyla, topraklarını Yahudilere satarak İsrail devletinin kurulmasına vesile oldular.

Abdülhamid'in tahttan indirilmesi ve İttihatçıların iktidara gelmesiyle bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti tamamen ortadan kalkmış, 1904 yılında ölen Dr. Herzl'in hayali, ölümünden 44 sene sonra gerçekleşmiş oluyordu. Osmanlının, Yahudilere bu kadar hürriyet tanımaları, müsamaha göstermeleri ve huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamalarına rağmen, onlar Filistin'de devlet kurmak isteyen bir grup Yahudi'nin emellerine engel olan Sultan Hamid'i tahttan indirmek için İttihatçılara yardım ettiler.

1915'de Ermeniler topraklarımızdan sürülünce ekonomi tamamen Yahudilerin eline geçmişti. Hatta Ermenilerin sürülmesinde hükümeti harekete geçirenler de Yahudilerdi. Nitekim çok zengin biri olan hilekâr ve riyakâr bir Yahudi olan Emanuel Karasu hem Sultan Hamid'e 'hal' kararını tebliğ eden heyetin reisi; hem de tehcir kararını veren Talât Paşa'nın bankeri idi. Anadolu'da yaşayan Yahudilerin ekserisi de 1948'de kurulan İsrail'e göç emişlerdir.

Sultan Abdülhamit tahtan indirilince, Emanuel Karasu, Abdülhamit'e şöyle demişti: "Siz yüklü miktarda altın teklifimizi reddedip toprak vermediniz, ama biz oraları çok cüz'i bir para ile satın aldık."

Sultan Abdülhamit sürgündeyken doktoru Atıf Bey'e Yahudilere Filistin'de toprak satılmasıyla ilgili söylediği şu sözler geç de olsa İsrail Devleti'nin kurulacağını siyasi dehası ile sezdiğini ve istikbalbîn gözü ile gördüğünü ortaya koyuyordu: "Para kuvveti her şeyi yapar. Onlar da bugün hükümet teşkil edecek değiller ya. Bu bir başlangıçtır. Gaye-i emeldir. Şimdide işe başlayıp, birçok sene, hatta bin sene sonra maksatlarına muvaffak olabilirler ve zannederim ki olacaklardır da."

Bu tehlikeli gidişat genç Emin'in ruhunda büyük bir infial uyandırdı. Kahire'de iken Siyonist tehlikeye karşı Filistin toplum örgütlenmesine katıldı.

Haccı

1913 yazında Hacca giden annesine eşlik etmek için Kahire'den ayrıldı. Hac vazifesini ifa ettikten sonra öğretimine devam etmek yerine Kudüs'e dönmeyi tercih etti.

Vatana Dönüş

Kader-i İlahi, onu bir ilim adamından ziyade bir aksiyon insanı olmaya doğru itiyordu. Kahire'de bulunduğu sıralar siyasal eğitimin bir "başkaldırı ruhuna" çevrilebileceğini görmüştü. Bu ruhu yaymanın en etkili alanları ise, basın, camiler ve okullardı..

Kudüs'e döner dönmez, Filistin halkını yaklaşmakta olan tehlikeye karşı uyarmak için bir seri makaleler yazmaya başlayan bu idealist adam, öte yandan dini bir okulda yarım gün öğretmen olarak çalışmaya başladı..

Birinci Cihan Harbi

1914 senesinde Avrupa üzerinde savaş bulutları toplanmaya başladı. Emin el Hüseyni bu savaşın çıkarılmasını Avrupa'nın bir dolabı olarak görmüş ve şöyle demişti; "Birinci Cihan Harbi, ne şunun, ne de bunun için yapılmış- Bütün maksat, hedef, Osmanlı Devletinin yıkılması, hilâfetin kaldırılması, Müslüman dünyasının başsız bırakılarak parçalanıp paylaşılması idi. Hristiyan devletler, İslâm memleketlerini bir daha toparlanamaz hâle getirmek ve istedikleri gibi işgal etmek ve-ya işgallerini sürdürebilmek, böylece oraları sömürmek, madenlerini, petrolünü ele geçirmek için bu savaşı başlatmışlardır."

Emin Efendi savaşa gönüllü olarak yazıldı. Kendisi bu konuda şunları söylüyor; "'Efendim ben yirmi yaşında idim. Gönüllü olarak, Osmanlı ordusuna katıldım. Çanakkale'de bulundum. Cepheye gitmezden önce bize talim yaptırdılar. Kendim istedim. Ben bir av tüfeği kullanırım; silah kullanmayı bilmem dedim. Bunun üzerinde bizi talimgâha götürdüler. Bize burada talim yaptırdılar."

Savaş yılları gördüğü sahneler genç Emin Efendi'de büyük hayal kırıklıklarına sebep oldu; " Yalnız, Türk zabitlerinin, o mukaddes ve mübarek meydan­da, harp sahasında, çadırlardaki lâubali hâlleri bana çok dokun­muştu. Namaz kılmamaları, içki sohbetleri, hatta çadırlarda, on­lara içki sofrası, meze hazırlayan, hizmet eden neferleri görmek, bizleri çok üzmüştü. Benim gibi uzaktan, Kırım'dan, Dağıs­tan'dan, Kafkasya'dan gelen gönüllüler hep şikâyetçi idiler:

"Ne niyetle geldik, burada neler görüyor, nelere şahit oluyo­ruz." diyorlardı.

Zâbitlerin onda sekizi böyle idi. Bunlar savaştan da ümitli değildiler.

"Bu işin içinden çıkılmaz; kaybedersek kaybedelim; düşma­nın elindeki silâh bizde yok; boş yere inat ediyoruz." diyen za­bitler gördüm."

Evet.. ruhta çözülme ve çürüme ne zaman başlamış düşünmek lazım..

Kısa bir süre sonra soğuk, gıda yetersizliği ve uykusuzluktan dolayı rahatsızlandı. Ve taburcu olduktan sonra, pasif bir görevle İzmir'e gönderildi. Ardından Karadeniz'e yakın stratejik bölgelerde bir topçu subayı olarak vazife aldı. Bu görev de ara sıra Ruslarla yapılan topçu düelloları haricinde sakin geçti.

Ama savaş seneleri onu fiziksel ve duygusal olarak dayanıklaştırdı ve çekingen bir kimlikten bir lidere dönüştürdü.. Osmanlı devletinin savaş sonunda geri dönülmez bir yıkımın eşiğine gelmesi onda artık Filistin'in kendi ayakları üzerinde yürümesi gerektiği fikrini perçinleştirmişti.

Savaş sırasında yazdığı bir şiirde şöyle diyordu;

"Bu(Filistin) benim ülkemdir ve benim atalarımın ülkesi.

Kendimi onun evlatlarının hatırı için feda edeceğim."

Bir başka şiirinde ise şöyle diyordu;

"Ne zaman Kudüs'ü hatırlasam, gözlerimden yaşlar akar."

Teşkilat-ı Mahsusa'da Vazifeliydi

Emin El Hüseyni harp sırasında İstanbul'da bulunan aile fertlerinin desteğiyle "Teşkilâtı Mahsûsa"ya girdi. Burada Kudüs'ün sorumlusu olarak atandı. Araştırmacı Yazar Mehmed Niyazi Özdemir Bey bu konuda şunları söylüyor; "Teşkilat-ı Mahsusa'yı biz yanlış biliyoruz. Bu teşkilat, 1913'e kadar tüm dünyadaki Müslümanların gönüllü iştirak ettikleri bir kuruluştur. İçinde çok Arap vardı. " Özdemir, saydığı bazı isimler arasında Emin el Hüseyni'ye de yer verir.

Hakan Albayrak Bey, Teşkilat-ı Mahsusa hakkında şunları diyor; Teşkilat-ı Mahsusa -namı diğer Dünya İslam İhtilal Teşkilatları Birliği- dev bir siyasi projenin adıdır. Bu proje, İttihad-ı İslam davasına ve Garp dünyasının tehlikeli bulduğu diğer siyasi cereyanlara itibar edilmeyeceği sözü verilerek Lozan'da temeli atılan Kemalist cumhuriyetin kuruluşuyla beraber sona ermiştir."

Araştırmacı yazar Abdullah Muradoğlu Bey de bizlere bu teşkilat hakkında şu bilgileri vermektedir; "Teşkilat-ı Mahsusa üzerine çok önemli bir çalışma yapan Amerikalı araştırmacı Dr. Philip Stoddard'un elde ettiği bilgilere göre, Teşkilat'ın Hilal olarak adlandırılan İslam dünyasının her yerinde faaliyet gösteren 30 bini aşan mensubu vardı. Resmi yazışmalarda "Hafi Teşkilat" olarak da zikredilen Teşkilat-ı Mahsusa'nı en dikkat çekici yanlarından biri de ideolojik söylemleriydi. İttihat ve Terakki, Trablusgarp Harbi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını önleyecek tek çare olarak İttihad-ı İslam projesini devreye soktu. Bu proje kapsamında, başta İngiltere olmak üzere Fransız, Hollanda, Rus ve İtalyan sömürgesi altında yaşayan Müslüman ülkelerde İslam İhtilal Komiteleri kuruluyordu.

Teşkilat-ı Mahsusa içinde çeşitli etnik kökenlere sahip idealist subayların yanı sıra yüzlerce aydın, şeyh ve din adamı yer alıyordu. Bediüzzaman Said Nursi'den Mehmet Akif'e, Dürzi prens Emir Şekip Arslan'dan Mısırlı Şeyh Abdulaziz Çaviş'e, Tunuslu Şeyh Salih Şerif et-Tunusi'den Libyalı Şeyh Ahmet es-Sunusi'-ye, Hintli Muhammed Bereketullah Efendi'den Ebul Kelam Azad'a, Pakistan'ın ilk devlet başkanı Muhammed Ali'den kardeşi Şevket Ali'ye, İbnürreşid'den Şeyh Mehdi'ye pek çok ünlü isim Teşkilat'la bir şekilde ilişkiliydi."

-devam edecek-

Dipnotlar

*Hüseyni merhum hakkında bir biyografik eser kaleme alan Philip Mattar en güvenilir tarihler olarak 1895 ve 96'yı kabul etmektedir. Emin el Hüseyni merhumun da, son şeyhülislam Mustafa Sabri ile Kahire'de görüşmesinde "ben yirmi yaşında idim. Gönüllü olarak, Osmanlı ordusuna katıldım. Çanakkale'de bulundum" şeklindeki ifadesi de bu görüşü desteklemektedir.

** Nakîb-ül eşrâf; Peygamber efendimizin torunlarının umûmî bir vâsisi durumunda idi. Peygamber Efendimizin sülalesinden gelen zatların neseblerini kayd ve zapteder, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir, onları âdî işlere ve şânlarına uygun olmayan san'atlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu. Fey ve ganimetten onların hisselerini alıp aralarında dağıtırdı. Bu sülâleden olan kadınların küfvî, dengi olmayanlarla evlenmelerini men eylerdi. )

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Ali Demirel, 2013-12-22 05:40:27

Muhammed Emin el-Hüseyni ismini ilk defa merhum Ali Ulvi Kurucu ağabeyimizden işitmiştim. Ardından, "Adını dahi bilmediğimiz nice büyüklerimiz gelmiş, geçmiş. Canla, başla dine, imana hizmet etmişler. Keşke bir arkadaşımız çıksa da onları yeni nesle anlatsa." diye içimden geçirmiştim. Elhamdülillah Salih Okur Bey bu rüyamızı gerçekleştiriyor. Şimdi şöyle bir rüya kuruyorum: İnşallah bu yazılar gün gelir televizyon ekranlarında yayınlanan belgesele dönüşür. İnşallah.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Sakın israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez.

En'âm, 141

GÜNÜN HADİSİ

Allah'ın en sevdiği isimler

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın en ziyade sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman'dır." Müslim-Edeb:2 Ebu Davud-Edeb:59

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI