Cevaplar.Org

ÂLÛSÎ'NİN RÛHU’L-MAANÎ’SİNDE İŞARİ TEFSİR-3

Âlûsî’nin İşârî Tefsiri ve Diğer İşârî Tefsirler Arasındaki Yeri Zerkanî’ye göre işarî tefsirin en önemlileri dört tanedir. Bunlar:


Vehbi Karakaş

vehbikarakas@hotmail.com

2013-02-22 11:30:24

A. Âlûsî'nin İşârî Tefsiri ve Diğer İşârî Tefsirler Arasındaki Yeri

Zerkanî'ye göre işarî tefsirin en önemlileri dört tanedir. Bunlar: Nisâburî'nin Tefsiri, Tüsterî'nin Tefsiri, Muhyiddin İbn-i Arabî'nin Tefsiri ve Âlûsî'nin Tefsiri.

Şihabüddin Seyyid Mahmud Âlûsî'nin tefsiri, tefsirlerin en büyüklerindendir. Selef-i Sâlihinin rivayetleriyle, halefin makbul görüşlerini ihtiva eden rivâyet ve dirayeti, ibare ve işareti bünyesinde toplayan bir tefsirdir.(1372: 550-556)

Âlûsî'nin belli başlı, mücelled ve müstakil bir işârî tefsiri yoktur. Onun işârî tefsiri, 30 cüzlük Rûhu'l-Maanî adlı tefsirinin hemen hemen bütün cüzlerinde yer almıştır. Bu işârî tefsir daha çok ilk cüzlerde görülmektedir. Cüzler ilerledikçe işârî tefsir de azalmakta, son iki cüzde ise hiç görülmemektedir. Âlûsî'nin işârî tefsiri, Kuşeyrî'nin (ö. 465/1072) Letâifu'l-İşârât'ı ve Nahcivanî'nin (ö. 920/1514) el-Fevâtihu'l-İlâhiyye'si gibi tam bir işârî tefsir değildir. O, zâhiri tefsirini tamamladığı âyetlerden işârî tefsirini yapabileceği âyetleri almış, onları bir demet, bir grub haline getirmiş, o grubun başına işârî tefsire uygun ifadeler koymuş ve o âyetlerin kelime kelime, cümle cümle işârî tefsirini yapmıştır.

Âlûsî'nin işârî tefsirine dair özellikleri birkaç başlık altında şu şekilde ele almamız mümkündür:

1. İşârî Tefsir'in Caiz Olduğuna Dair SunduğuDeliller

Tefsirinin önsözünde zahir mana ile işârî mananın te'lif edilebileceğini (1415/1994: I, VII) belirten Âlûsî, sûfiler ve işârî tefsirleri ile batınîler ve düşünceleri hakkındaki kanaatini şu şekilde ortaya koymuştur. "Sûfilerin işaret kabilinden sözleri süluk erbabına açılan ince manalardır. Bunlarla zâhir mana arasını te'lif etmek mümkündür. Bu, imanın kemali ve irfanın yüksekliğindendir. Onlar: Burada zâhir mana kastedilmemiştir, ancak bâtın mana kastedilmiştir." şeklinde bir inanca sahip değillerdir. Bu söz ve bu inanç mülhid bâtınîlerin sözü ve inancıdır. Bununla onlar, şeriatı tamamen ortadan kaldırmak istemişlerdir." (1415/1994: I, VII; 1974: 252)

Âlûsî, bu görüşlerini pekiştirmek, Kur'an'ın zâhir manasından öte, bâtın manasının da olduğuna dikkat çekmek ve bu konuda kendisini eleştirenlere cevap vermek maksadıyla şu delilleri ileri sürmüştür:

a) İbn Abbas (ö. 59/681) şöyle demiştir: "Kur'an'ın çeşitli yönleri, edebi sanatları, zâhir ve bâtın manaları vardır. Onun acâibi bitmez. Onun künhüne idrak yetişmez. Onda rıfk ile (iyi niyetle) derinleşen kurtulur. Şiddetle (kötü niyetle) derinleşen, helak olur. Onda haberler, örnekler, helaller, haramlar, nâsih, mensuh, muhkem, müteşabih, görünen ve görünmeyen manalar vardır. Onun zahiri tilâvettir, okumaktır. Bâtını, te'vildir, yorumdur. Onu bilen âlimlerin meclisine katılın. Onu anlamayan sefihlerin meclisinden uzak durun."(1416/1996: II, 1220; 1407/1987: II, 383-384)

b) İbn Mes'ud (r.a.) da şöyle demiştir: "Kim öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isterse Kur'an'ı okusun." (1407/1987: II, 384; 1416/1996: II, 1221)

c) Kendisine güvenilenlerden biri de şöyle demiştir: "Her bir âyetin altmış bin anlamı vardır."

d) Allah'ın Resulü (s.a.v.) de buyurmuşlardır ki: " Her bir âyetin bir zahrı, bir de bâtnı vardır. Her bir harfin bir haddi, sınırı ve her bir haddin de bir matla'ı vardır." (1372: 547-548; 1974: 30; Çiçek, 1996: 20; Hindî, 1405/1958: II, 53)

İbn-u Nakîb, bu hadisi şöyle açıklamıştır: "Âyetin zâhiri, onun manalarından açıkça ilim ehline görünendir. Bâtını ise, âyetin içinde olup ta, Yüce Allah'ın ancak hakikat erbabına gösterdiği, ama onların dışında başka kimselerin göremediği sırlardır. "Her bir harfin haddi vardır." demek, Yüce Allah'ın murad ettiği manaların bir sonu, bir sınırı vardır, demektir. "Her bir haddin bir matla'ı vardır.", demek, yani her bir kapalı mananın ve ahkâmın açık bir manası vardır. Onunla o kapalı mana bilinir. Zahrın tefsir, batnın te'vil olduğunu söyleyenler de olmuştur. Aklı, hatta zerre kadar imanı olan kimsenin Kur'an'ın Allah'ın özel kullarından dilediğine ilham ettiği batınî manaları bulunduğunu inkâr etmesi yakışmaz.

Yüce Allah'ın: وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ"Her şeyi açıklayıcı olarak Kur'an'ı indirdik."(En'am, 6/154) ve مَافَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ"Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık." (En'am, 6/38) âyetleri karşısında inkârcı ne diyecektir? (1415/1994: I, 7-8)

Âlûsî, İşârî Tefsiri kabul etmeyenlere hayret etmekte ve hayretini de şöyle dile getirmektedir: Hayret! Mütenebbi'nin divanından ve beyitlerinden çeşitli manalar çıkarılabileceğini kabul ediyor da, Rabbu'l-Âlemin'in kelâmından çeşitli manalar çıkarılmasını uzak görüyor. Bu çok büyük bir bühtandır. Levh-i zamanda kaza kalemi ile yazılmış, çizilmiş hiçbir olay yoktur ki, Kur'an-ı Azîmuşşan'da ona bir işaret olmasın. Zira o, mülk ve melekûtun, Kuds-u Ceberûtun bütün sırlarını içine alan bir kitaptır. (1415/1994: I, 7-8)

2. İşârî Tefsir İçinKullandığı Başlıklar

Âlûsî'nin işârî tefsirini yaptığı âyet gruplarının başında kullandığı formlardan bir kısmı şunlardır:

وقال بعضهم من باب الاشارة: Onlardan biri işaret açısından şöyle dedi. (1415/1994: I, 50)

ومن باب الاشارة: İşari yorumlardan bir kısmı şöyledir. (1415/1994: I, 250, 254)

ومن اللطائف: Latife (nükteli söz) lerden bir kısmı şöyledir. (1415/1994: I, 250)

ومن باب الاشارة والتأويل: İşaret ve tevilden bir kısmı şu şekildedir.(1415/1994: II, 24)

ومن باب الاشارة في الأيات: Âyetlerdeki işârî yorumlardan bir kısmı şöyledir. (1415/1994: II, 37)

ومن باب الاشارة في بعض ما تقدم من الأيات: Geçen âyetlerin bir kısmında bulunan işârî yorumlar şöyledir: (1415/1994: VII, 6)

التفسيرمن باب الاشارة: İşaret açısından tefsir. (1415/1994: VII, 256)

قد تكلم بعض العارفين علي ما في بعض هذه الأيات من الاشارة: Ariflerden biri bu âyetlerin bir kısmındaki işârî yorumlar hakkında şunları söylemiştir. (1415/1994: VI, 146)

ومن باب البطون: Batınî manalardan bir kısmı şunlardır. (1415/1994: III, 152)

ومما قاله ارباب الاشارة في بعض الأيات: Âyetlerin bir kısmı hakkında işaret erbabının dediklerinden bazıları şunlardır. (1415/1994: XXV, 60)

اقوال اهل الاشارة في الأيات: İşaret ehlinin âyetler hakkındaki sözleri şöyledir. 1415/1994: XXVII, 25)

3. İşarî Tefsir Örnekleri

a) Âyetlerin Zahirini İnkâr Etmeden İşarî Manalarını Vermesi

Âlûsî,وَبِالْوَالِدَيْنِإِحْسَانًا و َلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez." (Nisa, 4/ 36) ayetinde geçen sıralamalardaki isimleri işarî açıdan şöyle yorumlamıştır:

"Akrabalara", yani aslî istidat ile size münasip olup ve ruhanî benzerliği olanlara, "Yetimlere", yani baba nurundan yani muhtesip ruhtan mahrum müstaitlere,

"Yoksullara", yani maariften nasibi olmayan bu yüzden seyirden kalmış ve inzivaya çekilmiş abidlere,

"Yakın komşuya", yani sülukta makamına yakın olanlara;

"Uzak komşuya", yani makamına uzak olanlara,

"Yanınızdaki arkadaşlara", yani seninle aynı makamda olana;

"Yolcuya", bu'd makamına erememiş nefis barınağından uzak düşen saliklere,

"Ellerinizin altında bulunanlara", yani irade ve sevgiyle size katılanlara "iyilik edin." (1415/1994: V, 3637)

"Ana-baba"nın meşayiha işaret olduğunu söyleyenler de olmuştur. Böyle olunca, müridin meşayiha iyiliği, evlatların ana-babaya itaati, boyun eğmesi ve emirlerine bağlanması demek olur. Çünkü meşayih kalplerin tabipleridir. Derdi de dermanı da en iyi onlar bilir. Onlar sadece ve sadece Allah'ın rızasına uygun tedavi eder. Eğer müride Allah'ın rızası gizlenir ve zorlaşırsa onlar bunun çaresini bulurlar, yol gösterirler.

Bundan dolayıdır ki, Cüneyd (k.s.), "Rabbimin de bana emri vardır. Seriyy'in de. Ben Seriyy'in emrini Rabbimin emrinin önüne aldım. Çünkü bulduğum her şeyi Seriyy'in bereketi (irşadı ve kılavuzluğu) ile buldum." demiştir. (1415/1994: V, 37)

 Âlûsî'nin naklettiği bu sözdeki mana, bize göre böyle telaffuz edilmemeliydi. Zira zâhire ters düşen batın da makbul değildir. Kur'an'ın zâhiri böyle demez ve dedirtmez. Kur'an'ın zâhiri şöyle der:

لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ"Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin." (Hucurât, 49/1).

Yine Kur'an'ın zâhiri diyor ki:وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِم وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا "Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."(Ahzab, 33/36).

Cüneyd'in bu sözü, her ne kadar müridin şeyhine bir vefa borcu olduğunu, ona itaat ve bağlılığının önemini anlatması bakımından güzel addedilebilir ise de, aynı zamanda çok hatarlı ve tehlikelidir. Çünkü her kes bu sözü doğru anlayamaz ve kaldıramaz.

Cüneyd'in şeyhi Seriyy için söylediği bu söze benzer bir sözü, ashab, pirleri, sultanları, rehberleri, liderleri, peygamberleri ve her şeyleri Hz. Muhammed (s.a.v.) için söylememişlerdir.

Biz bu sözü değerlendirme noktasında Bediüzzaman'ın Muhyiddin-i Arabi (k.s.) için "O hâdi ve makbul bir zattır. Fakat her kitabında hâdî ve mürşid olamıyor."(1415/ 1994: Nursî, 1959:260) dediği gibi biz de Cüneyd (k.s) için diyebiliriz: "Cüneyd (k.s), makbul bir zattır. Ama bu sözün yanlış anlaşılma ihtimali vardır. Herkes bunu kaldıramaz ve herkese ölçü olmaz. Cüneyd'in (k.s) o sözü, şu şekilde anlaşılmalıdır: Rabbimin emri bütün emirlerin üstündedir. Ondan sonra da Şeyhim Srrî'nin emri gelir. Çünkü beni, emirleri, bütün emirlerin üstünde olan, her iyiliğin ve güzelliğin kaynağı bulunan Zât-ı zü'l-Celal'le o tanıştırmıştır.

Cüneyd'in mezkür sözünü, Âlûsî'nin yorumsuz nakletmesini de hayret verici buluyoruz.

"Yakın akraba" ruh, "Uzak akraba", rûha hamile suret, "Yanınızdaki arkadaş", gayb yolculuğunda sana arkadaşlık eden kalb olarak da yorumlanmıştır. Ona iyilik, onu dedikodudan uzaklaştırıp, Rahman'ın cemaline karşı şevklendirmendir. Onun nefs-i emmare olduğu da söylenmiştir. Haberde de: "Senin en büyük düşmanın seni çepeçevre kuşatan nefsindir."(1) denilmiştir.

Yine denilmiştir ki: Ona iyilik, onu ubudiyet hapishanesinde tutman ve onu sevgi ateşiyle yakmandır. (1415/ 1994: V, 37)

"Yolcu", kâmil veli olarak te'vil edilmiştir. Çünkü o ef'al nurundan sıfat nuruna, sıfat nurundan da Zât nuruna intikal edip durmaktadır. Ona iyilik, Onun sırrını saklamak, Onun emir dairesinin dışına çıkmamaktır. "Yetimler", ruhanî kuvvetler; "Miskinler", zâhir duygulardan olan nefsanî kuvvetler; "Yakın komşu", akıl; "uzak komşu", vehim; "Yanınızdaki arkadaşlar", şevk ve irade ile yorumlanmıştır. Yorum kapısı ise gerçekten geniştir. "Allah nefsinde süluk ile koşanları, hal ve makamlarıyla böbürlenenleri onlardan başkasını göremeyenleri sevmez." (1415/1994: V, 37)

-Devam Edecek-

Dipnot

(1)Aclûnî, Beyhakî'nin bunu Zühd'de zayıf bir isnad ile rivayet ettiğini söylüyor.( Aclûnî, 1997: I, 128)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur'an'dır ki O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz.

(Vakıa, 77-78-79)

GÜNÜN HADİSİ

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI