Cevaplar.Org

MEVLANA MUHAMMED İLYAS KANDEHLEVİ-3. BÖLÜM

Mevlana İlyas, hacdan aldığı büyük enerjiyle yurduna döndüğünde ilk kez geşt(tebliğ gezileri) yapmaya başladı. Bu gezileri sırasında görüştüğü herkesten halkın arasına girip dinin ilk esası olan kelime-i tevhide ve dinin ilk farzı ve imandan sonra en büyük hakikat olan namaza davet etmelerini istedi.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-07-31 13:45:47

Davetin başlaması

Mevlana İlyas, hacdan aldığı büyük enerjiyle yurduna döndüğünde ilk kez geşt(tebliğ gezileri) yapmaya başladı. Bu gezileri sırasında görüştüğü herkesten halkın arasına girip dinin ilk esası olan kelime-i tevhide ve dinin ilk farzı ve imandan sonra en büyük hakikat olan namaza davet etmelerini istedi. 

İnsanlar çok kere içinde bulunmadıkları hizmeti kınar ve hafife alırlar. Bundan dolayı Mevlana İlyas, bu tebliğ hareketine halkı ortak etmek ve tabiri caizse tebliğ işini pratik hayatta, uygulamanın içerisinde halka öğretmek istiyordu.

Bir sohbetinde şöyle demişti; "Bizim çalışma tarzımızda din için cemaatler şeklinde evlerden uzaklara çıkmanın ehemmiyeti çok büyüktür. Bunun özel faydası çoktur. Kişi bu sayede sürekli donuk ve cansız çevresinden çıkarak, yeni, güzel ve hareketli bir çevreye girer. Bu çevrede onun dini cezbelerinin gelişip olgunlaşmasını sağlayacak pek çok sebepler bulunur. Bununla beraber, sefer ve hicret esnasında meydana gelen çeşitli meşakkatler ve bir yerden bir yere intikalden dolayı Allah için katlanılan zillet sebebiyle Allah'ın hususi rahmeti teveccüh eder."

Muhammed İlyas'a göre asırlardır müminlerin hayatında tebliğ unutulmuş ve sanki sadece âlimlere münhasır kalmıştı. Gerçi özellikle son birkaç asırdır da ulemanın ekserisi enerjilerini asıl meselelerden feri meselelere kaydırmışlar, medreselerden çıkan mollaların, ne dünyadan kimsenin sorduğu ne de ahirette bir fayda vermeyen afakî meseleler ile meşguliyetten ümmetin gündemini belirleyen meselelere zamanları ve imkânları kalmamıştı.

Bir şiirinde merhum Mehmed Akif bu duruma şöyle işaret eder;

"Misyonerler gece gündüz yeri devretmedeler

Ulemamız acaba vahy-i ilahiyi mi bekler?"

Tabiidir ki insanların alışkanlıklarını değiştirmek çok zor, çok sabır isteyen bir iştir. Özellikle Mevat halkı gibi dinle alakaları sadece isimden ibaret kalmış, cahiliye dönemini yaşayan bir toplumda davet ateşini tutuşturmak peygamberane bir azim ve sebat gerektirirdi. Bunlar ise Mevlana İlyas hazretlerinde fazlasıyla mevcuttu.

Büyük dava adamı merhum Zübeyir Gündüzalp'in çok enfes bir sözü vardır; "Bir kimse yaktığı bir meş'aleyi parlatabilmesi ve bâkileştirebilmesi için o meş'alenin, o nurun pervanesi olması gerekir." İşte Merhum Muhammed İlyas Efendi bu söze tam uygun gelen bir misaldi. Yeğeni Mevlana Zekeriyya Kandehlevi'ye yazdığı bir mektuptaki şu ifadeleri bunu ispata kâfidir; "Gönlüm istiyor ki, en azından benim beynim ve hayalim, bu işin dışındaki hiçbir şeyle meşgul olmasın."

Merhum Ebul Hasan en Nedvi "onun ruhu dine âşık olmuştu" der. Öyle ki; "davet işiyle meşguliyetimden dolayı açlığı hissetmiyorum. Buna rağmen herkesle beraber sofraya oturuyorum. Veya yemek vakti geldiği için yiyorum" diyecek kadar davasıyla bütünleşmişti.

Yine ona göre; "bu davet ameli için malı ve canı kurban ederek ve vakfederek din uğrunda ömürlerini harcayacak insanlar yetiştirmek gerekir. Bu uğurda hiç düşünmeden kendi canını harcamak gerekir."

Kuruluş safhası

1926 ila 1934 yılları arasındaki dönem tabiri caizse, Teblîğî Cemâat, Teblîğî Tahrik, Tah­rîk-i îmân ve Dînî Davet adlarıyla da bi­linen Cemâat-i Teblîğ'in ilk kuruluş safhası ve tohum atma dönemidir.

Bu zaman zarfında Muhammed İlyas, Mevat halkından davetine kulak verenlerle bölgeyi köy köy, kasaba kasaba kasaba tarıyor, çevreye tebliğ cemaatleri çıkartıyordu.

Yavaş yavaş Mevat'ta atmosfer değişmeye başladı. Ebul Hasan en Nedvi bu konuda şöyle yazmaktadır; "Kendi eşya ve azıklarını sırtlanmış, gerekli masraf ve yiyeceklerini yanına almış, bir köyden diğer köye, Mevat'ın bir köşesinden diğer köşesine gezip dolaşan çok sayıda gönüllü tebliğci yüzünden, kısa zamanda bu geniş bölgede din ve dindarlık öyle ilerledi ve asırlarca karanlıkta kalan bu topraklarda öyle bir ışık yayıldı ki, geçmişte bunun bir benzeri yoktur."

"İşte Mevat'ta başlayan bu dini harekette o mübarek sahabe devrinden hafif bir pırıltı ve bir iz vardı. Eğer bir kişi, bu tebliğ kafilelerini, omuzlarına yataklarını yüklenmiş, koltuklarının altlarına Kur'an cüzlerini sıkıştırmış, zembillerine kavrulmuş nohut veya birkaç parça ekmek koymuş, dilleri zikir ve tesbihle meşgul, gözlerinde geceyi ihya etmenin alametleri, alınlarında secde izleri, el ve ayaklarında cefakeşlik ve meşakkat nasırları olduğu halde görse, o kişinin gözünün önünde Rasulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem)'in emriyle Kur'an'ın ve dinin emirlerini öğrenmek için giderken yolda pusuya düşürülerek Bi'ri Maûne'de şehid edilen sahabelerin görüntüleri belirirdi."

Yaşlı bir Mevatlı, memleketlerindeki değişimi şöyle ifade etmişti; "Ben fazla bir şey bilmiyorum. Ancak şu kadar biliyorum ki, daha önce bazı işlerin olması için çok çalışılıyordu, ama hiçbir şey olmuyordu. Şimdi ise kendi kendine olmaya başladı. Bazı kötülüklerin kaldırılması için önceleri çok büyük kavgalar oluyordu, çok büyük güç sarf ediliyordu. Ama onların hiçbiri kalkmıyordu. Şimdi ise kendi kendine kaybolup gitmektedir."

 1938'de bölgeyi gezen ve Muhammed İlyas Efendi ile mülaki olan merhum Mevdudi, izlenimlerini Tercüman-ül Kur'an adlı dergisinde şöyle yazmıştı; "Bizzat ben davetçilerin cihadı, halkları ıslahları ve Şeyh İlyas'ın liderliği altında verdikleri eğitimin meyvelerine şahit oldum. Bu nedenden dolayı bazı köylerde tek bir çocuk dahi olsa namaz kılmayanları neredeyse bulamazsın… Ezanlar yükseliyor ve kısa bir dönem önce küçük ve büyük baş hayvanların ahırı olarak kullanılan tüm camilerde beş vakit namaz kılınıyor. Yol ortasında herhangi bir köylüyü durdur ve hiçbir Müslüman'ın bilgisizlikle maruz sayılamayacağı temel dini bilgilerde onu sına. Kelime-i tevhidi hatasız bir telaffuzla okuyabildiğini ardından da en basit seviyedeki kişinin anlayabileceği düzeyde gayet açık cümleler ile İslam'ı açıklayabildiğini; İslam'ın beş temel rüknünü inanamayacağın düzeyde gayet kolay ve basit bir şekilde sana sunabildiğini görürsün. Bu toplum içerisinde Hindistan yerel elbiselerini giyen erkek-kadın hiç kimse göremezsin. Herhangi bir kişinin ev veya giysisinde asla pislik bulamazsın!

Tüm bu insanların simalarında eğitim, İslam terbiyesi, yüce ahlak ve üstün davranış eserlerini görürsün. Onlar inanamayacağın bir şekilde üstün İslam Medeniyeti ve yüce ahlaki vasıflara doğru yüceliyorlar. 

Büyük oranda suç, karışıklık ve düşmanlık oranlarında düşüş var. Neredeyse savaş, fesat ve kargaşa oranları yok olmak üzere. Bölge hayal edemeyeceğin şekilde, yeni manaları ile güven ve saadeti tatmış. Bu gerçek, tüm idari yetkili ve yönetim liderlerinin itiraflarıyla haykırmakta. Bu durum bölgenin tüm görüntüsü değişmiş; insanların ahlaklarını temizlemiş ve davranışlarını civar köydekilerin kendilerinden etkilenmeye başladığı bir seviyeye ulaştırmış. İnsanlar önceden olduğu gibi onlara hakaret etmez olmuş, aksine gözler onları yüceltir ve ihtiram eder olmuşlar. Onlara güvenmeye ve ilişkiye girmeye başlamışlar.

Kuşkusuz Şeyh İlyas, bu köylü insanlara canlılık, davet, ıslah ve iyiliği emretme kötülükten uzaklaştırma vasıflarını ilham etmiş. Ahlaklarını arındırmış, onları cehalet ve haktan sapmışlığın nişanesi olan kişi konumundan; insanları hidayet ve doğru yola ileten birer davetçi seviyesine yükseltmiş.."

Mevdudi bu ziyaretine Resail Mesail adlı eserinde bir vesile ile şöyle değinmektedir; "Bu ce­maat hakkında da ben daima içimde iyi niyet, güzel duygu besledim. Dilimle, kalemimle onun için daima iyi sözler kul­landım. Rahmetli Mevlânâ Muhammed İlyas hayatta iken kendisinin huzuruna vardım, yanında bulundum. Mevat bölgesinde onunla birlikte dolaşarak hareketlerini yakından inceledim. Çalışmalarında gördüğüm hayırlı ve güzel yönleri, yayın organım olan "Ter­cüman ul Kur'an" aracılığıyla genişçe anlattım. Olması ge­reken şeyleri ve eksik olan yönleri gizlice sadece rahmetli Mevlânâ İlyas Hazretlerine arz etmekle yetindim."

Dikkat Edilmesi Gereken Bir Nokta

Burada bir hususa dikkat çekmek istiyoruz; Bizler genelde dine hizmet için bazı şeyleri bekliyoruz; Çok büyük bir ilim, üstün bir hitabet, geniş mali imkanlar, kaliteli elemanlar vs.

Hâlbuki Üstad Bediüzzaman'ın İhlâs Risalesindeki ifadeleriyle "bütün kuvveti ihlâsta bilmek" gerekiyor. Bunu es geçen birçok şahıs ve cemaatlerimiz var ki, bütün kuvveti ihlâsta bilemeyince; nicelikte, ekonomik, medyatik ve bürokratik güç ve imkânlarda biliyor ve saman alevi gibi parlasa da, birçok kişiye acı ve hayal kırıklığı yaşatıyor.

Muhammed İlyas hazretlerine baktığımızda ise;

a-Karizmatik bir lider değildi. Zayıf ve naif bir hali vardı..Çoğu zaman hastalıklarla boğuşurdu..

b-İyi bir hatip de sayılmazdı..Hatta Muhammed Manzur Numani'nin dediği gibi; "dilinde bir çeşit duraksama" vardı ve "bazen kendi maksadını bile tam olarak açıklayamazdı." İlmi seviye olarak o sırada Hind alt kıtasında yer alan en büyük âlimlerden birisi de değildi.

c-Elinde maddi, bürokratik, medyatik hiçbir güç yoktu. 

Ama onda çok muazzam bir güç, çok büyük bir sermaye vardı; Samimiyet ve ihlas..Merhum Ebul ala el Mevdudi buna veciz ifadeleriyle şöyle değiniyor; "Bu apaçık sonuç, görkemli manzara, olması neredeyse imkânsız olan ama çok kısa bir süre zarfında gerçekleşen başarı, İhlâs sahibi, tek bir mümin insanın sergilediği gayretin meyvesinden başka bir şey değildir... Bu başarıda ne bir yönetim, ne çok yüklü ekonomiye sahip bir kuruluş, dernek ne de banka yönetim sandıkları yoktu! Hatta bu hareketin ne bir ismi, ne lideri, ne başkanı, ne de bir bakanı vardı… Ne bir gazeteye, ne de bir dergiye sahiplerdi. Onları başkalarından ayıracak bir şiarları ve bayrakları da yoktu. Kendisine tabi olanlara kazandıracağı özel bir durum da söz konusu değildi.  Diğer hareket ve cemaatlerde bulma ihtimalin olan herhangi bir belirgin özellikte yok. Hatta seslerini insanlara duyuracak; istedikleri şeye onları çağıracak medyatik sloganları bile yok. Onlarda olan tek şey: Mescidin bir kenarında oturan ve insanları Allah (c.c)'a çağıran sade bir Şeyhten ibaret. Suskunluk, sadelik ve ihlâs; bunlar dışında başka hiçbir şey yok."

Mevlana Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i Sadakat adlı eserinde şunları yazmaktadır; "Amcam Mevlânâ İlyas Efendi (Allah kabrini pür nûr etsin) şöyle derdi: "İnsanlar kendilerinden sonra birkaç kişi bırakarak (ahirete) gidiyorlar. Ben ise bir memleket ahâlisini bırakarak gidiyorum." Onun bu sözünün maksadı şuydu: Mevat bölgesinde onun çalışması sayesinde yüz binlerce insan namaz kılmaya başladı. Binlerce insan teheccüt namazı kılmaya başladı. Binlercesi Kur'an hafızı oldu. Onların hepsinin sevabı inşallah ona nasib olacaktır. Artık şimdi bu güzel kısmetli cemaat Arap ve Acem diyarlarında tebliğ yapmaktadırlar. Onların çalışmasıyla ne kadar insan herhangi bir din işine sarılır, namaz kılar ve Kur'an okurlarsa onların hepsinin sevabı o çalışanlara ve "Ben arkamda bir memleket ahâlisi bırakıp gidiyorum" diye sevinen o zat'a verilecektir."

Cemaatin Tesisi-1934

 Mevlana İlyas Efendi, 2 Ağustos 1934'de, öğretilerini benimseyen 107 zatla Nuh kasabasında bir içtima yaptı. Burada oluşturulan Mevlana İlyas başkanlığındaki beş kişilik komisyonun aldığı kararlar ile hareketin stratejisi çizildi ve faaliyetleri daha bir sistematik hal kazandı. Ayrıca Muhammed İlyas'ın Nizamüddin Evliya'daki medresesi hareketin merkezi haline getirildi.

Muhammed İlyas Efendi'nin 1938'deki son haccından sonra cemaatin altı temel prensibi benimsendi. Buna "altı sıfat" veya "altı nokta" dendi. Bunları kısaca şöyle açıklayabiliriz;

 1. Kelime-î tevhid ve tayyibe. İmanın ifadesi olarak devam­lı surette Allah'ı zikretmek ve kelime-i şehâdet getirmek, günlük hayatta Allah ve Resulü'ne tam itaat etmek.

2. Namaz. Beş vakit namazı dosdoğru kılmak ve bu yolla kendini devamlı yenileyerek gün­lük hayatta namazın etkisini görmek; ayrıca nafile namazlara da devam ede­rek Allah'a yaklaşmaya çalışmak.

3. İlim ve zikrullah. Hz. peygamber'in insanlığa rehber olarak neler getirdiğini bilmeden dinin hakikati öğrenilemez. Bunları öğ­renmek ve öğretmek her müslümanın görevidir. Bu sebeple sabah ve akşam saatlerinin bir kısmı İslâm'ın temel pren­siplerini öğrenmekle ve zikir, namaz, is­tiğfarla geçirilmelidir. İlim ve zikir birbi­rini tamamlar. İlimsiz zikir etkili olmaz, zikirsiz ilim de boş bir kabuktur.

4. İkrâm-ı müslimîn ve ihtirâm-ı müslimîn. İnsanlara karşı saygılı ve yumuşak olmak yalnız dinî bir görev değil tebliğin etkili olması için gerekli bir şarttır. Başkaları­nın, özellikle yaşlıların, komşuların, yok­sulların haklarına riayet edilmeli ve dai­ma kendi haklarından fedakârlık yap­maya hazır olunmalıdır..

5-İhlâs-ı niyyet. Davranışlar samimi ve Allah rızâsı için olmalı, dünyevî kazanç kaygısı taşıma­malıdır.

6. Tefrîğ-i vakt. Dünya işlerinden tebliğ çalışmaları için gönüllü olarak va­kit ayırmak. Bu husus, Cemâat-i Teblîğ'in kendi buluşu ve en önemli ilkesi­dir.

Bazen bu altı maddeye bir yedincisi eklenir ki o da gereksiz, faydasız, yasak­lanmış konuşma ve davranışları terk etmek (terk-i mâlâya'nî), vakti manevî ka­zanç sağlamayan şeylerle geçirmemektir.

Merhum allame Ebul Hasan en Nedvi bu maddelerle alakalı şöyle yazıyor; "İşte bu esas ve özelliklerdir ki, bu dâveti siyasi ve maddî hareket olmaya, bir takım menfaatler elde etmeye, makam ve mevkiye ulaşmaya vesile olmaktan korumuş, böylece o katkısız bir dînî dâvet ve rızâ-ı ilahiyi elde etme vasıtası olarak kalmıştır.

Dâvet ve cemaat için gerekli kılınan bu esâs ve usûller, Kur'an ve hadislerden alınmışlardır. Bu usûller, rızâ-i ilahiyi elde etme ve dini muhafaza için bir bekçi ve muhâfız derecesindedirler. Bütün bunların kaynakları Allah'ın kitabı ile Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in sünnetleri ve hadislerdir."

Bunlar haricinde Mevlana İlyas Efendi, hareketinin esaslarını, yazdığı mektuplar ve sohbetlerinde sık sık dile getirmiştir. Mesela bunlardan biri merhamettir. Şöyle der; "Bizim bu tebliğimizin temeli bu merhamet üzerine kurulmuştur. O halde bu çalışmanın rahmet ve şefkatle yapılması gerekir. Eğer tebliğci, kardeşlerinin dinin hallerinin kötüye gittiğine üzülerek tebliğ yapıyorsa, o gerçekten kendi görevini rahmet ve şefkatle yapıyor demektir. Ancak hassasiyeti bu değil de başka bir şeyse, o zaman kibir ve ucb'a(ameline güvenmek) müptela olur. O zaman ondan bir fayda geleceği ümid edilmez."

Bir başka sohbetinde şöyle demiştir; "Tebliğ çalışması yapanların kalplerini geniş tutmaları gerekir. Kalp genişliği de Allah'ın Rahmetinin genişliğine bakarak meydana gelir. Ondan sonra da terbiye ve eğitime önem vermelidir."

  -Devam edecek-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Salih Okur, 2020-10-27 11:31:42

Yazılar site için hazırlanmıştır, telif ürünüdür, kaynak olarak siteyi verebilirsiniz. Yararlanılan kaynaklar bölüm sonlarında belirtilmiştir. İyi günler

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Asilbek, 2020-10-23 20:56:41

Kaydedilen bilgiler ilmî bir çalışmada dipnot olarak gösterebileceğimiz bir makale veya kitap halindeki herhangi bir kaynakta belirtilmiş midir. Teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

TAHRÃŽM,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI