Cevaplar.Org

İSMAİL HAKKI ZEYREK HOCAEFENDİ’DEN HATIRALAR-2

DİYANET İŞLERİNDE İMTİHAN EDİLMEM -Hocam, bir de sohbetlerinizden hatırladığıma göre merhum babanızın Ankara’da Diyanet’te imtihana girmesi vardı.. -Önce ben 1952’de gittim, imtihana girdim.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2012-04-02 00:59:31

DÄ°YANET Ä°ÅžLERÄ°NDE Ä°MTÄ°HAN EDÄ°LMEM

-Hocam, bir de sohbetlerinizden hatırladığıma göre merhum babanızın Ankara'da Diyanet'te imtihana girmesi vardı..

-Önce ben 1952'de gittim, imtihana girdim.

-Ne imtihanı idi bu hocam?

-Medresede okunan bütün ilimlerden imtihan olunuyordu..

-Bu imtihanın sonucunda ne oluyordu?

-Benimkisi şöyle.. Buraya Nuri Efendi isminde bir Diyanet müfettişi gelmişti. Bir evde toplantı yapmışlar. Babamı da çağırmışlar. Babam o toplantıya iştirak etti, beni de yanında aldı, götürdü.

Orada o müfettiş babama bana neleri okutturduğunu sordu. Babam da "şunları şunları okuttum" dedi.

-O Nuri Efendi de medrese ehli demek ki..

-Tabii tabii… Afyonluydu bu zat. Babama "Ya, bu çocuğu gönder de, Diyanetteki imtihana girsin" dedi. Bu imtihanı kazananlar ileride vaiz veya müftü oluyorlardı. Ben henüz daha resmen vazife alacak çağda değildim.

Babam imtihana göndermeyi kabul etti. Orada bir hafta boyunca beni imtihan ettiler.

-İmtihanı yapanlar kimlerdi hocam, hatırlıyor musunuz?

-Hatırlıyorum. Hasan Fehmi Başoğlu(o zaman müşavere kurulu başkanıydı), Hasan Hüsnü Erdem, Şehid Oral, Kıvamüddin Burslan. Birisi daha vardı, ama onun ismini hatırlayamacağım. Bulgaristanlı bir zat.. Bere giyiyordu, nurani yüzlü bir zattı.

-Hocam bu zevat arasında ilmi en ileri hangisiydi acaba?

-Onu ben tartamam. Yalnız Kıvamüddin Burslan'ın ne gözleri görüyor, ne kulakları işitiyordu. Orada bir meseleyi müzakere ettikleri zaman Hasan Hüsnü Erdem elini onun kulağına götürüyor, orada ne netice aldıklarını ona anlatıyordu. Onun ilave edeceği bir şey olup olmadığını soruyorlardı. O da diyordu ki; "bu mesele filan yerde şöyle izah edilmiştir, filan yerde böyle izah edilmiştir, filan yerde de böyle izah edilmiştir." Bunun üzerine onun söylediği kitapları açıyorlar ve o kaynaklara bakıyorlardı.

Çok yaşlı değildi ama o zamanlar, herhalde altmış yaşlarındaydı.(Not: Aslen Kazanlı olan bu zat, 1891 doğumludur. Demek ki o tarihte 61 yaşındaydı.)

Neyse ben imtihanı verdim ve Manisa'ya döndüm.

"SENİN YETİŞTİRDİĞİN ÇOCUK EHLİYETİNE KÂFİ"

-Babanızın imtihana girmesi nasıl oldu hocam?

-Burada Demokrat Partiye gönül vermiş bir genç terzi vardı. Güya Risale-i Nur'a da taraftardı. Bir gün geldi bana dedi ki; "Buraya bir kaç tane bakan gelecek. Ben onlardan bazı isteklerde bulunacağım." "Sen hiç böyle topluluk karşısında konuştun mu?" diye sordum. "Konuşmadım" dedi. "O zaman gel de, beraber bir metin hazırlayalım. Ona bakarak sen konuş" dedim. "Olur" dedi, ama gelmedi.

Bakanlar gelmişler. Bu onların bulunduğu kongrede "biz şeriat istiyoruz" demiş. Bunu hapse götürmüşler. "Kim öğretti sana bunu" dediklerinde "Emin Efendi öğretti" demiş. Emin Efendi ile hiç münasebeti yok aslında. Sadece dükkânının önünden gelip geçerken babam selam vermiştir, o kadar yani.

Böyle olunca bu sefer babamın aleyhinde bir cereyan baş gösterdi. Diyanete de "bu şöyledir, böyledir" diye yazı yazmışlar. Onun için Diyanet bizzat kendisini görmek istedi Bunun üzerine babam Ankara'ya gitti.

Bir hafta imtihan etmişler. Demin bahsettiğim imtihan heyeti eline bir kitap vermişler. Kitabı veriyorlar, metnin izahını istiyorlar. "Biraz düşün" diyorlar. Orada bir masa var. Oraya gidiyorsun, düşünüyorsun. Sonra "tamam" diyorsun. Seni huzurlarına alıyorlar. Ondan sonra metni soruyorlar.

Babam demişti ki; "yerime gidiyorum. Rahat çıkarıyorum. Ama oraya gidiyorum, şaşırıyorum." Heyecandan söyleyemiyormuş. Ömründe böyle bir yere gitmemiş tabii.

O zaman Hasan Hüsnü Erdem Hocaefendi demiş ki: Hazret!(O, hazret diye konuşurdu hep) senin heyecanlanmana hiç gerek yok. Senin yetiştirdiğin oğlun, senin ehliyetini göstermeye yeter, kâfidir."

"Bu söz üzerine biraz serinledim, gittim rahatlıkla metni çözdüm" derdi babam.

- Emin Efendi o zamanki matbuatı takip eder miydi?

-Evet. Mesela Sebilürreşad'a aboneydi.

EMÄ°N EFENDÄ° VE ZAYÄ° EDÄ°LEN ESERÄ°

-Rahmetli babanızın bir eseri var mı?

-Yok..Yalnız şöyle bir şey var. Üstadı ziyaret etmeyi düşündüğü zaman biz kendisine Üstadın zat-ı muntazar olduğunu söylemiştik. Kabul etmek istemedi. Mehdi ve Deccal hakkındaki hadis-i şerifleri araştırmaya başladı. Topladıklarını bir risale haline getirdi. Tercümesini de ben yaptım. Birkaç sahifelik bir şey o zaten…

Daha sonra neydi o, bir yayınevi var. .... Yayınevi, Ahmed Feyzi ağabeyin Maidetü'l Kur'an adlı eserinin içinde onu neşretmiş, ama baştan sonuna kadar yanlış.. Hani Nasreddin Hocanın bir talebesi varmış..Hocanın verdiği dersi yazmış, sonra Nasreddin Hocaya "hocam, yanlış yazdığım yerlere bir mum koyuverin" demiş. Hoca da "olur ama sen bir kilo mum getir bana" demiş. Talebe; "Yahu hocam ne olacak bir kilo mum diye sormuş." Hoca da; "içine daldırıp batıracağım" demiş .....'ın işi de buna benzemiş. Altından girmiş, üstünden çıkmışlar..

ABDURRAHÄ°M ZAPSU BEY

-Hocam, babanızın sevdiği insanlar arasında Abdurrahim Zapsu merhum da varmış, kısaca ondan da bahsedebilir miyiz?

- Abdurrahim Zapsu, Darülfünun İlahiyat Fakültesinin son sınıfından ayrılma. Darülfünun'un dinle ilgili kısımları kapatılınca son sınıfta ayrılmak zorunda kalmış. Buraya Maliye tahakkuk şefi olarak gönderilmiş. Babamla tanışmışlar. Yeni Camiye gelip giderdi.

Artık ilk gelişimiydi bilemiyorum. Babam bir mihrabiyeyi okumamı işaret etti. Okudum. Dışarı çıktığımızda babam "nasıl buldun, beğendin mi" diye Abdurrahim beye sordu. O da "Güzel de, yalnız "ha" ları çıkaramıyor" dedi. Ben o zamana kadar "ha"ları çıkarıp çıkaramadığımın hiç farkında değildim.

Onun "Ashab-ı Kiram" adlı el yazma bir kitabı vardı babamda. Zannediyorum neşredilmedi. Yüz sayfa kadar vardı. Babam "Abdürrahim Bey bu kitabı benim gözlerimin önünde, hiçbir kitaba müracaat etmeden yazdı" diyordu.

Abdurrahim bey buradan İstanbul'a döndükten sonra "Ehl-i Sünnet" adlı mecmuayı çıkarmaya başladı.

ALİ HAYDAR ÖZDAĞLAR HOCAEFENDİ

-Hocam, bir de o zaman gezici vaizlerden Ali Haydar Efendi'den bahsetmiÅŸtiniz?

-Ali Haydar Özdağlar. O resmi vaiz değildi. Resmi vazife almıyordu.

-Hocam, Üstad hazretleri de; " Hususan yeniden haber aldık ki, meşhur ve hakikatli ve kıymettar ve tesirli vaiz ve âlimlerden (Urfalı)Mahmud Efendi ve Ali Haydar Efendi Risale-i Nur'un ehemmiyetini tam takdir ederek bizleri pek çok mesrur edip, bizi himaye eden merhum Ali Rıza Efendi'nin zevalindeki acıyı izale ettiler" diyerek, bu zattan bahsediyor. 

-Kendisi Maraşlıydı. İstanbul'da, Fatih'te, Kıztaşı Dolap caddesinde oturuyordu. Boylu poslu, biraz esmerce gayet nâtuk bir adam. Babamla aynı yaşlardaydı tahmin ediyorum. Ayşe isminde bir hanımla evliydi.

Bazı zamanlar çıkar, Manisa, İzmir, Aydın gibi yerleri dolaşırdı. Vaaz eder, kimseden de bir şey almazdı. Buradan mesela Demirci'ye gider, Gördes'e gider, oradan Demirci, Gördes halıları alır, Manisa'ya getirir, buradaki ahbapları vasıtasıyla onları sattırırdı.

Milli mücadelede milis yüzbaşısıymış. Çok cesur bir adamdı. Babam da oldukça cesurdu, fakat bu kimseyle mukayese edilemeyecek kadar cesurdu. Kürsüye çıktığı zaman hiç çekinmeden her şeyi söylerdi. Biz çok heyecanla vaazlarını takip ederdik. Rıza Tevfik'in meşhur "Abdülhamid Han'ın Ruhaniyetinden İstimdat" şiirini ondan kürsüde birkaç kere dinlemekle ezberlemiştim.

O şiirin tamamını çekinmeden okurdu. Necip Fazıl da o şiiri neşretti ama bazı kısımlarını nokta nokta koyarak neşredebildi.

-İlmi seviyesini babanız nasıl bulurdu acaba?

-Çok takdir ederdi. Ali Haydar Efendi sekiz sene Medine-i Münevvere'de okuduğunu anlatırdı. Geceleri devamlı ibadetle meşgul olurdu. Bizim evde misafir kalırdı. Geceleyin hangi saatte baksan, daima kıyamdaydı.

Sabah namazından sonra, kuşluk vaktinde bir iki saat kadar uyurdu. Bütün uykusu bundan ibaretti.

-Maşallah. Yani hem âlim, hem abid…

-Hatta babama Şapka aleyhindeki delilleri "Şeyhzade" adlı eserden "burada şöyle yazıyor" diye ilk defa o göstermişti.

Bir hatırasını şöyle anlatmıştı; Milli mücadele yıllarında milis yüzbaşısıymış. İlk Reis-i Cumhurdan şüphelenmiş. "gideyim, bizzat konuşayım şununla" demiş. Trende kompartımanda izin almış, yanına girmiş. Bütün soracağı kritik soruları sormuş, ama hep müsbet cevap almış. "Eğer müsbet cevap almasaydım, o anda onu orada öldürecektim" diyordu.

Tabii karşı taraf da onun düşüncesini anlamış. Ali Haydar Efendi yanından çıkınca, korumalarına "yakalayın" demiş. Yakalamış, divan-ı harbe vermişler. "Divan-ı Harpte Çerkez Ethem beni idamdan kurtardı" diyordu.

-Devam edecek-

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Al-i Ä°mran,139

"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir."

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI