Cevaplar.Org

ŞEYHU'L-HİND MAHMUD HASAN DİYOBENDÎ (1851-1920)-2. BÖLÜM

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Şeyhu'l-Hind'in direktifi üzerine Afganistan'a gidip diplomatik çalışmalar yapan Ubeydullah Sindî, arkadaşlarıyla birlikte geleceğe yönelik planlar da yapıyordu. Bu planların en önemlisi ise, Hindistan ve tüm dünya müslümanlarının kurtuluşu için kurulacak olan "Allâh'ın Ordusu- el-Cunûdu'r-Rabbâniye" ile ilgili olandı.


Abdülhamit Birışık(Prof. Dr)

2013-01-09 06:03:28

El-Cunudu'r-Rabbaniye ve İpek Mendiller Olayı

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Şeyhu'l-Hind'in direktifi üzerine Afganistan'a gidip diplomatik çalışmalar yapan Ubeydullah Sindî, arkadaşlarıyla birlikte geleceğe yönelik planlar da yapıyordu. Bu planların en önemlisi ise, Hindistan ve tüm dünya müslümanlarının kurtuluşu için kurulacak olan "Allâh'ın Ordusu- el-Cunûdu'r-Rabbâniye" 37 ile ilgili olandı.

Sindî ve arkadaşı Muhammed Miyân bölgedeki olaylardan, kurulan geçici hükümetten ve yapılan yeni askerî teşkilatlanmadan Hicaz'da bulunan Şeyhu'l-Hind'i de haberdar etmek istiyorlardı. Zaten Şeyhu'l-Hind ordunun başı olarak belirlenmişti. Fakat bunun büyük bir gizlilik içerisinde yapılması gerekiyordu. Bunun için, ulaştırılmak istenen bilgileri ince ipekler üzerine yazdılar. Üç adet olan ipek mektuplardan biri Şeyh Abdurrahim Haydarâbâdî'ye diğer ikisi de Şeyhu'l-Hind Mahmud Hasan'a yazılmıştı. Şeyh Abdurrahim'e yazılan mektupta ne pahasına olursa olsun bir yolunu bulup, bu iki mektubu gizli yollarla Hicaz'a ulaştırması isteniyordu.

Mektuplar Kâbil'de Mv. Abdullah Legârî (1871-1958) ve Feth Muhammed'e teslim edilerek gönderildi. Legârî Dînpur şehrine gelince, mektupları Şeyh Abdurrahim Haydarâbâdî'ye ulaştırması için yeni müslümanlardan Seyh Abdulhak adlı birine verir. Aslında bu adam Ubeydullah Sindî'nin de güvendiği biriydi. Fakat o Dînpur-Haydarâbâd treniyle Haydarâbâd'a giderken yolda iner ve mektupları hükümet taraftarı olarak bilinen Hak Navaz Han Bahadır'a Multan'da ulaştırır. Sonradan anlaşıldığına göre, Abdulhak bu fikri Kabil'de kurulan geçici Hind Hükümeti'nin Devlet Başkanı olan Hindu Raja Mahendra Pratap'tan almıştı. 

Raja, Müslümanlarla işbirliği içerisinde bir devlet kurmasına ve Devlette Başbakan'la bazı bakanların Müslüman olmasına rağmen gelecekte Müslümanların Hindistan siyasetinde daha fazla söz sahibi olmasını istemiyordu. Böylece olan olmuş ve mektuplar daha sahiplerine ulaşmadan İngilizlerin eline geçmişti. İngilizler hemen harekete geçer ve mektuplarda isimleri geçenlerden birçoğunu tutuklar.

 Ubeydullah Sindî de İngilizlerin baskısı üzerine Afganistan'da tutuklanır. Osmanlı'ya gönderilen temsilciler ise İran'da tutuklanır. Olay anlaşılınca Raja Mahendra Pratap önce Belh'e oradan da İsviçre'ye gider. (Olay 1916 Şubat-Nisan arasında cereyan etmiştir.)

Dışarıdan bakıldığında büyük bir organize olarak görülen bu "İpek Mendil Olayı/ Komplosu (Rîsmî Rômâl Tahrîk/ Silken Letter Conspiracy)" Hint müslümanlarının İngiliz idâresinden kurtulmak için neleri düşünüp yapmaya çalıştıklarını bize açıkça göstermektedir.38

O yıl Mahmud Hasan Hicaz'dan mücahidlerin karargâhı durumuna gelen Yagistan bölgesine dönmek istediyse de, Rusya'nın deniz bağlantılarını tutması üzerine buna muvaffak olamayarak Mekke'ye geri döndü. 39 Mekke'de bulunduğu zaman zarfında istek üzerine Buhârî-i Şerif dersleri verdi. Kendisi de başka zevattan istifade etti.40

Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Osmanlı'ya İsyanı

Almanya'yla birlikte savaşa giren Osmanlı, açılan yeni cepheler sebebiyle Hicaz bölgesinde bulunan askerlerinden bir kısmını diğer cephelere kaydırmıştı. Bunu da fırsat bilen İngilizlerin tahrikiyle Mekke Emiri Şerif Hüseyin Osmanlı'ya isyan bayrağı açtı. (Muharrem 1335/Ekim 1916).

Şerif Hüseyin, isyanın Halîfe'ye değil, "Bozkurt'a ibadet eden Turancı ve Hz. Peygamber (s.a.)'e küfür eden tercümeleri kaleme alan Abdullah Cevdetvârî Garpçı İttihadçılara" yönelik olduğunu İslâm âlemine ilan eder.41

Görüldüğü gibi İngilizler, bir yandan Osmanlı'ya karşı yenilikçilerin ve Jön Türklerin yanında yer alırken, diğer yandan da bunu Osmanlı Devleti'nin önemli bir nakisası olarak İslâm âlemine duyurmaya çalışırlar. Bu işe alet edilen ise, Kureyş soyundan gelen bir Şerîfdir. Bu isyanı meşrulaştırmak (!) için çıkarılan fetva Şeyhu'l-Hind Mahmud Hasan ve diğer arkadaşlarına da arz olunmuştu. O, fetvayı imzalamadığı gibi fetvadaki iddialara da sertçe karşı çıktı. Olay Şerif Hüseyin'e intikal ettirilince o, Mahmud Hasan'ın tutuklanmasını emretti.42

Belki de Şeyhu'l-Hind'in Hindistan'daki faâliyetleri İngilizlerce Şerif Hüseyin'e bildirilmişti ve bu fetva olayı tutuklanma ve sürgün için bir kılıf olarak kullanılmıştı. Onunla birlikte arkadaşlarından (aslında talebeleri) Mv. Hakîm Nusret Hüseyin (ö. 1918), S. Hüseyin Ahmed Medenî (1879-1957), Mevlevî Vahîd Ahmed ve Mv. Azîz Gül Peşâverî (1893-?) de tutuklanmıştı.43

Böylece Mahmud Hasan arkadaşlarıyla birlikte Cidde'ye (1335/1917) götürüldü. Burada bir ayı aşkın bir süre tutuklu kaldıktan sonra bir subay ve iki asker gözetiminde Süveyş Kanalı yoluyla Kahire'ye götürüldüler. Kâhire'de diğer savaş suçlularıyla birlikte bir hapishâneye koyuldular. Şeyhu'l-Hind mahbûsiyetinin ikinci günü İngiliz subayları ve istihbarat birimleri tarafından beş saat sorguya çekildi. Sorgu subaylarından ikisi çok iyi düzeyde Urduca konuştukları gibi Hindistan'daki siyâsî şahsiyetlerden ve olayların seyrinden de haberdarlardı. İpek Mendiller olayı dâhil her konuda ifâdesini alıp kaydettiler.44

Sorgu sonunda Mevlânâ Mahmud Hasan arkadaşlarından ayrı bir odaya tek başına hapsedildi. Arkadaşları da aynı şekilde sorguya çekilmiş ayrı yerlere hapsolunmuşlardı. Sorgu subaylarından birinin devamlı tekrar ettiği şu ifadesi onları çok şaşırtmıştı: "Hakkınızda Hindistan'dan gelen bilgilere göre idamınız gerekli, fakat siz hâlâ her şeyi inkâr ediyorsunuz !"45

Demek ki İngiliz Hükümeti Mahmud Hasan ve arkadaşlarının faaliyetlerini büyük bir ciddiyetle takip ediyordu. Üstelik haklarındaki gizli dosya Kâhire'ye hemen ulaştırılmıştı. Alınan ifadeler dikkatlice incelenmiş ve aralarında çelişki olmadığı tespit edilmiş olacak ki bir hafta sonra ayrı odalarda kalmalarına son verildi. Bu karara hepsi de çok sevinmişti.

Malta'da Esaret Günleri

Şeyhu'l-Hind 15 Şubat 1917'de idareye çağırıldı ve haklarında Malta Adasına sürgün kararı verildiği kendisine tebliğ edildi.46 Malta'ya gitmek üzere bir askerî gemi ile İskenderiye'den yola çıktılar. I. Dünya Savaşının en şiddetli günleri olduğundan her an Almanların bir saldırısı olabilirdi. Büyük bir endişe içerisinde olmalarına rağmen herhangi bir saldırı vuku bulmadığından, yollarına devam edip Malta'ya vardılar (21 Şubat 1917). Gemideki esirlerin içerisinde çok sayıda Türk subay ve askeri de bulunuyordu. Esirler halkın arasından geçirilip kaleye götürülürken Hıristiyan halk olanları büyük bir neşe ile seyredip kahkahalar atıyordu.47

Şeyhu'l-Hind Mahmud Hasan Malta'daki günlerini zikir, fikir ve ilimle geçiriyordu. Beraberindeki arkadaşlara da Kur'ân dersleri veriyordu. Büyük küçük herkes ona hürmet ediyordu. Malta'nın iklimi Hindistan ve Hicaz ikliminden çok çok farklıydı. Esaretin sıkıntıları üzerine bir de buranın şiddetli soğukları eklenince, 66 yaşlarında olan Mahmud Hasan epeyce sarsıldı. Hatta arkadaşı Mevlevî Nusret Hüseyin buranın havasına dayanamayıp hastalandı ve ardından da vefat etti. (1918) 48

Osmanlının savaştan mağlup çıkması sonucunda bölgenin en etkili gücü haline gelen İngilizler, muhtemel bir isyanı önlemek için çok sayıdaki Osmanlı aydın ve devlet adamını Mayıs 1919'dan itibaren peyderpey Malta'ya sürgün ederler. Said Halim Paşa (eski Sadrazam), Abbas Hilmi Paşa, Ali İhsan (Sabis) Paşa, Ziya Gökalp, Yunus Nadi Bey, Hüseyin Câhid Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Fethi Okyar, Panislamist Ubeydullah Bey, Fahrettin Paşa, Mahmud Kâmil Paşa ve Mustafa Hayri Efendi (Şeyhülislâm) bunlardan sadece birkaçıdır. O vakit Malta'daki toplam esir sayısının 10 bin kadar olduğu belirtilmektedir. 49

Burada Mahmud Hasan İslâm Dünyasının önde gelen simalarıyla fikir alışverişinde bulunma gibi iyi bir fırsat elde etmiş olmalı. Elimizdeki kaynaklarda Osmanlı ilim, fikir ve devlet adamlarıyla görüşmeler yaptığına dair birkaç atıftan başka detaylı bilgiler yoksa da, Mahmud Hasan gibi ufku geniş bir âlimin bu fırsatı kaçırmayacağı aşikârdır. Urduca kaynaklarda onun Şeyhülislâm M. Hayri Efendi (1867-1921) ile görüştüğünden ve aralarındaki yakın ilgiden bahsedilmektedir. 50

Mahmud Hasan ve arkadaşları savaş bitip ortalık bir ölçüde durulduğundan artık serbest bırakılacaklarını ümit ediyorlardı. Ortalıkta dolaşan şayialara bakılırsa bu kısa zaman içinde mümkün de olacaktı. Sık sık firar teşebbüsünde bulunan Alman esirler gibi tedirgin bir durumları olmasa da, ülkelerindeki siyasî gelişmeleri merak da etmiyor değillerdi. Sonunda beklenen oldu ve ülkelerine dönmeleri için izin verildi (C.Âhir 1338/Şubat 1920).

Onları uğurlamak için çok sayıda müslüman M. Hayri Efendi'nin başkanlığında bir araya gelmişti. Topluluğun içinde çok sayıda Osmanlı paşasının yanında eski Sadrazam Said Halim Paşa da vardı. M. Hayri Efendi toplananlara hitaben bir konuşma yapıp, Mahmud Hasan ve İslâm için yaptığı hayırlı faaliyetlerinden söz etti. Farklı bölgelere ait bazı müslümanlar da Arapça şiirler okuyup duygularını dile getirdiler. Toplantının sonunda Mevlânâ Mahmud Hasan'dan dua talep edildi. Yapılan uzun dua herkesi son derece etkilemişti. Toplantı bitince herkesle tek tek helalleşilip vedâlaşıldı. 51

Onları İskenderiye'ye götürecek olan resmî İngiliz gemisi limanda hazır bekliyordu. Gemi ile önce İskenderiye'ye ardından da Süveys Kanalı ve Aden Körfezi yoluyla Hindistan'a hareket ettiler. 52

Hindistan'a Dönüş

Bombay'a vardıklarında (20 Ramazan 1338/ 8 Hazıran 1920) geleceklerini haber alan 53 dostlarının büyük bir cemaat halinde Bombay Limanı'na toplanmış olduklarını gördüler. Kendilerini karşılayanlar arasında Dârululum Diyobend'in önde gelenlerinin yanında, Mahatma Gandhi (1869-1948), Jawâhir Lal Nehru (1895-1964), Dr. Muhtar Ahmed Ensârî (1880-1936) ve Şevket Ali (1873-1938) gibi mühim zevat ve Hilâfet Hareketi Komitesi'nin diğer üyeleri de vardı.

İngiliz Hükümeti de bir karşılama komitesi hazırlatıp limana göndermişti. Bu komite hem limandaki işleri düzene koyacak hem de Şeyhu'l-Hind ve arkadaşlarına gereken yardım ve kolaylığı sağlayacaktı. Şeyhu'l-Hind dostlarının aşırı ısrarı üzerine Bombay'da iki gün kadar kaldı. Ziyaretçilerin çokluğu daha fazla kalmasını gerektirdiyse de, hanımının hasta olması ve bayramın yaklaşması sebebiyle Diyobend'e gitmesi gerekiyordu. 54

13 Haziran'da Delhi'ye vardığında Bombay'dakinden az olmayan bir topluluğun tren istasyonunda kendisini karşılamak için toplandığını gördü. Dr. Ensârî onu evinde misafir etti. Burada da ziyaretçilerin ardı arkası kesilmiyordu. Geceyi burada geçiren Şeyhu'l-Hind sabah 5 treniyle Diyobend'e hareket etti. Dört saat kadar sonra 5 yıllık ayrılık sona ermiş, vatan-ı aslisine ve ailesine kavuşmuştu. (26 Ramazan 1338/ 14 Haziran 1920) 55 Burada Mevlânâ Mahmud Hasan'ın ilk ziyaret ettiği yer Dârululûm oldu. Çünkü burasının onun hayatında çok önemli bir yeri vardi. 56

Mahmud Hasan Hindistan'a gelir gelmez ilk iş olarak Malta'da vefat eden arkadaşı Mevlevî Hakîm Nusret Hüseyin'in ailesini ziyaret etmek istiyordu. Yoğun ilgi ve mücbir sebeplerden dolayı bu ziyareti sonraya bırakmak zorunda kaldı. Bayramdan on gün sonra bu ziyareti gerçekleştirmeye karar verdi. Bu ziyaret kararı gazetelerde yer alınca Diyobend'e gelen ziyaretçi sayısında bir azalma görüldü. Böylece ziyaret için zemin hazır duruma gelmişti.

Nusret Hüseyin'in ailesi Fethpur'da ikâmet ediyordu. Şeyhu'l-Hind oraya gidiş-gelişinde yoğun talep üzerine Delhi, Luknov, Kanpur, İlahâbâd, Gâzipur, Conpur, Feyzâbâd ve Muradâbâd gibi şehirlere de uğradı. Buradaki dost ve tanıdıklarıyla hasret giderdi ve ülkenin geleceği ile ilgili fikir alışverişinde bulundu.

Muradâbâd'da bulunurken telgrafla hanımının çok hasta olduğu bildirilince, gezisini yarıda kesmek zorunda kaldı ve 25 Şevval'de Diyobend'e döndü. 57 Hanımı çok uzun zamandan beri hasta idi. Son zamanlarda bu hastalık daha da artmıştı. Sonunda hastalığa yenik düştü ve 17 Zilkade 1338/1920'de ruhunu teslim etti. 58

Mahmud Hasan'ın da sıhhati pekiyi değildi. Gün be gün de kötüye gidiyordu. Vücudunun zayıf düşmesine ilaveten uzun yıllardan beri şikâyetçi olduğu prostat hastalığı ve mafsal ağrıları yeniden nüksetmişti. 10 Ekim'de sıhhati biraz düzeldiyse de 19 Ekim'de yeniden rahatsızlandı. Malta'dayken "Allah bana sıhhat verirse bütün Hindistan'ı dolaşıp, halkı bağımsızlıklarını elde etmeleri için hazırlayacağım" diye kendi kendisine söz vermişti. Ne yazık ki o ana kadar -15 günlük ziyaret gezisi bir tarafa- bu niyetini gerçekleştirmeye muvaffak olamadı.

Kendisi Malta'da iken Hindistan'ın önde gelen müslüman liderleri bir araya gelerek 22-23 Kasım 1919'da Hilâfet Komitesi'ni kurdular ve komiteyi ülkenin her tarafında açtıkları şubelerle halka tanıtıp destek aradılar. 59 Muhammed Ali (1878-1931), Ebu'l-Kelâm Âzâd (1888-1958), Mevlânâ Abdulbârî Firengimahalî (1878-1926), Dr. M. A. Ensârî (1880-1936), Hasret Mohânî (1878-1951), Hakim Ecmel Han.(1863-1927).. gibi önderlerin idaresinde şekillenip kuvvetlenen hareket Hinduların lideri olan Gandi'nin de tam desteğini almıştı. 60

Mahmud Hasan Hindistan'a gelir gelmez devletin siyasetten uzak durması yolundaki uyarısına aldırış etmeyip Hilâfet Hareketi Komitesi'nin faaliyetlerini candan desteklediğini bildirdi. Çünkü bu komite Osmanlı Hilâfetinin devamını sağlamak için ona destek vermek, İngilizleri Hindistan'dan uzaklaştırmak ve onlarla olan bütün ilişkileri kesmek gibi niyetlerle kurulmuştu ki, bütün bu görüşler Mahmud Hasan'ın baştan beri savunduğu görüşlerdi. Komite yaptığı bir toplantı sonunda Mahmud Hasan'a Şeyhu'l-Hind unvanını verdi. Bu unvan artık onun isminin bir parçası olmuştu.61

 Aligarh'ta Tarihi Gün: Mektep-Medrese Çatışması Sona Erdiriliyor

Sir Seyyid Ahmed Han (1817-1898)'in 1875 yılında Muhammadan Anglo-Oriental High School adıyla çok iyi niyetlerle kurduğu Aligarh Koleji 62 İngilizlerin kasıtlı tutumları sebebiyle çok büyük değişiklikler yasamış ve İslâmî bir kurum olmaktan çıkmıştı. 63

1920'de geldiği nokta ise, İngiliz Hükümetinin yanında bağımsızlık taraftarı Müslümanların karşısında olmaktı. Hilâfet Komitesi üyeleri bu yanlışlığa bir son vermek istiyorlardı. Zaten uzun zamandır öğrencilerin büyük bir kısmı Hilâfet Komitesi'nin kararlarını destekler tarzda faaliyet gösteriyordu. Fakat Kolej idaresi bu girişimlerden huzursuz idi.

Sonunda duruma bir açıklık getirmek için Ali kardeşlerin öncülüğünde Aligarh'ta bir toplantı yapılması kararlaştırıldı. Toplantıya Şeyhu'l-Hind de çağrılmıştı. Çok hasta olmasına aldırmayan Şeyhu'l-Hind toplantıya katılmak üzere Aligarh'a geldi. Toplantı mahalline ise birilerinin yardımıyla ulaşabildi. Açış konuşmasındaki şu sözler oradakileri derinden etkiledi: "Benim, hastalık ve bitkinliğime rağmen davetinize icabet etmemdeki tek sebep; bize ait olan kayıp şeyi burada bulacağım ümididir. Cemiyetimizde yüzlerinde namazın nuru ve zikr-i İlâhînin ışıltısı parıldayan çok sayıda iyi insan vardır. Fakat onlara " Allah aşkına, tez uyanın ve bu ümmeti küffarın zulmünden kurtarın! " dediğimiz vakit çehrelerinde bir korku beliriyor. Bunlar Allah'tan değil, kâfirlerden ve onların silahlarından korkuyorlar.

Ey bu vatanın gençleri! Ben, beni yiyip tüketen bu nevi İslâmi kaygıları paylaşanların çoğunlukla medrese ve tekkelerde değil de, kolej ve mekteplerde olduğunu görünce, bazı arkadaşlarımla birlikte Aligarh'a yöneldim. Bunun bir neticesi olarak da iki tarihi şehri-Diyobend ve Aligarh- birbiriyle irtibatlandırdık.

Çok sayıda iyi niyetli büyük zevat'ın buraya gelişimi tenkid edeceğini ve beni merhum büyüklerimin yolundan ayrılmakla suçlayacağını tahmin etmek pek zor olmayacaktır. Fakat iyi düşünen akıllı insanlar, benim Aligarh'a yönelişimden çok Aligarh'ın bana (benim düşüncelerime) yöneldiğini anlayacaklardır.

İçinizdeki bilginler ve araştırmacılar, benim büyüklerim yabancı bir dil ya da başka milletlere ait ilim ve fenni öğrenenler hakkında hiçbir zaman küfür fetvası vermediğini bilirler. Fakat (İngiliz okullarında verilen) İngilizce eğitimin sonuç itibariyle bu neticeyi vereceğini söylemişlerdir.

Genellikle görülmüştür ki, İngiliz eğitimi alan gençlerimiz Hıristiyanlık rengine bürünüp ya mülhid küstahlığı içerisinde kendi dini ve dindaşları ile alay etmekte ya da zamanın ve çevrenin kulu oluvermekteler. Bir müslümanın böylesi bir eğitim almaktansa cahil kalması daha iyidir...64

Muhammed Ali ve arkadaşları Yönetim Kurulundan Koleji Müslümanların idaresine vermelerini ve İngiliz Hükümetiyle olan her türlü resmi ilişkiyi kesmelerini istemiş, kurul çoğunluğu ise bu isteğe olumlu cevap vermediği gibi, onları hükümete şikâyet etmişti.

İdarenin Aligarh Koleji müslümanların idare edeceği bir İslâm üniversitesine çevirmeye yanaşmaması üzerine yapılacak tek bir alternatif kalmıştı. O da yeni bir üniversite kurmak. Bunun için hemen karar alındı ve geçici bir yer belirlendi. Câmi'a Milliye İslâmiye 65 adını verdikleri üniversitenin açılışı Aligarh Koleji Camisinde Şeyhu'l-Hind'in dualarıyla oldu (29 Ekim 1920). Üniversitenin ilk talebeleri ise Aligarh Kolejini bırakan gençlerdi.66

İngiliz Hükümeti Boykot Ediliyor 

Hilâfet Hareketi Komitesinin kurulmasından sonra İngiliz Hükümetiyle her türlü ilişkiyi kesme hususunda fikir belirtenler olmuştu. Bu görüş ve istek zamanla iyice kuvvetlendi. Şeyhu'l-Hind Aligarh'a gelince çok sayıda ilim adamı ve talebe İngiliz Hükümetiyle her türlü ilişkiyi kesme hususunda kendisinden fetva istedi. Şeyhu'l-Hind de onlara özet muhtevası aşağıya dercedilen İngiliz Hükümetiyle ilişkileri kesme (Terk-i Muvâlât, Non-cooperation) fetvasını verdi.67

Buna göre:

(1) Bütün müslümanlar İslam düşmanlarıyla yardımlaşmadan vazgeçecek,

(2) Resmî unvanlar ve hitaplar İngiliz Hükümetine geri verilecek,

(3) Sadece Hindistan'da üretilen şeyler kullanılacak,

(4) Resmi komisyonlarda görev alınmayacak,

(5) Müslüman çocuklar bilumum resmî okullara gönderilmeyecek,

(6) Her işte ifrat ve tefritten uzak durulup itidal yolu seçilecek ve

(7) İyi işlerde yardımlaşılacak, kötü işlerden toptan uzaklaşılacaktı.68

 Şeyhu'l-Hind toplantıların akabinde Delhi'ye döndü ve Dr. Muhtar Ahmed Ensâri'nin evine yerleşti.

Hilâfet Hareketini müteâkip 1919'da kurulan Cem'iyyet-i Ulemâey Hind'in 69 ilk toplantısı Amritsar'da olmuş ve büyük katılım yaşanmıştı. Cemiyetin önde gelen âlimleri ikinci toplantıyı Delhi'de Şeyhu'l-Hind'in başkanlığında yapmak istiyorlardı. 70 Çünkü Şeyhu'l-Hind'in başkanlığında akdedilen bir toplantıda daha fazla ulemânın katılımı sağlanabilir ve kararlar daha kolay alınabilirdi.71

Şeyhu'l-Hind Mahmud Hasan bu teklifi kabul etti ve talebelerinden Müfti Kifâyetullah (1875-1953)'a konuşma metnini kaleme aldırdı. Açış konuşmasını Şeyhu'l-Hind adına Şebbir Ahmed Osmânî (1885-1949) okuyacaktı. Kısa açış konuşmasından aldığımız birkaç cümle Şeyhu'l-Hind'in İngiliz Hükümetine karşı olan tavrını ne kadar sertleştirdiğini açıkça gösteriyor:

"İslâm ve Müslümanların en büyük düşmanı İngiliz'dir. İngilizlerle her türlü ilişkiyi kesmek farzdır. Vatanın ve Hilâfetin korunması için gayri Müslim (Hindu, Budist) vatandaşlar İslâm prensiplerine uygun olarak bizimle yardımlaşmak isterlerse bu caizdir ve teşekküre layık bir davranıştır. Düşmana karşı top, tüfek ve uçak gibi silahları -her ne kadar ashab devrinde yok idiyse de- kullanmak caiz ve zaruridir...72  

Üç gün süren (7-9 Rebiulevvel 1339) toplantının kapanış konuşmasını da Şeyhu'l-Hind yapmıştı. Bu defa daha çok Hindistan'ın bağımsızlığı için Hindu halkla yardımlaşmanın gereği üzerinde durdu. 73 Şeyhu'l-Hind'in Aligarh'ta verdiği fetva bu toplantıdaki âlimlerce de kabul gördü ve Cem'iyyet-i Ulemâey Hind'in ittifakla kabul ettiği fetva olarak imzaya açıldı ve beşyüz kadar âlim tarafından imzalandı.74

Vefatı

Şeyhu'l-Hind Mahmud Hasan'ın sağlığı gittikçe kötüye gidiyordu. Yukarıda zikrettiğimiz toplantıların çoğuna ya koltuk değneği ya da sedye ile katılabilmişti. Cem'iyyet-i Ulemâ'nın toplantısının çok iyi geçmesi ve bu toplantı vesilesiyle çok sayıda eski dostunu görmesi onu sevindirmiş ve manen takviye etmişse de sıhhatindeki kötüye gidiş bir türlü durdurulamiyordu75. Sonunda misafir olarak kaldığı Dr. Ensârî'nin evinde hayata gözlerini yumdu (18 Rebîussânî 1339/ 30 Kasım 1920). Cenazesi o gün ikindi vakti Delhi'den Diyobend'e götürüldü ve sabah namazını müteâkip büyük bir kalabalığın kıldığı cenaze namazından sonra hocası Muhammed Kâsım Nanotevî'nin yanına defnedildi.76

Vefatı Hindistan'da derin bir üzüntü yarattı. Hindu halk dahi vefat ettiği salı günü dükkanlarını kapatıp taziye için Dr. Ensârî'nin evine koştu. Nasıl Malta'dan ülkeye dönünce müslümanlar onu ziyaret için Diyobend'e akın akın gittilerse, aynı manzara daha fazla bir katılımla cenazesinde de yaşandı.77

Dipnotlar

37 Ordunun teşkilat şeması ve üst düzey subayların adlari için bkz. A. Özcan, agm., s.39-40. Ayrica bkz. Sergüzeşt-i Kâbil, s.97 vd., Yuvaraj Deva Prasad, the Silk Letter Plot, J. Pakistan Historical Society, XXXIV/3 (1986), s.158-9

38 Mektupların metni ve olayın ayrıntıları için bkz. A. Özcan, agm., s.38-41; Prasad, Silk Letter Plot, s.157-61; Şeyhu'l-Hind, s.49-54; Sergüzest-i Kâbil, s.81-2,86,253-7; Bîs Barey, s.258-1; Ulema in Politics, s.251-2; Deoband School, s.61; Sharma, Role, s.132; Tahrîk, s.99 vd.; Mi'mârân-i Pakistan, s.172-4; Hilâfet Hareketleri, s.29; UDMI, XX, s.35

39 Bîs Barey, s.264; UDMI, XX, s.36 

40 Åžeyhu'l-Hind, s.66-7

41 Hilâfet Hareketleri, s.25. İlanın özet metni için bkz. Ömer Kürkçüoglu, Osmanlı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi 1908-1918(Arap Bağımsızlık Hareketi), Ankara 1982, s.116-9

42 Nüzhe, VIII, s.467; Şeyhu'l-Hind, s.56-84; Bîs Barey, s.270 vd; Rizvî, Mükemmel Târîh, II, s.189 vd.; Tahrik, s.105-6; Deoband School, s.62; Fuyûzurrahman, Teâruf-i Kur'ân, Lahor ts., s.258; Hilâfet Hareketleri, s.29; Modernizm ve Islâm, s.163; UDMI, XX, s.36

43 Şerif Hüseyin'in isyanı ve Şeyhu'l-Hind'in tutuklanması Hindistan'da duyulunca ulema ve halk üzerinde çok büyük etki yarattı. Büyük çaplı protesto hareketine girişildi, Hindistan'daki İngiliz yetkililere ve Londra'ya protesto telgrafları çekildi. Şeyhu'l-Hind'in Hanımı eşinin salıverilmesi için yazılı müracaatta bulundu.[bkz. Şeyhu'l-Hind, s.138-40,148-51; Sindî, Temhîd, s.158; Rizvî, Mükemmel Târîh, I/2, s.247] Şerif Hüseyin aleyhinde de mitingler tertip edildi, etkili gazetelerde sert yazılar yazıldı.[Detay için bkz. Ö. Kürkçüoglu, Arap Bagimsizlik Hareketi,s.130-5]

44 Şeyhu'l-Hind, s.97-8; Rizvî, Mükemmel Târîh, II, s.189

45 Åžeyhu'l-Hind, s.99

46 Olayın detayı için bkz. Şeyhu'l-Hind, s.92-112; Bîs Barey, s.273; Anâkîd, s.96 ; UDMI, XX, s.36

47 Åžeyhu'l-Hind, s.105-110

48 Åžeyhu'l-Hind, s.123-5

49 Geniş bilgi için bkz. Bilal N. Simsir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985 (2.bs.); Ali Ihsan Sâbis, Harp Hatiralarim I-V, Ankara 1951,V, s.7-37; Abdulkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhulislamları, Ankara 1972, s.247-9; Said Halim Pasa, Buhranlarımız..., İstanbul 1991, s.XIII-XLVIII

50 Şeyhu'l-Hind, s.133-5; Bîs Barey, s.273

51 Şeyhu'l-Hind, s.134-5; Bîs Barey, ay.

52 Şeyhu'l-Hind, s.135-7; Bîs Barey, s.274

53 Çünkü Mevlânâ Hüseyin Ahmed Aden'den Hindistan'daki muhtelif yerlere 8 Haziran'da Bombay'da olacaklarına dair telgraflar çekmişti.[Bkz. Şeyhu'l-Hind, s.137

54 Bombay'a gelişi ile ilgili olarak bkz. Şeyhu'l-Hind, s.151-7; Bîs Barey, s.274-5; Anâkîd, s.97; The Khilafat Movement, s.103; Alevî, Pehlâ Tâlib-i Ilm, er-Resîd, IV/2-3 (1976), s.661 Olayın bizzat içinde olan Hüseyin Ahmed Medenî, Gandhi'nin Şeyhu'l-Hind'i misâfir oldugu evde de ziyâret ettiğini ve mevcut siyâsi durum hakkında fikir alışverişinde bulunduğunu kaydediyor [bkz. Bîs Barey, s.275].

55 Şeyhu'l-Hind, s.137,157,162; Bîs Barey, s.275

56 Şeyhu'l-Hind, s.162-5; Rizvî, Mükemmel Târîh, I/2, s.254

57 Şeyhu'l-Hind, s.168-9; Bîs Barey, s.282

58 Åžeyhu'l-Hind, s.173

59 Hilâfet Hareketi hakkında çok sayıda kitap ve makale yazılmıştır. Mesela bkz. G. Minault, The Khilafat Movement; A.C.Niemeijer, The Khilafat Movement in India 1919-1924, The Hague-Martinus Nijhoff 1972; Öke, Hilafet Hareketleri; Sharma, Role, s.124-47

60 Sharma, Role , s.134

61 Bîs Barey, s.283; Deoband School, s.64; Ulema in Politics, s.261-74; G. Minault, The Khilafat Movement, s.103 vd.; UDMI, XX, s.36; Ziyâu'l-Hasan Fârûkî, Câmi'a key Peçâs Sâl, Câmi'a, LXII/5 (1970), s.18-23

62 İngiliz eğitim sistemine göre Kolej, yüksek okul sınıfında sayılıyor ve burada lisans ve lisansüstü eğitim veriliyordu. M.A.O.H.S. 1877 yılında M.A.O. College adını aldı ve 1920 yılında üniversiteye çevirildi. Geniş bilgi için bkz. Gail Minault, The Khilafat Movement, Newyork 1982, s.14-32; S. M. Tonki, Aligarh and Jâmia, N.Delhi 1983; M. Ziyâuddin Ensârî, Mv. Azâd, Sir Seyyid aor Aligarh, N.Delhi 1992; Ikram, Mevc, s.73-7,88-90,137-55; Metcalf, Deoband, s.315-35; A. Ahmed, Modernizm ve Islâm, s.41-72; Hüseyin Mesud, Aligarh Muslim University key So Sal (A.M.U.'nin yüz yili), Câmi'a, LXXIV/2 (1977), s.66-70; A. Sattar Khan, Aligarh Movement and the Renaissance of Indian Muslims, J.R.S.P., XXXI/3 (1994), s.5-12

63 Fazlur Rahman, Islâm ve Çağdaslık, s.178

64 Konuşmayı Şeyhu'l-Hind adına talebesi Şebbir Ahmed Osmânî okumuştu. Konuşmanın tam metni için bkz. Deoband School, s.65; Bîs Barey, s.288; Calenderî, Dârululûm Diyobend, s.177-8; Fârûkî, agm., s.23-4

65 Başlangıçta bina olmaması sebebiyle eğitim baraka ve çadırlarda yürütülmüştü. Az bir zaman sonra düzene giren Üniversite faaliyetlerine 1925'ten itibaren Delhi'de devam etmiştir. Su anda eğitim faaliyetleri bir kampüs içerisinde ve çok sayıda binada yürütülmektedir. Fakat ne yazık ki Üniversitenin en bakımsız binası (en eski demiyorum) İslâmî ilimlere tahsis edilmiş bulunuyor. Geniş bilgi için bkz. Ikram, Mevc, s.145-55; Tonki, Aligarh and Jamia; Câmi'a (Urduca dergi), XLIX/6 (1963), s.283-306; Câmi'a (Câmi'a Milliye Islâmiye, Delhi özel sayısı), LXII/5 (1970)

66 Bîs Barey, s.285-9; Deoband School, s.64; UDMI, XX, s.36; Ziyâulhasan Fârûkî, Sezerât, Câmi'a, LXII/5, s.3; Abdullatîf A'zamî, Câmi'a key Peçâs Sâl (Câmi'a'nin elli yili), Câmi'a, LXII/5 (1970), s.23 Ubeydullah Sindî, bu üniversitenin açılmasıyla Nezâretü'l-Maârif el-Kur'âniyye'nin âdeta yeniden hayat bulduğu görüşündedir [bkz. Sindî, Temhîd, s.157].

67 Şeyhu'l-Hind İngiliz idâresine karşı nefret hisleriyle dolu olduğu için kendisinden fetva istenince talebelerinden Ş. Ahmed Osmânî, Müfti Kifâyetullah ve Hüseyin Ahmed Medenî'yi yanına çağırıp şöyle dedi:Bu fetvayı siz hazırlayın. İngiliz idaresine karşı olan nefretim su sıralar öyle arttı ki, ölçüye riayet edemeyeceğimden korkuyorum. Hâlbuki Yüce Allah:"Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" buyuruyor.

Fakat talebelerinin ısrarı üzerine fetvayı o hazırladı. [bkz. Calenderi, Dârululum Diyobend, s.149; Saliha Abdulhakim Şerefuddîn, Kur'ân-i Hakîm key Urdu Terâcim (K.H.Urdu Terâcim), Karaçi 1981, s.420

68 Fetva'nın tam metni ve olayların gelişmesi hakkında bkz. Bîs Barey, s.285-287; Aligarh and Jamia, s.61 vd.; UDMI, XX, 36-7

69 Cemiyetin kuruluşu, temel prensipleri ve faaliyetleri için bkz. Deoband School, s.62 vd.; Minault, The Khilafat Movement, s.79-84; Bennûrî, Câmiatu Diyobend, s.63-6 Ubeydullah Sindî'ye göre; Cem'iyyet-i Ulemâey Hind Cem'iyyetü'l-Ensâr'ın enkazı üzerine kurulmuştur. [Sindî, Temhîd, s.158]

70 Mevlânâ Muhammed Miyan Ulemâ-i Hak adlı kitabının 215. sahifesinde bunun gerekçesini söyle açıklıyor: "Hazreti Şeyhu'l-Hind o günlerde her ne kadar hayatının son demlerini yaşıyorduysa da ulema, Cem'iyet-i Ulemâ'nın onun başkanlığının tarihi imtiyazıyla toplanmasını arzu ediyordu. Böylece, onun feyz ve bereketiyle millî siyasetle ilgili temel prensipler tesbit edilecek ve bu prensiplere hakkıyla uyup İngiliz Hükümetinin yükümlülüklerini hiçe sayarak canla başla çalışacaklardır. [bkz. Bîs Barey, s.290]

71 Åžeyhu'l-Hind, s.185-7

72 Bîs Barey, s.290

73 Konuşmanın metni için bkz. Bîs Barey, s.290-1

74 Bîs Barey, s.287; Deoband School, s.64; Rizvî, Mükemmel Târîh, I/2, s.256-8; UDMI, XX, s.37

75 Åžeyhu'l-Hind, s.186

76 Nüzhe, VIII, s.468; Şeyhu'l-Hind, s.187-98; Bîs Barey, s.292-8; UDMI,, XX, s.37

77 Åžeyhu'l-Hind, s.192-8

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız."

Mâide, 2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI