Cevaplar.Org

MUHAMMED EMİN ER HOCA EFENDİ’NİN HATIRATI-5

Üstadı Ziyaretim Eğridir’e dönünce ben tekrar Ali’nin evine gittim. Üstadın Isparta’ya gittiğini söyledim. Verdiği ekmeği kendisine iade ettim. Günlerden de Pazar günü idi. Ali çarşıya gitti, geldi. Isparta’ya bir otobü


2010-07-30 12:20:02

Üstadı Ziyaretim

Eğridir’e dönünce ben tekrar Ali’nin evine gittim. Üstadın Isparta’ya gittiğini söyledim. Verdiği ekmeği kendisine iade ettim. Günlerden de Pazar günü idi. Ali çarşıya gitti, geldi. Isparta’ya bir otobüsün gitmekte olduğunu söyledi. Hemen o otobüsle Isparta’ya gittim. Doğruca Nur Boya mağazasına gittim.

Oraya üstadın hizmetinde bulunan Ceylan isimli bir şahıs geldi. Ona üstadın ziyaretine geldiğimi söyledim. Gitti, geri geldi. Elinde bir mendil içinde bir şeyler vardı. “Uzaktan beni takip et. Çünkü tarassut var, seni görürlerse tutuklarlar” dedi. Elindeki mendil işaret oldu. O mendile bakıp, onu kaybetmeden takip ettim. Sokakları döneceği zaman bana bakardı, kendisini görebileceğim mesafede ve konumda ise sokağı dönerdi. Bir müddet böyle gittik. Nihayet bir kapıdan içeri girdi. O istikamete doğru gittim. Baktım kapıyı tam kapatmamış, yarı açık bırakmış.

O zaman Şapka kanunu sıkı bir şekilde uygulamada olduğu için başımda şapka vardı. Onu çıkarıp takke giydim. İçeri girdim. Sekiz-dokuz basamak yukarı çıktık. Merdiven başında sağlı sollu iki oda vardı. Ceylan isimli şahıs sağdaki odaya girdi. Oradan Zübeyir çıktı. Meğerki sol taraftaki oda üstadın kaldığı oda imiş. Zübeyir’le beraber üstadın odasına girdik.

Üstadın Huzurunda

Bir duvarlara, bir yere, bir de üstada nazar ettim. Duvarlarda asılı, yerde serili bir şey görmedim. Sadece tahtadan ibaret, üzerinde yatak serili üstadın oturduğu bir sedir vardı. Yorganı göğsüne doğru çekmişti. Her iki kolunda dirseklere kadar sıvamıştı. Yorganın dışında idi. Başında bir külah vardı, renkli bir kefiye de aşağıdan yukarıya doğru kıvrılmış durumdaydı. Sakalı makine ile tıraşlı gibiydi. Bıyıkları yanaklarına kadar uzundu. Saçları külah altından dört parmak kadar çıkmıştı. Cüssesi iri, parmakları uzun fakat zayıftı. Heybetli bir sesle bana: “Nerelisin” dedi. Bana birçok kişileri sordu. “bilmiyorum” dedim. “Mehmet Kayalar’ı tanır mısın? dedi” “Tanırım” dedim. “Niçin geldin?” dedi. “Ziyaretinize geldim, hem de bazı sorulacak sorularım var” dedim. “Sorulara cevap vermek vaktim yok. Rahatsızım. Risale-i Nur’a baksaydınız belki de cevabı bulunurdu” dedi.

Daha sonra Zübeyir’e “bir minder getir” dedi. Getirince, başucuna sermesini işaret etti. Zübeyir minderi serdi. Bana “otur “ dedi. Zübeyir’e “sen de otur. İşitemediğim olursa anlatırsın” dedi. Sonra bana: “Soruların nedir?” dedi. Dedim ki: “Bizim memlekette imamlık yapanlara halk zekât veriyor. Bunda şüpheliyim. Zekâtla mı imamlık yapalım, yoksa maaşla-ücretle, para mukabili mi imamlık yapalım? Veya başka bir iş mi yapalım?”

Ücrette minnet vardır. Zekâtta ise minnet yoktur. Zekâtta zenginler vekil gibi, müstahaklar ise iyal gibidir. Minnet edecek durum yoktur. Yalnız pazarlık yapmayın, gönül de onlara bağlı olmasın. Mal Allah’ındır. Onların eli üzerinde gönderiliyor. Talebelere ders verin” dedi.

"Başka sorun var mı?” dedi. “Vardır” dedim. Şu soruyu sordum. “Şeyh Seydâ bana tarikatta hilafet verdi. Ben kendimi ehil göremiyorum. Eğer bunda mesuliyet varsa, özür göstereyim. Kabul etmeyeyim" dedim. “Şeyhin Kimdir? Kim sana halifelik verdi?” dedi. “Şeyh Seydâ” dedim. “Şeyh Seydâ kimin oğludur?” dedi. "Şeyh Ömer-i Zengani’nin oğludur” dedim. “Aslen nereden gelmedir?” dedi. “Aslen Bağdat’tan gelmedirler” dedim. “Aşiretine ne diyorlar?” dedi. “Araplar aşireti diyorlar” dedim. “Şeyh Seydâ kimin halifesidir?” dedi. “Dayısı şeyh Mehmet Nuri’nin halifesidir” dedim. “Şeyh Mehmet Nuri kimin halifesidir?” dedi. “Şeyh Ömer-i Zengani’nin” dedim. “Cizre şimdi Türkiye’de mi? Suriye’de mi?” dedi. “Türkiye’dedir” dedim. “Şeyh Seydâ irşada çıkıyor mu?” dedi. “Çıkıyor” dedim. “Hükümetle alakası nasıldır?” dedi. “Seviliyor” dedim. “Risale-i Nur’la alakası var mıdır?” dedi. “Türkçe bilmez, fakat üstadın Arapça risalelerinin tümü yanında mevcuttur” dedim.

Bunun üzerine “Ehl-i tarikat daha ziyade imanla alakadardırlar. Ben Şeyh Seydâ ile iki cihetle alakadarım. Hem selâm ederim, hem de tebrik ederim. Sana vermiş olduğu vazifeyi yap. Fakat hediye kabul etme. Hediye hilafı şeriat değildir. Fakat ihlâs yoktur. İktisat edin. Başka sorun var mı?” dedi.

“Ulum-u Arabiyi bitirdim. İcazet aldım. Bundan sonra ne yapalım?” dedim. “Ben seni has talebelerimden kabul ettim. Ders verin. Risale-i Nur’u okutun. Risale-i Nur bana hacet bırakmamış. On beş gün seni misafir etmek isterdim. Fakat üzerimizde tarassutlar var. Bilseler ki şarktan bir âlim gelmiş, inceden inceye tahkikata başlarlar. Ben zaten ziyaretçi kabul etmiyorum. Geçenlerde Menderes, vali ile beraber ziyaretime gelmek istediler, ben kabul etmedim. Biz hastayız, yatakta yatıyoruz. Onlar bizden korkuyorlar. Mehmet Kayalar’a söyle, Diyarbakır’dan gitmesin. Diyarbakır merkezdir. Çok şa’şaa etmesin. Sen hemen bugün dön. Paran yoksa sana para vereyim. Soran olursa ziyarete geldim deme. Ticarete geldim de” dedi.

Benden Önce Gelen Mektup

Elini öptüm. O da benim elimi öptü. Ağlayarak ayrıldım. Dışarıda saate baktım, 45 dakika konuşmamız olmuş. Dönüş için istasyona gittim. Tren hazırdı, hemen bindim. Gece gündüz gelerek Diyarbakır’a yetiştim. Üstadın “Şa’şaa etmesin. Diyarbakır’da kalsın” talimatını Mehmet Kayalar’a bildirdim. Mehmet Kayalar bana: “Konya’da indin mi?” dedi. "Hayır" dedim. “Üstad’dan mektup geldi. Senden bahsediyor. Onun için Konya’da indiğini zannettim” dedi. Ben, mektubun benden önce nasıl geldiğine hayret ettim. Akıl erdiremedim.

Şeyh Seyda’ya Üstadın Selamlarını İletmem

Merhum üstadın selam ve tebrikini mektupla Şeyh Seyda’ya bildirdim. Bilahare de kendim gittim. Şeyh Seydâ o iki kelimeye(Selam ve tebrik kelimelerine) çok manalar verdi. “Daha başka ihtimaller de vardır” dedi.

O esnada bazıları: “Şeyhim, Risale-i Nur’u okumak faydalı mıdır?” diye sordular. Şeyh efendi: “Evet faydalıdır. Hakikattırlar” dedi. “Onların toplantılarına, medreselerine gidebilir miyiz?” diye sordular. Şeyh: “Evet” dedi. “Mânia olmazsa, ben de oturur, dinlerim” dedi. “Ziyaretine de gidebilir miyiz?” dediler. “Evet gidebilirsiniz. Mânia olmazsa, ben de gider, ziyaret eder, dua talep ederdim” dedi.

Dediler ki: “Talebeleri onun için mehdi diyorlar. Mehdi midir?” “Hadislerin zahirine göre Mehdi-i muntazar değildir. Fakat selef-i salihin ulemaları gibi bir âlimdir. Cenab-ı Hak asrımızda onu göndermiştir. Bazı firavunların Musa’sıdır. Biz de sizin gibi imanlılara Mus gibiyiz. (Mus; Ustura, saç traş eder, temizler) Biz namaz kılmayanlara namaz kılın, içki içenlere içmeyin deriz. Muhataplarımız mümindirler. Bizim vazifemiz böyledir. Onun vazifesi ise öyledir. Herkes vazifesini yapmış oluyor” dedi.

Üstadın Vefatı

Bilahare merhum üstad vefat ettiği zaman Urfa’ya ben de gittim. Fakat cenazeye yetişemedim. Kendisiyle gelen talebeleri ile görüştüm dediler ki: “Üstad bir gün bize “arabayı kontrol edin. Uzak yola gidebilir mi? Bakın” dedi. Kontrol ettik. Kaç gün sonra birlikte arabaya bindik. Nereye gideceğini anlayamamıştık. Her zaman arabaya binip yola giderken bize “yavaş sürün, yavaş sürün” derdi. Bu defa ne kadar hızlı sürdüysek daha çok “hızlı sürün” diyordu. Uçar gibi gidiyorduk. Urfa’ya gideceğimizi sonradan yolda öğrendik. Arkamızda Emniyet “Said-i Nursi gitmiş” diye alarma geçti. Telefonlar yağdırıldı. Fakat Urfa’ya gelinceye kadar bizi bulamadılar. Üstad hasta idi. Lakin namazlarını oturarak değil hep ayakta kılıyordu. Urfa’ya ulaştığımızda önce İbrahim Halil Dergâhına gitti. Oradan koltuğuna girerek otele gittik.”

Otel Sahibinin Anlattıkları

Ben daha sonra geniş bilgi almak için Üstadın kaldığı otele gittim. Otel sahibi şunları anlattı: “Bir ihtiyarı iki kişi koluna girmiş buraya getirdiler. Kim olduğunu bilmiyordum. Daha sonra üstad olduğunu anladık. Bir çorba içmeyi arzu etti. Ben gittim, evde çorba yaptırıp getirdim. Kaşıkla ağzına vermek istedim, ağzını sıkıca kapattı. Gözleriyle bana baktı. Kendisinden korktum. Kendisine “ben dostum, dostum!” dedim. Tebessüm etti. Ağzını açtı. Çorbayı verdim, içti. Anladım ki, beni zehirlerler diye endişesi varmış demek. Onu geri göndermek için Ankara’dan emir geldi. Fakat doktorlar ki geri dönmeye iktidarı yoktur, diye rapor verdiler. Gece saatlerinde yanına vardık, baktık ki vefat etmiş!”

Başka birisi de şunları anlattı: “Bazı arkadaşlarımız üstadın yattığı karyolayı satın almak istediler. Otelci vermedi. Hava çok yumuşak ve yağmurlu idi. Harran Ovasının çok yağmura ihtiyacı vardı. Mübarek buraya gelince yağmur yağmaya başladı. O esnada da Urfa bazı kuşlarla dolmuştu. Bu kuşlar evvelden yoktu. O anda türediler.”

Şeyh Seyda’nın Üstadla Alakası

Orada Şeyh Seydâ ile ilgili çeşitli havadisler işittik. Birincisi Şeyh Seydâ’nın kaçırıldığı şeklinde idi. İkinci havadis de Şeyh Seydâ’nın kaybolduğu yolunda idi. Üçüncüsü ise Şeyh Seydâ’nın tutuklanıp Ankara’ya götürüldüğü söylentisi idi. Ben Urfa’dan eve döndüm.

Dediler ki “Hac köyünden Hacı Hasan, Şeyh Seydâ’nın ziyaretinden gelmiş, durumu o bilir” Hacı Hasan geldi, ondan durumunu sorduk. Şunları anlattı: “Bazı arkadaşlarla beraber Şeyhin ziyaretine gitmiştik. O anda bir araba dolusu yüksek rütbeli askerler de şeyhin yanına geldiler. Daha sonra Cizre’ye gittiler. Şeyh Efendi bana “hazır ol gideceğiz” dedi. Ben “hazırım” dedim. Az zaman sonra tekrar etti. Ben yine “hazırım” dedim. Üçüncü kez tekrar edince, “arkadaşlarım da vardır” dedim. “Onlar da gelsin. İbrik alın, löküs alın, kamyona binin, bizi takip edin” dedi. Biraz sonra Cizre’ye giden askeri araba geri geldi. Şeyh Seydâ bu askeri aracın şoför mahalline bindi. Bize “Hiçbir yerde durmadan bizi takip edin” dedi. Askeri araç hareket etti, biz de takip ettik. Midyat’a varınca, Şeyhin içinde bulunduğu aracı kaybettik. Serdehl köyü yönüne bir arabanın gittiği haberini aldık.

Şeyh Seydâ’nın o köyde Şeyh Halil adında bir halifesi vardı. Biz o köye gittik. Şeyh efendiyi o halifenin evinde gördük. Etraftan çok ziyaretçiler geldiler. Şeyh Seydâ: “Onların ziyaretini Allah kabul etsin. Ben ziyaretçi kabul etmiyorum” dedi. Bunun üzerine ziyaretçiler şeyhi ziyaret edemeden geri döndüler. Ertesi gün Estel’e döndük. (kazaya) Kaza insanlarla dolmuş. Şeyhi ziyaret etmek istiyorlardı. Şeyh efendi ziyaretçi kabul etmedi. Bunun üzerine halk dedi ki: “Araçtan dışarı çıksın, onu uzaktan da görelim, kâfidir.” Şeyh efendi: “Ama o zaman onların kalbi kırılır” dedi. Kaymakam “Polisler tedbir alsın. Bir kapıdan girip öbür kapıdan çıkış olmak üzere ziyaret etsinler” dedi. Şeyh efendi kabul etti. Ziyaret bitince Askeri araçtaki Binbaşı: “Şeyh efendi, nereye gitmek istiyorsun, götüreyim” dedi. Şeyh “Eve dönmek istiyorum” dedi.

Bunun üzerine Şeyhin evinin bulunduğu Serdehli köyüne döndük. Köyde dediler ki “Bediüzzaman vefat etmiş! Vefat haberi gelmiş” Şeyh de onlara “biliyorum” diye cevap verdi Bunu nereden öğrendiği, kimin ona bu vefat haberini verdiği hususunda hayret içinde kaldık.” Hacı Hasan’dan dinlediklerimiz bunlar idi.

Bir müddet sonra ben kendim Cizre’ye, şeyh efendinin ziyaretine gittim. Şeyh Seydâ’dan daha yaşlı Seyyid Ali isminde bir zatla bu konuyu konuşurken (Bu zat seyyid olduğu için şeyhin yanında makbul biri idi) dedi ki: “Şeyh efendi o seferden geldikten sonra yanına gittim. Elini öptüm. “Şeyhim” dedim “senin bu seferin her zamanki seferlerine uygun olmadı. Kimseye haber vermeden gittin ve çabuk döndün.” Dedi ki: “Bediüzzaman’ın ruhunu mevtalar içinde gördüm. Vefat ettiğini anladım. Kendimi tutamadım. Onun için böyle bir dolaşıp döndüm.”

Demek ki bu hadise de beyan ediyor ki birbirleriyle ruhi bir irtibatları, alakaları vardı. Merhum üstadın “alakadarız” sözünün tasdiki oluyor.

Üstadın Kabrinin Nebbaşlarca Açılması

Üstadın Urfa’da defnedilen cesedi vefatından kısa bir zaman sonra devletçe Urfa’dan başka; bilinmeyen bir yere nakledildi. Bu nakil konusunda üstadın kardeşi Abdülmecit bana şunları anlattı:

“Ben Konya’da İmam Hatip Lisesinde öğretmendim. Bir gece bazı askeri yetkililer gelip, üstadın kardeşi olmam hasebiyle na’şının Urfa’dan başka bir yere nakline muvafakat etmemi istediler. Ben razı olmadım. Fakat bu hususta hazırlanmış bir yazıyı bana zorla imzalattılar. Beni de alıp uçakla Urfa’ya götürdüler. Üstadın kabrini eştiler. Henüz cesedine, kefenine bir şey olmamıştı. Yüzü güler vaziyette idi. Çıkarıp uçağa koydular. Beni de aralarına aldılar. Uçak havalandı. Afyon’da indik. Orada bir arabaya bindirdiler. Araba Isparta içinden geçti. Daha ilerde bir kabristana vardık. Orada askerler vardı. Hazırlanmış bir kabir de vardı. Üstadın cesedini o kabre koydular. Oradaki askerlerden sordum. “Burası neresidir?” Birisi: “Şehitler tepesi” dedi. Daha ziyade konuşmak istedim. Asker elini ağzına koyarak, bana konuşmamayı işaret etti. Beni aynı gecede getirip Konya’ya bıraktılar. Bu hadise hep gece cereyan etti. Daha sonra bazı devletler “ne sebeple naşın nakli yapıldı” diye sorduklarında “kardeşinin arzusu ile” dediler.

-Devam Edecek-

Fotoğrafları

1-Muhammed Emin Er Hocaefendi

2-Üstad Bediüzzaman

3-Şeyh Seyda

4-Abdülmecid Nursi

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mamudan, 2013-05-15 10:44:21

ok güzel ve yerinde ve zamanına uygun bir cevap olmuş zira din aleyhtarı çevreler NurTalebelerini ve Tarikatları birbirine düşmanmış gibi göstermeye çalışıyorlar bu yazıyla daha iyi anlıyoruzki Nurcularla Tarikatçılar kardeştir ve herkesten ziyade birbirleriyle alakadardırlar CENAB-I HAKK bunları öğrenmemize vesile olan kıymetdar ağabeylerimden ve tüm hizmet ehlinden ebediyen razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ali said, 2010-08-04 11:32:22

Bu bölümü de zevkle ve ilgiyle okudum bir çok mesele vuzuha kavuştu. Yürekten tebrik ederim. Üstadın karşı konulmaz azmi ve imanı bir kez daha perçinleşmiş oldu. Allah teala bizi de onun yolundan ayırmasın. sa. Ali said

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

İman edip iyi yararlı işler yapanları, muhakkak salihler (zümresi) içine katarız.

Ankebût, 9

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI