Cevaplar.Org

MUSTAFA ÖZCAN BEYEFENDİ İLE İSLAM COĞRAFYASINDA BİR GEZİNTİ-1.BÖLÜM

Bu bağlamda ben bunun kesinlikte tarihi, hatta kıtasal bir dönüşüm olduğunu görüyorum. Gorbaçov da geçenlerde aynı şeyi söyledi; “ Bu bana 1989’da S.S.C.B’nin çözüldüğü devreyi hatırlatıyor” dedi. Ondan dolayı, nasıl Doğ


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-02-28 14:33:54

Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir mülakatımızı daha hizmetinize sunuyoruz. İslam coğrafyasının yeni doğumlara gebe olduğu şu günlerde, İslam dünyasının nerdeyse her köşesi hakkında hayranlık veren bir bilgiye sahip değerli yazarımız Mustafa Özcan beyefendi ile bu coğrafyada bir gezinti yaptık.

Hocamız gerçekten çok mütevazı, sevecen, hoş sohbet bir zat. Akıcı ve ufuk açıcı bir üsluba sahip. Kendisiyle ruhen çok iyi anlaştık. Röportajımız 25.02. 2011 tarihinde Cağaloğlu’nda, Yazarlar Birliğinde, nispeten sıkışık bir zamanda gerçekleşti. İnşallah daha geniş bir zamanda, farklı sorularla hocamızdan istifademiz sürer. Kendilerine bir kere daha teşekkür ederken, söyleşimizin istifadeye medar olmasını diliyorum. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

Mustafa Özcan Hocamızın Kısa Bir Biyografisi

1962 yılında Bolu’nun Mudurnu ilçesinde doğdu. Erken yaşlarda Arapça ve İslami ilimler öğrendi. Talebelik yıllarında çeşitli Avrupa ülkelerinde bilhassa Almanya'nın Kiel şehrinde ailesinin yanında ikamet etti. Eğitimine daha sonra Kahire el-Ezher Üniversitesinde devam etti. Bazı arkadaşlarının delaletiyle Arapçasını ve İslami ilimlerini ilerletmek maksadıyla Şam'a gitti. Burada bir taraftan Fethü'l-İslam gibi klasik medreselerde İslami ilimler öğrenirken, diğer taraftan da Daru's-Selam adlı devlet okulunda modern Arapça eğitimi aldı. 1982 yılına kadar Ezher Üniversitesi bünyesinde şer'i ve dini ilimleri tahsil etti. 1982 yılında Türkiye'ye döndü.

Zafer, Girişim, İslam Dergisi, Kodaya Ed-Düveliyye gibi yerli ve yabancı birçok mevkutelerde makaleleri yayınlandı. Milli Gazete, Zaman, Yeni Şafak ve Yeni Asya gazetelerinde dış haberler servisini yönetti. Halen Yeni Akit Gazetesinde yazmaktadır.

Yerli ve yabancı onlarca dergi ve gazetede yazıları ve makaleleri yayınlandı. Çeşitli güncel araştırma kitapları kaleme aldı. Yurt içi ve yurt dışında değişik konferanslara, birçok televizyon programlarına katıldı. Evli ve dört çocuk babası.(biyografi.net’ten alınmıştır.)

Eserleri;

Siyaset Ve İtidal-İz Yayıncılık

İslam’ın Papa’ya Cevabı-Nesil Basım Yayın

Müslüman İseviler-Yeni Asya Neşriyat

Ezan Ve İbadet Dili Tartışmaları- Yeni Asya Neşriyat

Hedef Neden İran?-Heyet-Etkileşim Yay.

Irak Dosyası

-Bediüzzaman Hazretleri; “Bu ahirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor” diyor. En son gelişmeleri bu söz açısından nasıl değerlendirirsiniz? Ve arkasında dış güçler var mı?

-Şunu söyleyebiliriz; Bediüzzaman’ın dediği gibi, ahirzamanda çalkantılar var. Bu ne anlama geliyor? Bu “fitneler ve inkılâplar dönemi” demek. Yani, zaten ahirzaman demek, fitne ve inkılâplar dönemi demek. Bu dönem, Fransız devriminden beri İslam âlemini çalkalayıp durdu. Ve İslam dünyasında kimi seküler, kimi dini bir sürü devrim oldu. İşte İran devrimi, ondan önce bizde biliyorsunuz İttihat ve Terakki, Sonra Cumhuriyetler, Arap dünyasında Abdünnasır, sonra Kaddafi vesaire… Bir sürü çalkantı oldu..Gerçekten de öyle..

Bu açıdan Bediüzzaman’ın tespiti gayet yerinde..Şunu ifade edebiliriz; İslam Tarihine kuş bakışı baktığımızda üç büyük dalga ve kırılma gözlemleyebiliriz;

1-Emevilerle başlayan bir kırılma var. Buna bir siyasi kırılma veya usul kırılması, yöntem kırılması diyebiliyoruz.

2-Osmanlıların yıkılması ile birlikte ikinci bir kırılma oldu. Bu da aslında esas kırılma, temel kırılma. Yani ideolojik kırılma. İslam toplumları bu kırılma sonrası İslam’la bağını attı. Bu, o toplumların iradesiyle de olmadı. Elit kesimin, ordunun vesairenin baskısıyla oldu. Tabii burada Batı emperyalizminin de büyük payı var. Bu yeni dönemde İslam âlemindeki rejimler hep totaliter rejimler.

Şunu diyebiliriz; Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kendisinden sonra yönetimde üç model anlatıyor.

Bu modellerden bir tanesi nübüvvet anlayışı üzere hilafet metodu ki, kendisinden sonraki 30 senelik hilafet döneminde böyle olmuştur.

Daha sonraki totaliter dönemler ki Peygamber Efendimizin tasviriyle buna “melik-i adud” (ısırıcı melikler, kraliyetler) dönemi deniyor ki, Osmanlının yıkışına kadar sistem olarak devam etmiştir.

Daha sonra Peygamber aleyhissalatu vesselam ceberrut(zorbalık) dönemi olarak haber verdiği totaliter anlayışlar dönemi geliyor. Şöyle diyebiliriz; bugün cumhuriyet olarak adlandırılan yönetimlerin cumhuriyetle hiçbir alakası yok. Bunlar padişahlıktan kötü olan cumhuriyetler.

Osmanlı döneminde veya imparatorluklar yıkılmadan önce biliyorsunuz “mutlakıyetçi saltanat” tabir edilen yönetimler vardı. Daha sonra “meşruti monarşi” ye geçildi. Mutlakıyet manasındaki saltanat ortadan kalktı. Ama daha sonra “cumhuriyetler devri” ile birlikte, ideolojik devirle birlikte aslında “mutlakıyetçi cumhuriyetler” geldi. Kimse bunu söylemiyor. Aslında işin esası bu. Dolayısıyla bu Cumhuriyetler, totaliter cumhuriyetler. Hatta otoriter rejimleri de aşan bir şey.

Mesela Mısır’da 1952 öncesi ve sonrasına baktığımızda, 52 öncesinin Kral Faruk dönemi olduğunu, sonrasının Nasır’ın cumhuriyet dönemi olduğunu görüyoruz. Ama Nasır dönemi daha baskıcıdır. Bu pek mukayese edilmiyor. Dolayısıyla Cumhuriyetler geçen dönemleri arattılar. İşin gerçeği bu.

Ve bugün yeni bir kırılmayla birlikteyiz. Ben, Arap dünyasındaki gelişmeleri üçüncü kırılma olarak görüyorum. Ki Peygamber aleyhissalatu vesselam ceberrut (zorbalık) döneminden sonra yeniden nübüvvet üzere bir hilafetten bahsediyor. Ben yaşananları o dönemin ayak sesleri olarak görüyorum.

Ve sorunuzun ikinci şıkkına gelirsek; Yani, bu gelişmelerde batılıların payı var mı? Şüphesiz var. Ama ben büyük çapta olduğu kanaatinde değilim. Yaşananları, o rejimlerin yaşlanması, halkın memnuniyetsizliği, tıkanma noktasına gelmesi ve bunun bir patlamaya dönüşmesi olarak görüyorum. Dolayısıyla en büyük pay, oradaki mevcut rejimlerin halkı memnuniyetsiz hale getirmesidir.

Onun dışında “dış parmak” her zaman olur. Bu dış parmak çok önemli değil. Ben her zaman birinci derecede iç faktörlerin değişimde etken olduğu kanaatindeyim. Yani rejimler çok sağlıklı olsa, halk isyan edecek miydi? Bence etmeyecekti. O zaman problemin büyüğü oradaki mevcut yapıda. Birileri tahrik etmiştir veya etmemiştir? Bu tâli bir husus. Onun için, tâli hususa takılıp, fotoğrafın büyüğünü görmezlikten gelmemek gerekir. Hani buradan ağaçlara bakıp, ormanı unutmak doğru olmaz.

Bu bağlamda ben bunun kesinlikte tarihi, hatta kıtasal bir dönüşüm olduğunu görüyorum. Gorbaçov da geçenlerde aynı şeyi söyledi; “ Bu bana 1989’da S.S.C.B’nin çözüldüğü devreyi hatırlatıyor” dedi. Ondan dolayı, nasıl Doğu Avrupa’da iskambilden kaleler veya kuleler gibi rejimler tek tek yıkılmışsa- en kanlı yıkılış da Çavuşesku’nun rejimi oldu, Libya’daki gibi biliyorsunuz- burada da rejimler birer ikişer sallanıyor, bu, rejimlerin zafiyetini gösteriyor.

Bu rejimler tamamen şahsa dayalı, kesinlikle kurumsal değil. Ve totaliter bir anlayışa sahipler. Yani kendi zihniyetinin dışında hiçbir anlayışa yer bırakmıyor, mahal bırakmıyor.

Ondan dolayı ben burada kırılmayı şöyle görüyorum; dikey olarak, tarihi olarak baktığımızda, yüzyıla bakan tarafı var. Ki yüzyıla bakan tarafı, İttihad ve Terakki sonrasında oluşan yapıların kırılmasıdır. Ve bin yıla bakan tarafı var, o da sahabelerin “Kayzerizm” dedikleri, Emevilerle birlikte, Yezid’le birlikte başlayan hilafetin mahiyet değiştirmesi, mecrasını değiştirmesidir ki, siyasi bir kaymadır. Bu siyasi ve ideolojik kayma 2011 Şubatıyla birlikte yeni bir döneme geçti.

Ben bu dönemin bundan sonra inşaallah hâkim bir dönem olacağı ve tarihin artık Ortadoğu’da yazılacağı kanaatindeyim. Yani tarihin merkezi tekrar Ortadoğu’ya dönüyor diye düşünüyorum.

-Efendim, konuyu biraz değiştireceğim izninizle. Emin El Hüseyni hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğiniz gibi 1940’lı yıllarda Filistin’den İngiliz ve Siyonist politikaları def etmek gayesiyle Almanya ile işbirliğine gitmesi var. Berlin’de dört sene kadar kalmış. Hitler ile müteaddit defa görüşmüş. Bizim Türkiye’de böyle bir Müslüman’ı tefe koyarlar. Ama benim bildiğim kadarıyla İslam dünyasında ona büyük bir saygı var..

-Var tabii..O dönemde şöyle bir şey; çaresizlik var. Reşid Ali Geylani Irak’ta aynı şeyi yapmış, Geylani ailesinden kendisi. Filistin müftüsü El Hac Emin el Hüseyni olsun, o olsun, İngilizlere karşı, Fransızlara karşı bir şekilde Almanya’nın yanında yer aldılar. Bu, çarnaçar başvurdukları bir durum.

Bunu ben size, daha çarpıcı olması açısından başka bir misalle anlatayım; Suriye başbakanlığı yapan Muhammed Ma’ruf ed Devalibi(1909-2004) adlı bir zat vardı. Meşhur birisi. Bir zamanlar, 1950’li 60’lı yıllarda meclis başkanlığı, başbakanlık ve bakanlık yapmıştı. Ulemadan bir şahsiyet, Sorbon’da okumuş bir zat.

O dönemde tabii Sovyetler nüfuz ediyor, Amerika nüfuz ediyor. Fransa ve İngiltere sonrası bir devreyi göz önünde bulundurmamız lazım. Orada Amerikalılar şunu teklif ediyor; “Siz neden Ürdün gibi hareket etmiyorsunuz? Yani İsrail’le el altından ilişki kurmuyorsunuz? Hatta el altından değil, resmi ilişkiye geçmiyorsunuz?” O da diyor ki “Yahu biz iki seçeneğe mecbur muyuz? Ya İsrail’le veya Sovyetler Birliği ile olma mecburiyetimiz mi var? Üçüncü bir seçeneğimiz yok mu? Biz bu iki seçeneği de istemiyoruz. Çünkü Sovyet ideolojisi dinimizle barışık değil. Ama Siyonizm de hem dinimizle barışık değil, hem de bizim topraklarımızı işgal ediyor. Kardeşlerimizi öldürüyor. Kutsal topraklarımızı işgal ediyor.” Amerikan büyükelçisi aynen şunu diyor; “Hayır başka seçeneğiniz yok.” O zaman Devalibi şunu söylüyor; “ Başka seçeneğimiz yoksa bizim de yapacağımız bir şey yok. Size karşı bir arayış içinde oluruz. Bu Sovyetler Birliği olur, başka şey olur. Ama bu bizim irademizle olmaz. Sizin sıkıştırmanızla olur.”

Bunu üzerine Amerikalılar Şeyh Maruf Devalibi’ye bir sıfat buluyorlar; “Kızıl Şeyh” Adamın kızıllıkla filan alakası yok. Ama böyle bir cendere söz konusu..Dolayısıyla El Hac Emin el Hüseyni’nin durumu da aynı şekildedir.

-Şu anda İslam coğrafyasında bir Şialaşma tehlikesi var mı? İran’ın özellikle Ortadoğu’da mezheb kartını devreye sürdüğüne inanıyor musunuz?

-Mevzii olarak var tabii. Şöyle; siyasi nüfuz zamanla mezhebi nüfuzu da beraberinde getiriyor. Bir takım insanlar 1979 İran devriminden bir şekilde etkilendiler. Bunlardan bir kısmında “teşeyyu” hali oldu.

-Yani Şialaşma…

-Evet, Şialaşma hali oldu. Biliyorsunuz 2008 yılında Yusuf el Kardavi, El Mısri el Yevm adlı, Mısır’da çıkan bir gazeteye bir açıklama yaptı; “İslam dünyasında İran’ın bir gizli ajandasının olduğunu, bir gizli gündeminin olduğunu, bunun da Şialaşma olduğunu” söyledi. Ben de aynı kanaatteyim.

Bunu ne dereceye kadar başarabilir? Aynı kanaatteyim derken, şunu söyleyelim; İran İrşad bakanlığı Sümmehtedeytü” gibi kitaplar bastırıyor. Bu, meşhur Tunus’lu bir zata(Muhammed Ticani es Semavi et Tunusi) atfedilen bir kitap. Şiileşerek hidayete erdiğini söylüyor. Aynı İran, aynı irşad bakanlığı çerçevesinde başka bir kitap basıyor. Bu da; “Dacyetün Muftaaletun ” Yani “suni bir gürültü” Suni bir gürültü ile kastedilen Şiilik ve Sünnilik meselesini birilerinin kaşımak istediği.

Ama başta kendisi kaşıyor. Bunun delili ne? Sümmehtedeytu(Hidayete Erdim) kitabının aynı bakanlık tarafından basılması. O zaman biz İran’a nasıl inanalım? İnanmak mümkün değil.

Ondan dolayı, evet böyle bir faaliyet var. Ama İran’ın yayılma istidadı var mı? Kısmen var tabii. Ama çok fazla da yok.

Aslında İslam dünyasında, Sünni dünyada ulema hareketi olsa idi, yani gelenek bir şekilde kırılmadan devam etse idi, bu tür tehlikeler daha aza inebilirdi. Şu anda ise, ulemanın otoritesi sarsılmış durumda. Ve gerçekten de, bugün biz âlimlerden ziyade, akademisyenleri görüyoruz. Yani, bir şekilde, İslam’a olan bağlılıklarından ziyade kendilerine göre akademik bağlılıkları önde olan insanları görüyoruz. Bunlar da çok fazla halkın istikbaliyle alakadar değiller. Halkın ne yöne gittiği hususunda çok fazla endişeli değiller.

Bundan dolayı bir tehlike mevzu bahis. Ama bununla birlikte Şia’nın kendi yayılma potansiyeli zayıf. Neden? Tabii nedenlerden dolayı, başka nedenlerden dolayı. Şöyle bir şey; biz Şia’yı bugün sahih gördüğümüz zaman, İslam tarihini tamamen ters yüz etmemiz gerekir. Yani, Şiilikle Sünnilik özellikle tarihi mecrası açısından baktığımız zaman iki zıt kutup. Birleştirilmesi asla mümkün değil. Hatta Hz. Ali(r.a) de bizi birleştiremez. Zira bizim Hz. Ali’ye atfettiğimiz anlam ile onların yükledikleri anlam yüz seksen derece birbirine zıt.

Bundan dolayı, bana göre Şia bizi meşgul edebilir, gaile olabilir. Ama Şia hiçbir zaman İslam dünyasında hâkim bir anlayış olamaz.

Zaman zaman Sünni geleneğin zayıflaması ile ön plana çıkabilir, ama bu geçici olur. Bundan dolayı, İslam’ın Serüveni adlı kitabın yazarı Amerikalı akademisyen Marshall G.S. Hodgson’un bir sözü var. Diyor ki; “İslam Dünyasının küresel anlayışı Sünniliktir. Gerçekten de öyle..

Buna bir ilave de şöyle yapabiliriz, İslam’ın bin yıldan beri askeri gücü de Türkler olmuştur. Böyle bir vakıa var. Dolayısıyla, Sünnilik İslam dünyasının temelidir, kaybolmaz. Ama zaman zaman sıkıntılar olabilir. İran da bu sıkıntıları değerlendirmek isteyebilir.

Ama bu meydan okuma bir mukabeleyi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bizler köklerimizi, İslam tarihini yeniden analiz ediyoruz, tabiri caizse tekrar elekten geçiriyoruz. Kendimizi tekrar yeniliyoruz diyebiliriz.

-Hocam, İntişar-ı İslam Tarihinde Thomas Arnold’un bir sözü vardı; “İslam en büyük insanlık kazanımlarını siyasal gücünün en zayıf olduğu zamanlarda ve mekânlarda gerçekleştirmiştir” diyor.

-Doğru.. Bu da aynen doğru..  Çünkü bu İslam’ın gücünden kaynaklanıyor, Müslümanların gücünden kaynaklanmıyor. İslam’ın gücü ilahi bir güç. Hiç kimse bunu perdeleyemez. Kesinlikle.

19. yüzyılda Afrika’da, onun söylediği gibi Müslümanların en zayıf olduğu dönemde, Senusilerin gayretleri ile, başkaların gayretleri ile, on milyonlarca insan İslamiyet’e dehalet etmiştir.

Onun için bu Allah’ın bir nurudur.

Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzû ile dönmez,

Bir şem'a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez”(Ziya Paşa) dedikleri gibi, aynen öyle. Bu ilahi bir kudretin eseri. Dolayısıyla hepimizi kapsıyor. Biz burada Müslümanlar olarak münfailiz, fail değiliz.

-Devam edecek-

Fotoğraflar

1-Mustafa Özcan Hocamız

2-Tunus halk hareketinden bir resim

3-Mısır’da hürriyet çığlığı

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

M.ışık, 2011-03-09 16:04:42

GENİŞ UFUKLU,YAZILARA VE YAZARLARIMIZA BİN BEREKALLAH. ÇOK İSTİFADE ETTİM. SALİH BEY KARDEŞİME DE TEŞEKKÜR EDİYORUM

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

İsra, 84

GÜNÜN HADİSİ

Hafızasında Kur'an'dan hiçbir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev gibidir

Tirmizi, Sevatbu'l-Kur'an 18, 2914

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI