Cevaplar.Org

HACI CEMAL ÖĞÜT (1887-1966) -1. BÖLÜM-

Mahir İz O’nun için: “İsimler gökten iner derler; zâhiri de, bâtını da cemal sıfat-ı celîlesine mazhar olmuştu.” demiştir. Üstad Necip Fazıl ise: “Dinî ve şer’î ilimlerde asrımızın en mümtaz örneklerinden, Fatih Ca


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2010-09-08 10:44:19

Mahir İz O'nun için: "İsimler gökten iner derler; zâhiri de, bâtını da cemal sıfat-ı celîlesine mazhar olmuştu." demiştir. Üstad Necip Fazıl ise: "Dinî ve şer'î ilimlerde asrımızın en mümtaz örneklerinden, Fatih Camii vaizi, 77 yaşında, 27 yaşındaki delikanlıdan daha genç Hacı Cemal Öğüt…" diye bahsetmiştir.

O, bütün hayatını ilime adamıştı, bundan ötürü: "Türk milletinin medeniyetlere erişmesi için, müsbet ilim yolunda gece gündüz çalışması gerekir" diyor Cemal Hoca… İşte bunun için 6000 ciltlik muazzam kütüphanesini Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'ne bağışlamıştır.

HAYATI

Cemal Öğüt Hoca Efendi, 1887 yılında Yunanistan'da, Mora Yenişehir'e bağlı Alasonya'da dünyaya gelmiştir. Selçuklu Türklerinden olan Cemal Hoca'nın ailesi, Rumeli fethedilince Yunanistan'a mecburi muhaceret yapmış. Kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi'nin anlattığına göre, varlıklı aileler gitsin orada medreseler, camiler yaptırsın oraları İslamlaştırsın diye bu hicret gerçekleşmiş. 300-400 sene kadar orada ikamet etmişler.

TAHSİLİ

Müderris ve müftü Ömer Hulûsi Efendi'den Arapça ve Arap Edebiyatı okuyup, hafızlığını tamamlamıştır. Orta ve Lise'yi memleketinde okuyan Cemal Hoca, üniversite okumak için 1903 yılında İstanbul'a gelmiş ve Dâru'l-Fünûn Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Bunun yanında, Ders Vekili (Rektör) Hacı Ali Efendi'den feyz alan Cemal Hoca, Fatih dersiâmlarından (Profesör) İzmir'li Halil Efendi ve Düzceli meşhur âlim Zâhid Kevserî'den icâzet (diploma) almıştır. Cemal Hoca aynı zamanda, Medresetü'l-Mütehassisîn'den de mezun olmuştur.

HİTABETİ

Hitabeti oldukça kuvvetli olan Cemal Hoca, cemaatini ve muhatap olduğu insanları o denli etkiliyordu ki, cami cemaatinin camiden çıkarken yüzlerinde oluşan tebessümün yanı sıra, bir dönem görev yaptığı İmralı Açık Cezaevi için: "İmralı bir ıslahhane oldu" denmesi bunun en açık örneklerindendir…

Kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi de babası için: "Camide babam katiyyen sert konuşmazdı. Yumuşacık, tatlı, mizahi hitap ederdi "Evladcığım onlar ekalliyet, benim söylediklerimi hemen anlayabilecek durumda değiller. Ancak böyle yumuşaklıkla onların zihinlerine birşeyler sokarsın" derdi. Ben o zaman "kürsüde diri konuşacağınıza şaka yapıyorsunuz olur mu" derdim. Sonradan öğrendim ki öylesi gerekiyormuş. Cemaat çok severdi, oluk oluk etrafına toplanırdı. Hanımlara da onların anlayacağı şekilde ayrı vaaz verirdi."

MÜDAFAA-İ MİLLİYE TEŞKİLÂTI VE KUVA-YI MİLLİYE İÇİN YAPTIKLARI

Cemal Hocanın vatana olan düşkünlüğünün en bâriz göstergesini ise, İstanbul'un işgalinin ilk günlerinde kurduğu Kurtuluş Savaşının gizli örgütlerinden olan "Millî Müdafaa Teşkilâtı"nda yaptığı çalışmalardan anlıyoruz. Merkezi Anadolu'da bulunan Müdafaa-i Milliye Teşkilâtı'nın bir şubesi de Beşiktaş'tadır. Cemal Hocanın Beşiktaş semtinde yaptığı çalışmalara yakın arkadaşları da iştirak etmiştir.

Bu örgüt, çalışmalarını büyük bir gizlilik içerisinde yürütmektedir. Millî Müdafaa Teşkilâtının 44 maddeden oluşan tüzüğünü ise Cemal Hoca kendisi yazmıştır. Tüzük, teşkilâtın "maksat ve mesleği"nden bahsederek, "muzır unsurların, Müslüman ve özellikle de Türk unsuruna karşı cibilliyetleri gereği besledikleri emel ve niyetler"i açıklar.

"Bu "imhakâr ve gayr-i insanî teşkilât ününde, ismet-i kalbiye ve saf düşünce ile hâdiselerin cilveleri beklenir ve onlara mâni olucu sebebler hazırlanmazsa; (Allah korusun), mukaddesatımız, şahsî ve millî namusumuz, çoluk çocuklarımız, meskenlerimiz ve elhâsıl bütün mevcudiyetimiz heder olup" gidecektir."

İşte Millî Müdafaa Teşkilâtı bu sebepten kurulmuştur. Devamı şöyledir:

"Mühim anlarda başsız ve intizamsız kalmanın elîm neticeleri belirtilerek, teşkilâtın lüzumu tekrarlanır. Çünkü muzır unsurların Patrikhâne'yi bir silâh deposu haline getirdikleri, ayrıca çeşit çeşit zararlı teşkilâtlar kurdukları ifade edilir. Bunlardan bazıları şöylece sayılır: "ilmî ve dini kisvelere bürünmüş birçok gizli teşkilâtlardan başka, ingiliz Muhibleri Cemiyeti, Nigehban Cemiyeti, Amele Siyanet Cemiyeti, Komünist Cemiyeti..."

Tüzükte birtakım gizli ve tehlikeli gayeler taşıyan sözkonusu teşkilâtların, Müslümanları tesir altına almak için yaptıkları faaliyetlerden Müslümanların etkilenip, onlara kanabileceği açıklanır.

Toplumda nifak çıkarıp, tefrika oluşturmak maksadıyla kurulmuş olan bu teşkilâtlara karşı, vatanın menfaatleri icabı ve milletin birliğini temin edecek milliyetperver cesur zatlara ihtiyaç vardır ve bunlar Müdafaa-i Milliye'ye hizmet amaçlı çağırılırlar.

Cemal Hoca canla başla çalıştığı gibi, evini de teşkilâtın merkezi yapmıştır. En büyük yardımcıları ise, Miralay Halil bey, Etfal Hastanesi eczacısı Cemal bey, Sabri bey ve Komiser Rifat bey'dir. Yapılan çalışmalar teşkilâta katılanların sayısını artırır. Özellikle Beşiktaş camilerinde büyük faaliyet vardır. Teşkilât faaliyetlerinin büyük bir gizlilik içerisinde yürütüldüğünden bahsetmiştik. Bu maksatla, yatsı namazından sonra Cemal Hocanın evine getirileceklerin önce gözleri bağlanıyor sonra da alt taraftaki kapıdan içeri alınıyorlardı. Giderken de geldikleri yeri tanımamaları için arka kapıdan çıkarılıyorlardı. Cemal Hocanın hanımı da evdeki faaliyetlere yardım ediyordu.

Uzunca bir sedirin yarım metre kadar yukarısına kadar uzanan birbirine eklenmiş yatak çarşafları sarkıyor ve bu tavandan sarkan çarşafların arkasındaki sedire oturmuş üç-beş kişinin yüzleri de görünmüyordu. Önlerindeki masanın üzerinde ise, Kur'ân-ı Kerim, ekmek ve tabanca vardı.

"Bu masanın önüne getirilen adamın gözlerini açan Cemal Hoca, "bak kardeşim", diyor, "vatanımız, milletimiz, halifemiz, namus ve şerefimiz tehlikededir. Şimdi bir teşkilât kurup elbirliğiyle mücadele etmek ve bu suretle vazifemizi yapmak emr-i İlâhi'dir. Şu anda sen beni gördün, istersen ihbar edip yakalatabilirsin. Benim bir kurşunluk işim var. Fakat, bak, şu perdenin arkasında oturanlar da seni gördüler. Şimdi kararını ver. Kurduğumuz teşkilât içinde bizimle çalışacak mısın?"

Bu gelen adam, ya da adamlar, "evet, çalışacağım" deyince, masanın üzerinde bulunan ekmek ve tabancaya el basarak, Kur'ân-ı Kerim'i de öperek şöyle yemin ederler:

"Millî Müdafaanın yüce gayesine matuf herhangi bir vazifeyi iktidarım dâhilinde ifa edeceğime ve nizamnamesi hükümlerine sâdık kalacağıma yemin ederim, vallahi, billahi, tallahi..."

Cemal Hoca Müdafaa-i Milliye Teşkilâtına mücahitler kazandırdığı gibi, aynı zamanda Anadolu'da bulunan Kuva-yı Milliye'ye de silah ve cephane temin etmek için müthiş çaba sarfetmiştir. Cemal Hoca çok zekice ve cesurane bir plan tertiplemiştir. Bu planı kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi şöyle anlatıyor:

"Şimdi Teknik Üniversite'ye ait bulunan Maçka Silâhhânesi, o zaman işgal kuvvetlerinin çok sıkı kontrolü altındadır. Bu sıkı kontrol altındaki silâhhâneye girmek ve hele de oradan silâh kaçırmak âdeta imkânsız bir iştir. Ama, babacığım kafasına koymuştur; mutlaka oradaki silâhlar alınmalı ve Anadolu'daki mücahitlere sevkedilmeliydi. Ama kuş uçurtulmayan bu binadan silâh nasıl kaçırılacaktı? Efendi Baba, kocaman bir tabut hazırlatır. Etrafına da beş on cemaat… Bunlardan birinin Maçka Silâhhânesindeki asker oğlu ölmüştür. Şimdi gidip cenazeyi oradan alacaklar ve gerekli vazifeler yapıldıktan sonra, götürüp defnedeceklerdir. Cenaze sahibi rolündeki zatın eline, mendile sarılmış acı soğan verilir. Adamcağız bunu ikide bir yüzüne gözüne sürüp ağlamalıdır. Tabutun önünde sarığı ve cübbesi ile Hoca Efendi, arkasında da cenaze sahibi ve tabutu taşıyanlar, Maçka Kışlasına girerler. Kapıdaki nöbetçiler durumdan şüphelenmezler. İçeriye giren cemaat, kendi üzerlerini ve o kocaman tabutu ağzına kadar silâhlarla doldururlar. Ve yine üzgün ve süzgün bir edâ ile çıkıp giderler."

Cemal Efendi üzerine mümkün miktarda silah alıp, cübbesi ile kamufle eder. Maçka Kışlasında içerisine silah doldurdukları tabutu Feriköy Mezarlığına götürüp daha önce hazırladıkları mezara gömerler. Birkaç gün sonra gece vakti, Ayazağa köyünden Mandacı Fehmi Efendi ve adamları, söz konusu mezarı kazarak silah ve cephaneleri alırlar, at arabasına yükleyerek Kilyos'a götürürler ve sahile yakın bir yerde topladıkları diğer silahlarla birlikte takalara yüklerler ve İnebolu üzerinden Anadolu'ya Kuva-yı Milliye'ye ulaştırırlar.

"Cemal Hoca, Müdafaa-i Milliye Teşkilâtının bütün çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde yürütür. Ancak, her türlü tedbire rağmen, faaliyeti etraftan sezilir. Komşusu olan bir Rum bakkal, bir gün ona gruplar halinde dolaşan İngiliz askerlerini göstererek der ki:

"Hoca, farkındayım, iyi çalışıyorsun. Şimdi seni şunlara söylesem bir kurşunluk canın var. Fakat söylemeyeceğim, çünkü ben de komitacıyım, sizi takdir ediyorum." Hoca, hiç bozuntuya vermez ve tebessüm ederek sessizce oradan uzaklaşır."

İSTANBUL MEBUSLUĞUNU REDDETMESİ

Zafer kazanılmış ve Cemal Hoca'ya da İstanbul mebusluğu teklif edilmiştir. Fakat O, bu teklifi kabul etmez ve: "Ben vatanım için çalıştım, vazife istemem" der. Fakat Müdafaa-i Milliye Teşkilâtını birlikte kurduğu ve çalışmaları birlikte yürüttüğü yakın arkadaşı Komiser Rifat Bey, Emniyet Genel Müdürlüğü görevine getirilmiştir. Dostlukları bundan sonra da devam eder.

ESAD EFENDİ'Yİ ZİYARETİ

"Bir gün, eski dostu Rifat Bey, Hoca'yı Ankara'ya çağırır. Çok önemli bir mesele olmasa böyle bir davet o günkü şartlar altında yapılmayacağı düşüncesiyle, Cemal Hoca Ankara'ya gider. Görüşmeleri sırasında Rifat Bey, Hoca'ya şöyle der:

"Artık, Esad Efendiyi ziyarete gitme. Çünkü, O'nu istemiyorlar. 70 bin müridi var diye korkuyorlar. Bu adamın mutlaka ortadan kalkması lâzım diyorlar. Ben, "niçin?" diyorum, "kabahati nedir?", diye soruyorum.
Ve bu makamda kaldığım sürece de, böyle bir işe âlet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vali yapacaklar ve bu makama da bir adamlarını getirip bu işi halledecekler. Sakın sakın, Esad Efendiyi ziyaret etme… Hatta birkaç ay, evinden dışarı çıkma!"

Cemal Hoca, kendisine yapılan bütün sıkı tembihata rağmen, Ankara'dan dönerken Pendik'te trenden iner ve Erenköyü'nde oturan Esad Efendi'ye gider. Öğrendiği bilgileri aktarıp aktarmama kararsızlığı içinde iken Esad Efendi, gayet sakin bir tevekkülle, âdeta başına gelecekleri haber verir. Hatta, içinde şöyle mısralar geçen bir de şiir okur;

Esad unuttu Erbil'i, Kâbe'yi

Canımı canânıma vermişim, artık...

Hoca Efendi, bu durum karşısında öğrendiklerini söylemeye gerek duymaz ve Şeyh'in elini öperek veda eder. Gerçekten de bu son görüşmeleri olur. Çünkü Esad Efendi 23 Aralık 1930'da Menemen vakası sebebiyle tutuklanarak idam talebiyle yargılanır. Yaşının ilerlemiş olması hasebiyle idam cezası müebbed hapse çevilir. Menemen askerî hastanesinde üremi tedavisi gördüğü sıralarda vefat eder. Fakat zehirlendiği de söylenmektedir. Esad Efendi'nin naaşı ailesine verilmeyerek Menemen'de defnedilir…

Evet, Esad Efendi'nin zehirlendiğinin en büyük kanıtı belki de naaşının ailesine verilmeyerek apar topar defnedilmesidir…


KIZI HİKMET ÖĞÜT HANIMEFENDİ'NİN AĞZINDAN HÂTIRALAR

"Hacı Ali Efendi dedemin Osmanlı konağında kurduğu bir düzen varmış o bizim evde de devam etti. Dedem Fatih Camiinde namazını kılar, eve gelir tokmakla kapıyı vurur hacı kalfa açarmış. Bir gün dönüşünde tokmakla kapıyı çalıyor, kapı açılınca bir kara elin telaşla salladığını görüp, dedem meraklanıyor ve "ne oldu hacı kalfa?" diyor. Hacı Kalfa; "kızımız oldu, kızımız oldu efendim" diye bağırıyor. Hacı Ali Efendi "Allah Allah bu ne hikmettir, -çok af edersiniz- Münire hamile miydi?" diyor. Edebe bakın evladlarım, annem ki rahatsız olur, vücudu şişerdi. Fakat kendiciğini nasıl saklamış."

SIRLI BİR HÂDİSE

Cemal Hoca'nın kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi, kardeşinin vefat etmesi üzerine enfarktüs geçiren babasının, hasta olduğu o sıralarda, büyük eseri olan "Eyyûb Sultan"ı nasıl yazdığını şöyle anlatıyor:

"Babacığımı melâmi tarikatından Kudret Kurutluoğlu isimli bitişik komşumuz bir doktor tedaviye aldı. "Aman evladım baban şu anda kritik durumda şöyle yap, böyle yapma" diyor. Ben de kendisini kontrol ediyorum. Mısır ulemasından bir zatın bir kitabını tercüme ediyor. Bir gün yukarıdan tak tak sesler geldi. Yukarı çıktım babam hala masaya vuruyor, koştum bitişikteki doktor amcayı çağırdım, abdest alıyormuş hemen geldi. Şöyle kapıdan bir baktı geri çekildi, ben heyecanla, doktor amca nabız dinleyecek, tansiyonu kontrol edecek diye bekliyorum. Doktor amca "bir hal üzeredir rahatsız etmeyelim" dedi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, babacığım "Hikmet kızım misafiri geçirdin mi?" diye içeriden seslendi. Ben de gelenin kim olduğunu bilmiyorum ama geçirdim dedim. "Elini öptün mü?" diye sordu. "Öptüm babacığım" dedim. "Ben onu yapamadım" deyince "ama kim olduğunu bilmiyorum" dedim. "Ben de bilmiyordum evladım çat diye kapıyı açtı uzunca boylu nur yüzlü beyaz sakallı bir zat; "bırak Ali'yi beni yaz, beni yaz" dedi. Ben de "baş üstüne fakat zatialiniz kimsiniz" dedim "Halid Eba Eyyüb" dedi ve çekti kapıyı gitti dedi. Babacığım Eyyüb Sultan isimli eserini bunun üzerine kaleme almıştır.

Babacığım kitabı hazırladı, bastıracak para yok. Çünkü hocalar çok az maaş alıyordu. Bizim bitişik komşumuz Mustafa amca Dolmabahçe sarayının baş hademesiydi. Atatürk onun sakalını tutar "ben sakalı sevmem ama sana yakışıyor" dermiş. Mustafa Kemal, Ali Çetinkaya'lar konuşurken o duymuş, diyorlarmış ki "hocalarda ilim var, onlar ağızlarını açtılar mı karşılarındakileri kandırırlar, onlara yalnız ekmek parası vereceksiniz başka vermeyeceksiniz." Babamda para olmadığı için vaazlarından müstefid olan hanımlar aralarında para toplayıp kitabı bastırıyorlar. Kitapta bu çalışmayı yapan hanımların isimleri vardır."

Yine Hikmet Öğüt Hanımefendi, babası ile ilgili şahit olduğu başka bir sırlı olayı şu şekilde anlatıyor: "Şahit olduğum bir diğer hadise de şu oldu:

Hacı Sadık Erzi Bey vardı. O evimize geldiği zaman girişteki çeşmeden hemen abdest alır, babamın yanına abdestsiz çıkmazdı. Bir gün evimize geldi, abdest alırken onun taşlıkta olduğunu babam sofadan görmüş. Hacı Sadık amca merdivenlerden telaşla çıkıyor, babam da sahanlıkta kendisini karşılıyor "buyrun birader akşam Al-i İmrandan bir okudun bir okudun" dedi. Sadık amca da "sen de bir tefsirini yaptın bir tefsirini yaptın" dedi. Birbirlerini rüyada görüyorlar, birisi Ali İmranı okuyor, öteki tefsirini yapıyor, ikisi de birbirlerinin rüyalarından haberdarlar. Bu nedir kardeşlerim, bizim bilmediğimiz bir dünya. Biz o dünyayı bilemiyoruz ama hatıralarıyla yaşıyorum, bugünkü gürültü patırtılar hiç ilgimi çekmiyor."

Kızı Hikmet Öğüt Hanımefendi anlatıyor:
"Babacığım Perşembe geceleri bizi toplar. Kur'an-ı Kerim okur, diğer muayyen geceler hikâyeler, menkıbeler okur, anlatırdı. Evde okuma saatleri düzenlerdi. Bizi hem zevklendirir, hem de bilgilendirirdi."
"Babam küçücükken beni Fındıkzade'deki Esat Efendinin dergâhına götürürdü, "koş elini de öp dizini de öp" derdi. Elini ve dizini öptüğümü ve başımı okşadığını hatırlıyorum. Menemen hadisesi olduğu zaman babam 15 gün beni de tevkif ederler mi diye bekledi. Şimdi o günler geçti ama hakikatleri şimdinin çocukları neden bilmesin efendim."

Devam edecek…

Fotoğraflar
1- Hacı Cemal Öğüt Efendi
2- Esad Erbili Efendi
3- Hikmet Öğüt Hanımefendi

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

mehmet miraç uslu, 2011-06-08 10:40:43

allah cc mekanları cennet eylesin,ve benzer insanların yetişmesini nasip etsin..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-3

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-3

Yaşadığı Ortam Şeyh Alâuddîn, Osmanlı İmparatorluğunun son zamanları, Birinci Dünya Sa

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-2

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-2

Tasavvufi Yönü Şeyh Alâuddîn, evvela pederinin yanında Nakşibendî Tarikatına girmiştir. F

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-1

ŞEYH ALÂUDDÎN EL-OHİNÎ, HAYATI VE ESERLERİ-1

Nesebi Şeyh Alâuddîn el-Ohinî hicri 1299 (M.1881) yılında Bitlis’e bağlı Norşin (Güro

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -5. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -5. BÖLÜM-

“Hasan Basri Çantay, tasavvufun ruhu ve ahlâkı üzerindeki etkilerinin görüntüsü olarak sâ

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -4. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -4. BÖLÜM-

Türk Edebiyatının önemli şâirlerinden olan Hasan Basri Çantay, klasik formlarda yazılmış

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -3. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -3. BÖLÜM-

TASAVVUFA OLAN İLGİSİ Hasan Basri Çantay çocukluğundan itibaren tasavvufa merak salmıştı

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -2. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -2. BÖLÜM-

ÜSTAD MEHMED ÂKİF’LE DOSTLUĞU VE MİLLETVEKİLLİĞİ Büyük şâirimiz Mehmed Âkif’le ol

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -1. BÖLÜM-

HASAN BASRİ ÇANTAY (1887-1964) -1. BÖLÜM-

Son devrin önemli âlim ve entelektüellerinden olan Hasan Basri Çantay, çok yönlü kültüre sa

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -2. BÖLÜM-

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -2. BÖLÜM-

Şer’iyye ve Evkaf Vekilliğinden çekilen Mehmed Vehbi Efendi, hiçbir partiye girmeme konusunda

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -1. BÖLÜM-

KONYALI MEHMED VEHBİ EFENDİ (1861-1949) -1. BÖLÜM-

Şer'iye ve Evkaf Vekili bulunduğu sırada Vekâletin resmî atlı arabasına bir gün bile binmem

SOLAKZÂDE SÂDIK EFENDİ (1884-1960) -2. BÖLÜM-

SOLAKZÂDE SÂDIK EFENDİ (1884-1960) -2. BÖLÜM-

Eser yazmaktan daha çok talebe yetiştirmeye önem veren Sadık Efendi'nin ferâiz konusunda basıl

"Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın! Çünkü O, işitendir ve bilendir."

Fussilet, 36

GÜNÜN HADİSİ

İslam hakkında.

"İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak" Buhari-İman:1

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI