Cevaplar.Org

KENDİ DİLİNDEN ESAD COŞAN HOCAEFENDİ’NİN HAYATI-3

EVLİLİK HATIRALARI …Ben evlendiğim zaman, tayinim Ankara'ya oldu. Ankara İlâhiyat Fakültesi'ne asistan gittim. Bir odalık bir ev buldum. Bir oda, bir mutfak; başka bir şey bulamadım, ayaklarım patladı. İstiyorum ki, fakülteye yakın olsun, her an evle irtibatlı olayım! Çünkü yeni evliyiz.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2012-02-08 09:24:51

EVLÄ°LÄ°K HATIRALARI

…Ben evlendiğim zaman, tayinim Ankara'ya oldu. Ankara İlâhiyat Fakültesi'ne asistan gittim. Bir odalık bir ev buldum. Bir oda, bir mutfak; başka bir şey bulamadım, ayaklarım patladı. İstiyorum ki, fakülteye yakın olsun, her an evle irtibatlı olayım! Çünkü yeni evliyiz. Evde hanımı bıraktığım zaman, o korkar; ben de ondan korkuyorum, onun başına bir şey gelmesin diye... Yabancı bir yere gittik çünkü... Anamızın babamızın dizinin dibinden ilk defa ayrılıyoruz. Onun için girdik böyle bir eve...

Ondan sonra o bir odalı evde, mahalleli bizi tanıdı. Bir dul kadın vardı, bahçesinde müstakil müştemilâtlı bir evi vardı, üç odalı... Onun kiracısı çıkarken, kendisi haber gönderdi: "Size vereceğim, buraya gelin!" dedi. Biz de oraya geçtik.

Ama biz ilk defa istanbul'da evlenmiştik. Eşyalarımızı bir kamyona yüklettik. Gerede'de bütün saksılarımız donmuş, sıfırın altında kaç derece soğukta... Eşyalar yıprandı. Ankara'ya geldik. Ondan sonra da ordan öteki eve geçtik. Ben elimi açtım, dua ettim:

"--Yâ Rabbi, bizi evden eve gezdirme! Bundan sonra kendi evimize çıkart!.." dedim, "Bundan sonra kendi evimize çıkalım!" diye dua ettim.

Ondan sonra bir zaman geldi. Bizim tanıdığımız birilerine giderken, gelirken onların mahallesindeki evleri beğendik. Bahçeli evler, iki katlı villalar, üst katları manzaralı, güzel... Bizim hacı hanım --o zaman hacı değildik de-- dedi ki:

"--Oraya taşınalım!"

"--Yâhu hanım etme eyleme! Bu evlerin parası şu kadar, biz bunun parasını veremeyiz!" derken, neticede bir kış günü oraya taşındık. Evler güzeldi, ben de memnun oldum. O zamanın parasıyla doksan lira para verdik.

Oraya taşınınca, ben kendi içimden dedim ki: "Allah duamı kabul etmemiş. Çünkü, burdan kendi evimize çıkalım dedik ama yine kiraya çıkıyoruz." dedim. Kiralık bir eve gidiyoruz, üst kat, manzaralı, balkonu geniş, bütün ova ayağının altında; fakat kira...

Aradan birkaç sene geçti, o ev bizim oldu. Kiracı gittiğimiz ev bizim oldu. Demek ki duamız kabul olmuş, kendi evimize taşınmışız. Bizden önce kimse girmemişti eve, sıfır...İlk defa biz girmiştik, ev bizim... Meğer ev bizimmiş... İlkönce kendi evimize biraz kira verdik, ondan sonra ev bizim oldu. Yâni, "Allah'a dua ettim, Allah duamı kabul etmedi." demeyin!.. 22. 7. 1995 / Pennsylvania - U. S. A.

…Bizim Ankara'da oturduğumuz semt Merkez Bankası Evleri'ydi. Mimar her şeyi düşünmüş. Merkez Bankası memurları için kooperatif kurmuşlar. Koca dönümlerce araziyi temin etmişler. Evler yapılmış, bahçeli bahçeli villalar, güzel güzel planlar yapılmış, uygulanmış. Dinlenme parkı var köşesinde... Çarşı pazar yeri var, çeşit çeşit dükkanlar şöyle U harfi şeklinde sıralanmış. Sinema yeri var, sığınak yeri var... Biz oraya gittik; her şeyi var, camisi yok, cami yeri yok!.. Mimar, "Bu adamlar için, bu aileler için ibadet yeri lâzım!" diye düşünmemiş. Yer yok...

Sonunda orada bir cami oldu. Evlerden bir tanesi alındı. Kocaman, güzel bir cami oldu. Vesîle olanlardan Allah razı olsun... Ne oldu şimdi? Camiyi yapanlar da, vesîle olanlar da sevabı kazandılar. Eğer oraya mimar bir cami yeri koysaydı, başkaları delâlet etseydi, onlar sevap alacaklardı. Onlar yapmadılar, sonradan gelenler yaptılar, sevabı onlar aldılar. 05. 09. 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

…Kızmanın hiç faydası yokmuş, çocukları döğmenin de hiç faydası yokmuş. Keşke önceden öğrenseydim. Ciddî olmak lâzımmış, anlatmak lâzımmış.14. 2. 1997 – Antalya

Ben yine kendimden bahsediyorum, kusuruma bakmayın: Ben üniversitede maaşlı bir üniversite hocası iken ki, ancak maaşını yerler üniversite hocaları, zengin adamlar değillerdir. Ağabeyim vesile oldu, bir arsa aldık. Neyle aldım?.. Cebimdeki harçlıkla aldım. Geçimime tesir etmeyen az bir para ile, dağın başında bir arsa aldık. Ağabeyim dedi ki:

"--Belki ev yapmaya müsaade etmezler."

"--Olsun, dağın başını severim ben, püfür püfür eser." dedim.

Razı oldum, arsayı aldık yıllar önce... Şimdi bu arsaya müteahhitler tripleks dört tane daire kondurdular. Her daire 395 metrekare... İkisi bana, ikisi müteahhide... Müteahhit arsa karşılığı daire yapıyor ya, öyle... Ben cebimden kuruş harcamadım. Ben çünkü emekli bir hocayım, ayın sonuna maaşımın yetmediği olur. Bana Allah iki daire verdi. Bitişik iki daire, kapıları ayrı, bir çatı altında, üç katlı... Üç katlı iki köşk verdi bana, birbirine yapışık... Ben şimdi diyorum ki:

"--Allah gökten köşk yağdırdı, benim bahçeme iki tanesi düştü."

Doğru değil mi? Ben para vermedim. O tarlanın üstüne gidip yapsaydım, prefabrik, iki odalı bir şey yapacaktım. Üç katlı, bahçeli iki tane villa... Allah bir insana verirse, kimse engelleyemez. Allah bir insandan alırsa, kimse engelleyemez. Veren Allah, alan Allah... Allah'a iyi kul olmaya çalışmak lâzım11. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ

Biz Ankara'da bir mahalleye taşındık. Merkez bankası memurları kooperatif kurmuşlar, 150 evlik mahalle yapmışlar. Koca bir tepeyi, 901 râkımlı tepeyi parsellemişler, Kalaba köyünün merasını iç etmişler, allem etmişler, kallem etmişler, oraları almışlar, mahalleyi kurmuşlar. Veballeri onlara ait... Biz de birisinin mülkünü satın aldık, oralı olduk.

Çocuk parkı var, sığınak var, çarşı var, pazar var, sinema yeri var, dinlenme yeri var, her türlü şey düşünülmüş. Mahalle bir bütün olarak hazırlanmış, her şey var, cami yok, cami yeri yok... Kilise yeri de yok, adamların dinle imanla ilgili kaygıları yok...

Biz orda cami yapmağa kalkışınca, bir ev aldık, ezan okumağa başladık. Şiddetle karşı çıktılar. Ezanın hoparlörünün kablosunu kestiler. Diyorlar ki:

"--Çocuklarımız erken kalkıyor, uykuları yarım kalıyor, sıhhatleri bozulacak!.."

Yâni gerçek İslâm olmayınca, çeşitli madrabazlıklar, şaklabanlıklar oluyor. 28. 08 1997 - New Castle / İNGİLTERE

…Benim kendi evime de ilk gittiğim zaman Ankara'da; elektrikçi kasden sabotajlar yapmış. Yâni artı kutupla eksi kutbu bir yerlerde birbirine bağlamış. Sigortayı takar takmaz gümbürtüyle yüzünüze patlıyor, korkuyorsunuz. Balkonun elektriğini apliğin içinden geçirmiş, şöyle yapmış, böyle yapmış... On onbeş tane sabotaj yapmış oraya ki, buraya giren insan bana muhtaç olsun diye... Bir de kooperatifin evlerinin olduğu mahalleye elektrikçi dükkânı açmış. Geçimini oradan sağlayacak. Bütün evlerde on tane, onbeş tane arıza var. Tabii oraya giren düzeltecek. Ben bunu anlayınca dedim ki:

"--Özellikle seni çağırmayacağım ve bu işi kendim yapacağım!"

Merdivenlerde lamba tertibatı vardır, üstten açarsınız, alttan kapatırsınız; alttan açarsınız, üstten kapatırsınız. Oturdum, bu nasıl olur diye düşündüm, onları çözdüm. Kendi evimin elektrik işini kendim hallettim. Mayıs 1993 - Boğaziçi Üniversitesi

…Ben de çocuğumu öyle gönderdim. Benim oğlum imam-hatibe gitmek istemedi:

"--Baba, ben baÅŸka yerde okumak istiyorum!" dedi.

"--Evlâdım, ben ilâhiyat profesörüyüm ama sana dinini öğretmeğe vaktim yok! Günde sekiz tane yere uğruyorum. Sen burada imam-hatipte Arapça öğrenirsin, sûreleri öğrenirsin; namazı, niyazı, orucu, haccı, zekâtı öğrenirsin, dinin ahkâmını öğrenirsin. Şöyle bir din kültürü, kafanda biraz bir şeyler oluşur. İmam-Hatip lisesini bitirdikten sonra, nereye istersen git!" dedim.

Ondan sonra da hakikaten Amerika'ya gitti, işletme tahsili yaptı, geldi. Eylül 1997, İNGİLTERE

…Ben bizim bütün çocuklarıma ve torunlarıma açık olarak dedim; "Kim hafız olursa, otomobil alacağım!" diye söyledim. Çalışsınlar, alsınlar; Allah'ın izniyle veririm. 23. 10. 1995 - Gostar / ALMANYA

…Ankara'da bizim caminin cemaatini topluyordum, komşu mahallenin camisine gidiyorduk. Şaşırıyorlardı öyle bir kalabalık içeri girince... "Öteki mahalledeniz, misafir geldik." diyorduk, "Siz de bize buyurun!" diyorduk. Başka bir sefer öbür tarafa gidiyorduk. Müslümanlık muhabbet demek... 26. 7. 1995 - Rochester / U. S. A.

…Bizim Hacı Hanım bu hususta hatırınızda kalsın, bir nümûne olarak... Müezzin minareden inmeden namaza durur. Bazan ben seslenirim, "Hacı hanım bir şey..." filân diyeceğim; bakarım, "Allahu ekber!" demiş, namaza durmuş. 22. 7. 1995 / Pennsylvania - U. S. A.

MEHMED ZAHÄ°D KOTKU EFENDÄ°YLE ANILAR

Rotterdam / HOLLANDA

Bizim Hocamızın (Rh.A) ben direkt olarak, "Şöyle yap, böyle yap!" diye emir sîgasıyla emir verdiğini hatırlamıyorum. "Acaba, şöyle yapsanız nasıl olur?.. Şöyle yapmak uygun olur mu dersiniz?.." Yâni, istişare ediyormuş gibi soruyor; halbuki emir!.. Neden?.. Dinlenmediği zaman, bir veliyyullahın sözü dinlenmediği zaman felâket olur da onun için... Muhatabını o duruma düşürmüyor, muhterem kardeşlerim! 9 Haziran 1990 – ADAPAZARI

Hocamız Cennetmekân Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, kerâmetlerini herkesin bildiği, gördüğü, söylediği çok mübârek bir zât... Televizyonlarda hayatı anlatılıyor. Bir şehre geldi. Dedi:

"--Filâncaya ziyarete gidelim!"

Ziyarete gidelim dediği şahış kendisinden küçük yaşta, kendisinin müridi ve kendisinin aleyhinde konuşan bir insan... Dedikodusunu yapan, edepsizlik eden, aleyhinde konuşan bir kimse... Ben de yanaştım yanına:

"--Baba! O şahıs sizin aleyhinizde ileri geri konuşuyor, sizi pek sevmiyor, size muhalif..." dedim.

Hassaten onun yanına gitti. Özellikle onun evine gitti ve onun üzerinde çalıştı. Yâni, "O benim aleyhimde konuşuyormuş!" demedi. Sonunda o şahsın nasıl dönüp değiştiğini, nasıl Hocamız'a bağlandığını ben biliyorum. 3. 2. 1995 / 3 Ramazan 1415 - ISPARTA

Biz de Ankara'da iken, Hocamız sağ iken (Rh.A.) --Allah himmetlerine, teveccühlerine, şefaatlerine erdirsin-- emretmiş diye duymuştuk. "Bir vakıf da biz kuralım Osman!" demiş. Duymuştuk da kurulmasının gecikmesine üzülüyorduk. Yâni, Hocamız emretmiş de niye emri hemen yerine gelmemiş?.. Araştırdık. Dediler ki, "Tüzük hazırlanmış da vakıflar genel müdürüne verilmiş, o da inceletiyormuş... Olacakmış... vs. ama olmamış gene..." Onun üzerine genç arkadaşlar bana müracaat ettiler, "Hocamızın bu emrini çarçabuk ortaya koyalım!" dediler. "Peki, koyalım!" dedik. Gümüş Mühendislik'te oturduk, kalktık, görüştük, konuştuk... Büyüklerden, tecrübeli ağabeylerden bazılarını çağırdık... Gayemiz, gayemizi tahakkuk ettirmek için yapılacak faaliyetler neler olabilir; bunları maddeler halinde sıraladık gönlümüzce... Hayal etmek serbest, temennî etmek serbest diye sıraladık. Hakyol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı'nın tüzüğünü, nizamnâmesini hazırladık, Hocamıza arz ettik. Hocamız (Rh.A.) okudu, beğendi, tahsin eyledi, tasvib eyledi, tensib eyledi, münâsib buldu. "Pekiyi, hadi bakalım bu çalışmalara başlayın!" dedi. Biz de o zaman Hakyol'un çalışmalarına başladık. 24 Ocak 1992 AYVALIK

Hocamız öyle söylemişti. "Gençler imamlığın kıymetini bilmiyor, meb'us olmağa heves ediyor." diyordu. Yâni, meb'usluktan üstün görüyordu. O sırada, yüksek İslâm enstitüsünden mezun bir takım kimseler meb'us olmuşlardı, şurda burda... 5 Mart 1993 – İstanbul

Bizim Hocamız onun için tavsiye etmiş ki, "Resmî nikâhı yaptıktan sonra dinî nikâhı yapın ki, böyle cahilliklerden dolayı bir takım saçma şeyler yapılmasın!" diye... Güncel Sorular-1

Hocamız Rahmetullahi Aleyh bir söz söylerdi. --Kardeşlerimiz darılmasın, bu kardeşim de bağışlasın... İsim olmadığı için ben onu bilmiyorum, cemaat de bilmiyor. Cemaate umûmî ders vermek için, ona da ders olsun diye söylüyorum. Dost acı söyler, düşman güldürür.-- "Bir kadını idare edemeyen erkeğe, ben erkek mi derim!" derdi Hocamız... Güncel Sorular-1

Benim Hocam derdi ki: "Bir yerde birisinin arkadaşı varsa; otele giderse, lokantaya giderse, arkadaşlığa sığmaz!" derdi. Arkadaşına gidecek, muhabbet olacak!.. Büyük şeyh idi Hocamız... 22. 12. 1993-Mildura

Eve gelen misafire, Hocamız (Rh.A) soru sordurtmazdı.

"--Karnın aç mı, yemek istiyor musun?.."

Utancından istemiyorum der. Ev sahibi misafire "Karnın aç mı?" diye sordu mu, yan çizmek istiyor demektir. "Teşekkür ederim." diyecek o da... "Tamam, Peki öyleyse..." diyecek, sordum diyecek bir de... Kimi kandırıyorsun, öyle şey olur mu... Yemeği getireceksin, önüne koyacaksın, "Buyur kardeşim!" diyeceksin. Karnın aç mı, tok mu demek yok; onun açlığı, tokluğu kendisine ait... "Yolcu geldi mi, önüne yemek konulacak!" derdi Hocamız (Rh.A). "Karnın tok mu, aç mı diye sormak ayıptır." derdi. 16.11. 1997 - ALMANYA

Hocamız biraz mahalli şive ile konuşurdu. "Kardaş, arkadaşlık pek eyi demekle kàimdir." derdi. Mahallî tabirler...

Yakından tanımayanlar onu Nasreddin Hoca gibi görürdü. Bilmiyor sanırdı, câhile bir şey öğretir gibi tatlı tatlı anlatırdı. Hocamız onun âlâsını biliyor. İkisini uzaktan seyreden kimse olarak ben biliyorum ki, herifin deminden beri dil dökmesi boşuna, Hocamız onun âlâsını biliyor. "Haa, öyle mi?.." bilmem ne... Kalbi kırılmasın diye, nezâketen, zerâfetinden... Yoksa daha iyisini bilirdi, kat kat âlâsını bilirdi.

Yâni öyle şeyleri var ki, "Şöyle olacak, siz meraklanmayın!" diye istikbale ait şeyleri söylerdi. Çok misalleri var... 10. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ

Hocamız (Rh. A) ile bir yerde misafiriz. O yattı uyudu, horlamaya başladı. Yorgun, ihtiyar, derin bir uykuda... Horluyor, fakat bir taraftan da mübarekten, "Allah... Allah... Allah..." diye muntazam ses geliyor. Kesin, şu kulaklarımla duydum, hayal değil... Oluyor, erbabı o noktaya ulaşıyor. . 24. 03. 1997 - Osnabrück / ALMANYA

Hocamız nafile namaz kılardı evde... Zâten sünnetleri evde kılardı, camiye farzı kılmaya giderdi. Cemaat beklerdi, müezzin camdan Hocamız'ın geldiğini görünce, kameti o zaman getirirdi.

Bazan Hocamız namazda iken yüzüne bakardık ve korkardık. Çünkü yüzü ve gözleri boşalırdı. Sanki bedeni orda da kendisi yok gibi olurdu. Biliyorum böyle olduğunu... 27. 11. 1997 - Mekke-i Mükerreme

Hocamız (Rh.A)'i yine yad edelim... Bizim memleketimizde bir küfür fırtınası esti, herkes sarsıldı. İmanında devam etmek isteyenler büyük zararlara uğradılar. Büyük bir kısmı da değişti. Camiler kapatıldı, satıldı, vakıf malları satıldı. Kur'an-ı Kerim'ler toplatıldı. Gazetelerde dinî yazı yazmak yasaklandı. Çeşit çeşit zulümler oldu. Eski devrin mâcerâlarını kitaplardan okumuşsunuzdur, biliyorsunuzdur.

Hocamız dedi ki: "Elhamdü lillâh Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi zikre sarılmak bereketiyle korudu." dedi. Yâni, zikrullah insanı koruyor. 22. 03. 1997 - Hocamız cennetmekân Mehmed Zâhid Efendi, mütebessim gül çehresiyle güzel bir söz söylerdi. Derdi ki: "Rızık insanın boğazından geçendir, yoksa kasasında duran değil..." 2. 2. 1995 / 2 Ramazan 1415 Bizim Eller Radyosu - Denizli

Hocamız cennet mekân, Mehmed Zâhid Kotku Efendimiz bize İskenderpaşa Camii'nde bunu fiilen hep kendisi yaparak alıştırmıştı, öğretmişti. Sabah namazından sonra oturulur, Yâsin-i Şerif okunurdu. Ondan sonra güzel dualar, Kur'an-ı Kerim'den, hadis-i şeriflerden alınmış dualar, Evrâd-ı Şerife okunurdu. Herkes önündeki, elindeki evrad kitabını, dua kitabını açar, dinlerdi. Ondan sonra hatm-i hàcegân yapılır, tesbihler çekilirdi. O vakte kadar da tabii kerâhat vakti geçmiş olurdu. Yâni namaz kılınamayacak vakit tamamlanmış olur ve artık işrak vakti geldiği için kalkar, iki rekât veya daha fazla namaz kılar idi.

Tabii bu sünnet, hadis-i şeriflerde geçen bir ibadet. Hocamız bunu bize öğretti. Her yerde görmüyoruz, herkes yapmıyor. Allah Hocamız'dan razı olsun. 30. 01. 1998 – AVUSTRALYA

Hocamız Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A), --Allah-u Teàlâ Hazretleri makàmâtını daha a'lâ eylesin-- böyle kafile halinde yola çıkarlardı. Karayolu ile bir kaç defa Hicaz'a gittiklerini hatırlıyorum. Yirmiyedi araba, yirmibeş araba kafile halinde İstanbul'dan Ankara'ya gelirdi. Bendeniz kardeşiniz, o zaman Ankara'da, üniversitede görev yapmakta idim. Biz tabiî Hocamız gelince, Allah'ın evliyâullahı, mübarek büyüğümüz geldi diye bayram yapardık, sevinirdik. Hacı Bayram'a giderlerdi, herkes hoş geldin derdi.

Sonra bizdeki konaklamasını tâkiben, Ankara'daki günleri bittikten sonra, duâlarla yola çıkarlardı. Hacı Bayram Camii içerisinden, Hacı Bayram-ı Velî KS Efendimiz'in türbesinin önünden yola çıkılırdı. Ben hatırlıyorum, böyle nasıl yüreğimizin yağı erirdi. Onlar hacca doğru giderken, gidemeyenler arkada böyle boynu bükük kalırdık. Hem uğurlardık, hem ayrılığın gözyaşları, hem de "Ah benim de imkânım olsa, ben de gidebilsem!" gibi duygular içinde...

Hattâ rahmetli Necmeddin Yüceler amcamız vardı. İbrişim gibi ak sakallarını Hocamız çok severdi. Onun da Allah makàmını a'lâ eylesin; çok iyi insandı, evinde teravihler kıldırırdı, hayırlara koştururdu, vakfımıza hizmetleri, hayırları, bağışları çok... Bir seferinde hatırlıyorum, arabalardan birisinde boş yer varmış, hacca gidiyor kafile, arabanın boş yerine oturdu. Ondan sonra da çocuklarına dedi ki:

"--Arkamdan pasaportumu alın, vizeyi hazırlayın, hudûda gidinceye kadar bana pasaportu yetiştirin, ben gidiyorum!" dedi.

Orda oracıkta, hemen arabaya bindi rahmetli. Hatırlıyorum, tebessüm ederek, göz yaşlarıyla hac kafilesine katılmıştı. 18. 07. 1997 - Medine

Hocamız, Mesfele'ye giden Abdül'aziz kapısına doğru kubbeler başladığı zaman, şöyle bir ilk kademeli yerde durur, namaz kılardı. Ordan Rükn-ü Yemânî çok güzel görünür. Kâbe'nin güney köşesi orası... Hacerül-Esved doğu köşesidir. Yâni güney köşesinin karşısında otururdu. Mi'raca ordan çıkmış Peygamber Efendimiz, onun için Hocamız orada otururdu. . 26. 11. 1997 - Mekke-i Mükerreme

Hatm-i Hâcegân'ı Hocamız Rahmetullahi Aleyh, sabah ve yatsı namazlarından sonra camide, kalabalıkta yapardı. Burada sabahları ve yatsıları Hatm-i Hâcegân yapılıyor. Çünkü, o şekilde yapılmasa, "İlle has dervişler katılsın da, ötekiler katılmasın!" denilse, başka bir takım mahzurlar olduğundan Hocamız öyle ictihad eyledi. Camide de yapıyordu, ayrıca da yapıyordu. Güncel Sorular-1

Biz Hocamız'la Ankara'da bir eve gitmiştik. Allah rahmet eylesin, ev sahibi çok zengin bir insan... Hocamız bir kenarda oturuyor, ihvân oturuyor... Kimisi bakan, kimisi müsteşar, kimisi müdür... Böyle seçkin insanlar, üniversite hocaları, profesörler filân var... Herkes susuyor ama, edebinden susuyor. Büyük bir zâtın meclisinde feyizyâb olmak için boynunu bükmüş; mânevî bakımdan, kim bilir gönül alışverişi neler oluyor herkesin içinde, kabiliyeti nisbetinde... Fakat evsahibi o suskunluktan rahatsız oldu. "Yâhu ne susuyorsunuz, tanışsanıza, konuşsanıza!.." diyor.

Ben hatırlıyorum, Hocamız'a bir başka mübârek şeyh efendi ziyârete gelmişti. Ben de Hocamız'ın kapısını açtım, misafirini kabul ettim. İkisine baktım, emin olun bir tek kelime konuşmadılar... Hoş geldin bile diye bir söz duymadım ben... Hoş bulduk diye de bir şey duymadım. Belki selâm vermişlerdir; onu hatırlamıyorum. Birisi minderin burasına oturdu. Ötekisi öbür tarafında evsahibi olarak oturuyordu. Herkes de yerlere oturdu. Gelen zât-ı muhteremin ihvânı şöyle oturdu. Hocamız'ın ihvânı bir tarafta...

Yâni ben öyle sezdim ki, iki hoca efendi gönüllerinden birbirleriyle, ötekilerin hiç anlamayacakları gibi konuştular, görüştüler, biliştiler, seviştiler, kalktılar gittiler. Ama ötekiler hiç duymadı, hiç bir şey anlamadı. 1 Temmuz 1990 – ARAFAT

Bizim Hocamız (Rh.A) zamanında ben hatırlıyorum; ezan okunurdu, Hocamız sünneti evinde kılardı. Yâni caminin imamı olduğu halde camide gidip sünneti kılmazdı, evinde kılardı. Ev de sevap kazansın, ev de ibadethâne olsun diye...

Peygamber SAS Efendimiz, "Evlerinizi kabristan gibi, mezar gibi yapmayın; ibadetle canladırın!" buyuruyor. Onun için bazı sünnet namazlarını evde kılmak iyidir. Peygamber Efendimiz'in bu tavsiyelerine uygun olarak, Hocamız sünneti evde kılardı. Sonra tatlı tatlı, sevimli bir şekilde kapısından çıkardı. Müezzin camekândan onu görürdü. Hocamız camiye gelirken kàmet getirmeye başlardı. Ama bu epeyce bir vakit alırdı, yâni Hocamız acele etmezdi.

Hocamız dört mezhebe göre abdestini koruyacak tedbirini alırdı. Meselâ hanımına cübbesini tutturmazdı. Çünkü şâfîlere göre hanımının eli değerse eline veya ensesine, şâfîlerin şartına göre abdesti bozulacak. O şart da yerine gelsin diye ona cübbesini tutturmazdı. Böyle güzel hazırlıkla namazı kılardı, beklerdi. Bu beklemek neden?.. İşi gücü olan, ezanı duyan insan gelsin, abdestini alsın rahatlıkla farza yetişebilsin diye. Yâni imamın biraz acele etmemesi lâzım!.. 13. 03. 1998 – AVUSTRALYAHocamız (Rh.A) Mehmed Zâhid Efendimiz, ben hatırlarım, benim başımdan geçti: Böyle oturuyorduk camide... Ben bir şey düşündüm, aklımda, bir şey söylemedim daha, şöyle bana baktı: "Olur mu öyle şey?" dedi. Hiç bir şey demedim. "Olur mu öyle şey?" dedi. İşte mü'minin Allah'ın nuruyla baktığı zaman olayları görmesi demektir. Eylül 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

Hocamız (Rh.A)'le Çanakkale'de bir köye gittik. Yatsı namazını kıldık. Kahvede, "Ben Çanakkale Savaşı'nı gördüm." dedi ordan birisi. Gàziler varmış Çanakkale Savaşı'ndan. Zaten Gelibolu'ya yakın bir köydeydik, oralardaydı. Demek savaşa katılmış. Dedik ki:

"--Bu savaş nasıl oldu, anlatın!"

"--Savaş anlatılmaz. Öyle bir şey ki, ölüm burnunun ucunda, düşman sana saldırıyor öldürmecesine... Ya sen onu öldüreceksin, ya o seni öldürecek; can pazarı... Tarif edilecek bir şey değil, çok korkunç bir şey!" dedi. Eylül 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

İstanbul'da bizim ihvanımızdan bir Ermeni vardı. Ermeni asıllıydı, müslüman olmuştu. Hocamız'a gelmiş, ders almıştı. Hocamız'ın adı Mehmed Zâhid olduğu için, Zâhid adını almıştı. Kapalıçarşı'da dükkânı vardı. Ona her gün Ermani papazları gidip geliyorlarmış:

"--Ya ne diye Ermeniliği bıraktın, Ermeni kilisesini bıraktın? Ne diye müslüman oldun?!."

"--Hak din diye müslüman oldum?"

"--E bak işte bizim komşu falânca hacı, hacca da gitmiş ama ticarette şöyle hile yapıyor, böyle yapıyor, yalan söylüyor. İşte filânca şöyle..." diyorlarmış.

Yâni papazlar, kötü örnekleri gösterip, "Sen ne diye müslüman oldun?" diyorlarmış bu arkadaşa... Bu arkadaş kendisi anlattı bana, yâni bu müslüman olan Ermeni kardeş anlattı. O da diyormuş ki:

"--Siz şehirdeki, kanalizasyondaki pis suları gösteriyorsunuz, 'Bak, bu sular pis!' diyorsunuz. Halbuki suların dağdan çıktığı ilk kaynağa gidin. Kaynağın ilk yerine çıkın. İlk yerinde suyun ne kadar temiz olduğunu, içilebilir ve saf olduğunu, ne kadar serin olduğunu, ne kadar güzel olduğunu göreceksiniz. Şehirdeki kullanılmış suyun, kanalizasyondaki hâline bakıp suyu kötülemeyin; asıl kaynağa bakın!" diye cevap veriyormuş. Eylül 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

Bizim Hocamız cennet mekân Rh.A Efendimiz Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'yle Ankara'da bir ihvanımızın evine gitmiştik. Çankaya'da çok güzel bir evi vardı. Bütün Ankara, misafir salonundan tabak gibi görünüyor, benim şu halıyı gördüğüm gibi Ankara ayaklar altında... Tam Çankaya'nın altında, en güzel yer. Çok geniş salonu vardı. Hocamızı çağırdı evine, toplantı oldu, herkes kalabalık geldi. Başka bir hocanın dervişi de geldi. Yâni hocamıza intisablı değil, başka bir hocaefendiden geldi. Halen sağ, o hocaefendiyi de tanıyorum, ismini söylemeyeceğim. Ama hocamızı çok seviyor.

Hocamız, hocalar güzeliydi. Böyle bembeyaz sakalı vardı, kırmızı yanakları vardı, heybetliydi, güleç yüzlüydü, Gören: "Kim bu güzel adam?" derdi. O kadar güzeldi. Benim gibi böyle kara yüzlü değildi.

Soruyu soran Bağdat'ta filân okumuş, alim, Diyanet'te hocalık yapan bir kimse, kuvvetli hafız, Kur'an'ı da biliyor:

"--Hocam, dedi, şunun sevabı şu kadar, bunun sevabı bu kadar... Bunlardan daha çok sevaplı bir şey var mı?" dedi.

Benim de hoşuma gitti bu soru, herkesin de hoşuna gitti. Adam sevap kazanmak istiyor belli. Sevaplı şeyi soruyor. Hocamız sanki onun sormasını bekliyormuş gibi, ne başını böyle öne eğip düşündü, ne tereddüt etti; daha o sözünü tamamlarken dedi ki:

"--Evet var!.."

"--Nedir Hocam?" dedi.

Gözleri böyle hazine görmüş bir insan gibi açıldı. Tabii heveslendi. Meraktan, hani tam böyle kalenin önüne top gelmiş, vuruyor; "Gol mü değil mi?" filân der gibi, o kadar heyecanlı bir şey.

Dedi ki:

"--Bir insan tasavvufta zikre çalışırsa, zikre çalışa çalışa gelişme olur kendisinde. Sonra bu gelişmelerin sonunda, bir kere 'Allah' dedi mi, bütün vücudunun zerreleriyle beraber hep birlikte 'Allah' der. Bu çalışmadan sonra, zikir bütün vücuduna yayılır. Çalışmalarla gelişe gelişe parmakları zikreder, ayakları zikreder, saçları zikreder, her taraf zikreder... Sonra bir kere 'Allah' dedi mi, bütün zerreleriyle zikreder. İşte bu en sevaplıdır." dedi. Eylül, 1997 - Newcastle / İNGİLTERE

Mehmed Zâhid Kotku Hocamız, --cennetmekân, rahmetullahi aleyh-- benim de bir genç öğrenci olarak katıldığım toplantılarda, Balkanlar'ın en büyük motor fabrikası olan Gümüş Motor'u kurmayı emretmiştir, kurma çalışmalarını başlatmıştır. Bu motor fabrikası kurulmuştur, halen de Pancar Motor diye Türkiye'ye fayda sağlamaktadır.

Biz kurucularına fayda sağlamıyor!.. Çünkü elimizden, haince dolaplarla, düzenbazlıklarla alınmıştır. Kurucularına menfaat sağlamıyor. Çünkü, kurucuları, o zamanki nominal sermayeleri kadar sermayeler görülecek şekilde gadre uğratılmışlardır.

Ama biz iftihar ediyoruz. Pancar Motor'u gördükçe, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız'ı hatırlıyoruz. Bahçelerde "Pata... Pata... Pata..." sular çekildikçe, otomatik sulama sistemleri tarlayı yemyeşil yapmış görünce, o neşe içinde ilâhî bir haz duyuyoruz. 5 Temmuz 1994 – Kızılcahamam

Bir ev sohbetinde, bizden yaşlı ağabeylerle oturmuştuk. O zaman arkadaşlar kendi hallerinden şikâyet ettiler: "İşte tad alamıyoruz, feyz alamıyoruz. Görenler var, biz niye böyle eksiğiz?" filân diye böyle konuştular.

Ben de sonra Hocamız (Rh.A)'e, "Filânca akşam filânca yerdeydik. Böyle böyle konuştular." diye naklettim durumu... Dedi ki Hocamız:

"--Ne yapayım, kendilerine verilen zikir vazifelerini yapmıyorlar." dedi. 10. 05. 1997 - Stocholm / İSVEÇ

Hocamız Mehmed Zahid Kotku Rh.A Hazretleri'nin çok söylediği bir söz vardı. Bir keresinde ben dedim ki:

"--Bir yerde çok güzel, manzaralı bir arsa varmış..."

Şöyle gözümün içine bakmış, bir mısra söylemişti Hocamız (Rh. A):

Fâni dünya hoştur ammâ, akıbet mevt olmasa! 05. 12. 1997 - Medine

Hocamız burda rahatsızlandığı zaman, vefatına sebep olan rahatsızlığıyla yattığı zaman, çok kimseler biliyorum ki: "Yâ Rabbi, benim canımı al, ona ver, o yaşasın!.. Ben öleyim, o yaşasın!.." diyorlardı. Ama tabii, Allah'ın birisinin canını alıp da ötekisine vermeğe ihtiyacı yok ki... Ömür verirse verir ama, kadar öyle olunca da, değişmez. Hocamız da vefat etti. 19. 01. 1997 – İskenderpaşa

Hocamız vefat edeceği zaman başucunda bekliyoruz. Canımız gidiyor, vefat etmesin Hocamız diye... Benim babam filân hatırlıyorum:

"--Yâ Rabbi, benim ömrümü al, ona ver! Ben öleyim, o kalsın!" diye dua ediyordu.

Allah senin ömrünü almadan ona ömür vermeye kàdir değil mi?.. Kàdir... İlle bir yerden alıp öbür tarafa ekleme mecburiyeti yok Allah için... Dilerse onun da ömrünü, diğerinin de ömrünü uzatabilir.

Çok dua ettik ama Hocamız öldü. Neden?.. Kader... Kader değişmez tabii, ömrü o kadar... Çare yok... 22. 7. 1995 / Pennsylvania - U. S. A.

-Devam Edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şüphesiz Biz Seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

Fetih, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hikmetli söz, müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa almaya en layıktır.

Tirmizi, Ä°lim, 19.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI