Cevaplar.Org

GİYİMDE HAYÂ VE TAKVA ÇİZGİSİ

Yazık ki şimdi onun ümmeti, her gün biraz daha artan bir vurdum duymazlığın içine sürükleniyor. Yeni kuşaklara, giyinmekten maksadın örtünmek ve bedeni korumak olduğunu gereğince öğretemedik. Öğretemedik ki, uzuvların teşhirini ön planda tutan modacıların yönlendirmesine, bir heves ve özenti uğruna kolayca boyun eğmekteler.


2011-09-14 01:00:00

Cafer Durmuş - Altınoluk Dergisi

Güzel dinimiz İslâm, ne sadece vicdanlarda saklanan gizli manzumeler bütünüdür, ne de yalnızca dış görünüşe yansıyan bir takım davranışlardan ibarettir. Bilakis, mensuplarının iç dünyasını tanzim ve tahkim eden ve oradan davranışlarda güzel ahlak numuneleri tezahür ettiren kaideler manzumesidir.

Onun davranışlarımıza yön veren düsturları cümlesinden olmak üzere bu gün, neticede insanı iffet-haya gibi güzel hasletlerle buluşturan giyinme/örtünme konusuna ve bu anlamda geçmişimize ne derece sahip çıktığımıza bakalım istiyorum: Kıyafetlerimizi kendimize güvenerek tercih ettiğimiz dünkü asil duruşumuzu hatırlayalım. Bu günkü ahvâlimize bir bakalım. Yarınlarımızı düşünelim. Kur'ân-ı Kerim'in buyruğunu, orada verilen misalleri tezekkür edelim.

Yüce Kitabımız iffetli yaşamayı ve haya duygusuyla giyinmeyi öğüt veriyor mü'minlerine. Hz. Şuayb'ın kızlarının edeble yürüyüşlerini, utanarak konuşmalarını örnek veriyor. Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmama vakarının, ezvâc-ı tâhirâttan ümmeti aydınlatan bir iffet kaidesi olmasını öngörüyor. Kıssaların en güzelinde Allah'tan haya etmenin büyüklüğünü anlatıyor.

Hayasızlığı yasaklıyor bizim kitabımız. Bir bütünün iki yarısı gibi birbirini tamamlayan kadın ve erkeğin, Allah'ın buyruğuna riayet ettikleri sürece, yekdiğeri hakkında bürüyücü bir elbise olacağını beyan ediyor. Zinaya yaklaşmayın buyruğuyla, o çıkmaz sokağa varan yolların, ancak iffet ve haya ile kapatılabileceğine işaret ediyor. Kadın ve erkek bütün müslümanlara haramdan gözlerini sakınmalarını emrediyor.

Önümüze çıkan haram tabloları bir çırpıda izale etmemizi beklemiyor bizden. Her hayrı usulünce talep etmenin yolunu gösteriyor. Önce nefsimizden başladığımız taktirde, çevremize ışık saçabileceğimizi buyuruyor. Ve müttakilere yaraşır vakur elbiselere bürünmemizi, insanlık içinde iffet ve haya örneği olmamızı...

Â'râf Sûresi'nde; sadece insana mahsus olmak üzere verilen elbise nimetinin, bu gayeye hizmet etsin diye ihsan edildiğini buyuruyor:

Ey Âdem oğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan takvâ elbisesidir. İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırsınız. (A'râf.7/26)

Âyet-i kerimede; örtünmeyi ve insanlara düzenli görünmeyi sağlayan, gösterişten uzak, mutedil bir giyim tarzı öngörülmüştür. Ve bu, insanı takvaya, takva libasına götüren yol olarak teşvik edilmiştir. Bedeni teşhir ile insan haysiyetini ayaklar altına alan giyim tarzının çirkinliğine işaret edilmiştir, diyebiliriz.

Çünkü takva elbisesiyle, takva arasında bir bağlantı vardır. Ve bir bakıma bunların ikisi de libastır. Biri kalbin ayıplarını örter ve onu güzelleştirir. Diğeri bedenin kusurlarını kapatır ve onu tezyin eder. Böylelikle kişide, utanma duygusu inkişâf etmiş olur.

Tefsirde belirtildiği üzere; "haya ve takva duygusundan uzak olan kişi, her ne kadar giyinse de, elbisenin rahmet ve bereketinden istifade edemez. Çünkü setr-i avret ve hıfz-ı namus gibi yüce gayeleri gözetmeyenin ve örtünmeyi değil, bedenini teşhir etmeyi gaye edenin kullanımında elbise, bir meta-ı gurûr olur. Elbise nimetinden faydalanmanın esası, hiss-i takva ile giyinmektir. Hiss-i hayâ ve haşyetullah ile giyilen elbise Allah'ın izniyle kişinin maddi ve manevi ayıplarını örter. Sahibini fenalıklardan muhafaza eder."

Nitekim, Peygamber Efendimiz elbiseyi mübarek bedenini örten ve ibâdât ü tââte zemin hazırlayan bir hayır vesilesi olarak değerlendirmiştir. Ehline ve ashabına bunu öğretmiştir.

O, elbisesinin temiz ve düzgün olmasına itina gösterirdi. Örtünme ile temiz ve düzenli giyimin en ideal insicamını mübarek hayatında tatbik ederdi. Asgari ihtiyacından fazlasına rağbet etmezdi. Onun elbiselerinden hiç biri topuklarından aşağı inmez, yerlerde sürünmezdi. Elbiseyi mutlaka sağ taraftan giymeğe başlar ve şöyle dua ederdi; ayıp yerlerimi örten elbiseyi bana giydiren ve onunla insanlara güzel görünmemi sağlayan Allah'a hamd olsun.

Bu davranışıyla giyinmenin; bedenin korunmasına, cemiyette edeb ve haya hislerinin canlı tutulmasına hizmet etmesi gerektiğine işaret ederdi. Önceki peygamberlerin sözlerinden bize intikal eden, utanmazsan dilediğini yap sözünü nakletmesi, bunu temine yönelik en mühim hatırlatmasıydı.

* * *

Yazık ki şimdi onun ümmeti, her gün biraz daha artan bir vurdum duymazlığın içine sürükleniyor. Yeni kuşaklara, giyinmekten maksadın örtünmek ve bedeni korumak olduğunu gereğince öğretemedik. Öğretemedik ki, uzuvların teşhirini ön planda tutan modacıların yönlendirmesine, bir heves ve özenti uğruna kolayca boyun eğmekteler.

Kanatimizce bir toplumda bu derece köklü değişikliklerin bu kadar hızla gerçekleşmesi ve hiç bir fiziki baskı olmadan kabul görmesi hayra alamet değildir. Bir müslüman, inancıyla bağadaştırmadığı bir kıyafeti hangi yorumla üzerinde taşıyor, kendine yakıştırıyor? Bunun sebeplerini araştırmak ve edebin güzelliğini, hayanın ulviyetini, bunları unutmuş görünenlere hatırlatmak ciddi bir mesele olarak önümüzde duruyor.

Görülen o ki, giyinmeyi/örtünmeyi asgari ölçüde dahi sağlamayan kıyafetleri kullanmayı itiyat edinen insan, başta dinimizin direği namaz olmak üzere ibadetlerden uzaklaşmakta ve geri dönülmesi, adeta özel gayret gerektiren bir çıkmazın içine doğru akıp gitmektedir. Dînî-İslâmî kural ve kavramların işitilip söylenmediği ortamlara... Ve buralarda attığı her adım, adeta bir sonraki olumsuz aşamayı davet etmektedir.

Bir insanın giyim-kuşamında dînî-millî hassasiyetlerini yitirmesi, onu gayri İslâmî alışkanlıklara sürükleyen sebeplerin başında gelmektedir, diye düşünüyoruz. Bu sebeple, ezanların okunduğu, Kur'ân'ın işitildiği şu memlekette; o sevimsiz kıyafetlerin nasıl olup da yaygınlaştığını ve insanların hangi yorumla geçiminden sorumlu olduğu kişilere bunları alabildiği sorusu etrafında düşünmek gerektiğine inanıyoruz.

Bu gün toplumun, hangi hayat damarlarını kurutmayı göze alarak bu olumsuz noktaya kaydığının tesbiti bakımından; şöyle bir albümlere, bir de aynaya/etrafımıza nazar etmemiz faydalı olacaktır. Yüreğimiz elverirse, oradan geleceğe bakalım. Utanma duygusunu kaybetmenin bizi hangi badirelere sürükleyeceğini tasavvur edelim.

Bir millet düşünelim ki, geçmişiyle olan ortak paydalarını unutma çabasında. İstikbalini yeşertecek hayat damarlarını kurutmağa çalışıyor. Böyle bir milletin encamı nice olur?

* * *

Ecdadımız bu gün yaşasaydı bizleri sevmek isterdi, sevebileceği kılık-kıyafette görmek isterdi. Çünkü biz onların canlarından birer parçayız, nesillerinin devamıyız. Sevgili Peygamberimiz; huzuruna çıkabileceğimiz bir kıyafete bürünmemizi arzu ederdi. Ve biz, pek de uzak olmayan bir zamanda onlarla buluşacağımıza inanıyoruz.

Bununla birlikte şimdi, sokaklarda, caddelerde Allah'tan korkmazsan kuldan utan, sözünden medet umar hale geldik. Utanma duygusunu arıyoruz, hararetle. En son kaleyi. Onu da yitirirse bu toplum, ifsad olur. Yokoluşun eşiğine dayanır diye endişe ediyoruz. Ne acı...

İmanın en zayıf derecesinin kötülüğe kalben buğzetmek olduğu bilgisiyle yüreği sızlayan insanımıza, içinde ümitle sorumluluğun bir arada bulunduğu bir çift sözümüz olacak: Amansız alevler içinden ne kurtarılsa kardır. Bir kişiyi günah deryasından kurtarmanın ecri dünyalara değer olduğu gibi, bir tek insanı ihmal etmenin vebali de o derece ağırdır.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP

De ki: "Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O'na ortak koşuyorsunuz."

En'am, 64

GÜNÜN HADİSİ

"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."

"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI