Cevaplar.Org

AMENE'R RESULUNUN ORJİNAL BİR YORUMU-2

Söz konusu Ayetlerden; Birinci Ayetin Yorumu:(Hz. Peygamber (.a.s.m)'in İman Gücü) Ayetin birinci cümlesinin meali: “Resul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti.” Bu ayet indiği zaman


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2010-06-14 04:20:26

Söz konusu Ayetlerden;

Birinci Ayetin Yorumu:

(Hz. Peygamber (.a.s.m)'in İman Gücü)

Ayetin birinci cümlesinin meali: “Resul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti.”

Bu ayet indiği zaman, Hz. Peygamber (a.s.m): “iman etmek –herkesten önce-onun/yani kendisinin hakkıdır” (5) diyerek gelen vahyin ilâhî kaynaklı olduğu hususundaki samimi duygularını dile getirmiştir. Bu hadiste resmî bir görevi hatırlatan ve "hakkun aleyhi=onun üzerine bir haktır” tabidir yerine, vicdanî bir hazzın sinyallerini veren “hakkun lehu=onun hakkıdır” ifadesinin tercih edilmesi, gerçekten anlamlıdır. Bu ifadenin altında, derin bir iman, yüksek bir şuur, içten bir şükran/bir minnettarlık duygusu ve bir bağlılık hissi yatmaktadır.

 Burada anahtar kelimeler: İman, Resul, İndirilen Vahy/Mesaj ve Rab kavramıdır.

İman kelimesi, bu bağlamda, bir samimiyeti, bir kararlılığı, bir sorumluluğu ifade eder.

Resûl: belli bir görevi, bir sorumluluğu bulunan, akıl, zekâ, dürüstlük, basiret, samimiyet gibi, elçilik görevinin olmazsa olmaz donanımına sahip olan kimse demektir.

İndirilen Mesaj kavramı, insanüstü bir özelliğe, tepeden inme bir otoriteye, kuşatıcı bir bilgiye, âmir-memur/ilâh-kul arasındaki bir iletişime, bir ilâhî tenezzüle işaret etmektedir. “O /Kurân, Aziz-Rahim/çok güçlü, pek merhametli olan Allah tarafından indirilmiştir” (Yâ Sîn, 36/5) mealindeki ayette de, bu üstün otorite ve sonsuz merhamete vurgu yapılmaktadır.

Rab kavramı, gelen mesajın kaynağına işaret etmektedir. Burada Allah lafza-i celal yerine Rab isminin tercih edilmesi, Hz. Muhammed (a.s.)’in doğruluğuna en büyük şahit olan güzel ahlâkının, kemâlâtının, gözle görülen ilim, irfan ve faziletinin ilâhî kaynaklı olduğuna işaret etmek içindir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” mealindeki ilk inen ayette olduğu gibi, “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” mealindeki Kur’an’ın ilk suresinin ilk ayetinde Rab ismine yer verilmesinin bir hikmeti, Hz. Muhammed (a.s)’in söz konusu mükemmel şahsiyetini terbiye eden ilâhî kaynağa dikkat çekmektir. İlk ayette yüce Allah’ın kendisini Hz. Muhammed (a.s)’in Rabbi, ikici ayette ise kâinatın Rabbi olarak vasıflandırması, nebevî terbiye ile kâinatın terbiyesi arasındaki ilişkiye dikkat çekmek ve Hz. Muhammed (a.s)’in sergilediği eşsiz ahlak manzumesi ile kâinattaki varlıkların sergilediği mükemmel nizamın aynı Rabbin eseri olduğuna işaret etmek içindir.

Güzel ahlakının kaynağını soranlara, Hz. Muhammed (a.s)’ın “Beni Rabbim terbiye etti, edebimin güzelliği bundandır”( ) demesi, onun yüce Rabbi de “Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin” (Kalem, 68/3) diyerek onu övmesi, nübüvvetin dışa yansıyan bir aynası olan şahsiyetinin eşsizliğini ilan eden birer belgedir. Ayrıca Kur’an’ın ilk suresinde “Âlemlerin Rabbi” tabirine, son suresinde ise “insanların Rabbi” ifadesine yer verilmesi, kâinat kitabını düzenleyen tekvînî rububiyet ile Kur’an’da yerini alan teşriî rububiyetin aynı kaynaktan geldiğine ve her ikisinin de kusursuz olduğuna ve uyum içerisinde bulunduğuna işarettir. Yani kâinat kitabını yazan da, onun ezelî bir tercümanı olan Kur'an'ı vahiy olarak indiren de Allah'tır.

Bu dört kelimenin (İman, Resul, Vahiy, Rab) meydana getirdiği bağlantıya göre, Hz. Muhammed (a.s.), kendisine gelen vahyin Allah tarafından indirildiğine candan inanmaktadır. Gelen mesajın asıl muhatabı olan Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu konudaki kanaati, son derece önemlidir. “Resul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti” cümlesinde onun bu kanaati, ön plana çıkmaktadır.

Hz. Peygamber (a.s.m)’in, hayatı boyunca şu gelen mesajlara herkesten daha çok sahip çıkması, ona karşı saygı göstermesi, onun bütün emirlerine harfi harfine uyması, onun uğrunda her türlü fedakârlığa katlanması, karşılaştığı en büyük tehlikelere göğüs germesi, dünyalık namına yapılan en cazip tekliflere karşı “güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız, bu can bu tende olduğu müddetçe, bu davadan vazgeçmeyeceğim”( ) diyerek omuzladığı davaya karşı ilan-ı aşk etmesi, imanının zirvedeki derecesinin açık göstergesidir. Özet bir ifadeyle, bütün hayatını, kendine gelen vahyin hükümleri doğrultusunda tanzim eden bir şahsiyet olarak tarih sahnesinde yer alması, davasına olan imanının, gözle görülen bir yansımasıdır.

Doğrusu, hak ve hakikate dayanan, Hak’tan gelen ve hak olan mesleği, her türlü hileden müstağnidir. Böyle har taraftan hakkın zırhına bürünmüş ve hakikatin kalesinde koruma altına alınmış bir davaya batılı/yanlışı karıştırmak, hayalin/ vehmin/kuruntunun haddine mi düşmüş! “Şüphesiz o Aziz (her yönden üstün, eşsiz) bir kitaptır. Onun ne önünden ne de ardından batıl/yanlış gelir. O hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir” (Fussilet, 41/41-42) mealindeki ayet, bu gerçeğe işaret etmektedir.

Resul/elçi kelimesi, üstlenen görevin zorluğuna da dikkat çekmektedir. Çünkü Allah'ın elçisi demek, tebliğ ettiği her şeyi, herkesten önce yaşayan insan demektir. Buna bir örnek verecek olursak, söz gelimi, gelen bir mesajda, mealen: “Ey Resûl/Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez” (Mâide,5/67) denilmekte ve hayatı Allah tarafından koruma altında olduğu bildirilmektedir. Şimdi bu mesaja muhatap olan kimse, iki şeyden birini seçmek durumundadır.

Birincisi: Bu ifadeyi gizli tutup onu kimseye açmayacak, en yakın arkadaşlarıyla bile paylaşmayacaktır. Bu takdirde, bir insan olarak korkulması gereken yerlerde, herkes gibi o da korkacak, çekingenlik gösterecek ve yerine göre davasından feragat edecektir.

İkincisi: Bu mesajı herkesle paylaşacak ve gereğini yerine getirecektir. Normal insanların –yapılarının bir gereği olarak- gösterdikleri çekingenliği bir tarafa bırakıp, insanüstü bir cesaret, bir feraset, bir şecaat gösterecektir. Korumayı taahhüt eden ayet, aynı zamanda bu ikinci şıkkı zorunlu kılan “Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun” mealindeki ifadeye yer vermeyi de ihmal etmemiştir. İşte bu tepeden inme emir, ilâhî kaynağa işaret etmektedir. Nitekim Hz. Aişe, Hz. Peygamber (a.s.)’in kendisine gelen vahiyden hiçbir şey gizlemediğini, aksini iddia edenlerin, Allah’a karşı müfteri durumuna düşeceğini anlatırken, bu ayeti delil göstermiştir. (6)

Konu İle İlgili Bazı Misaller:

 “Allah seni insanlardan koruyacaktır” mealindeki ayet, başlı başına bir mucizedir. Hz. Peygamber (a.s.), çıktığı vakit, yalnız bir kesim insanlara, bir grup yöneticilere, bir kısım dinlere karşı değil, bütün dünyaya karşı tek başıyla meydan okudu. En yakın akrabası, amcasından tutun, tâ dünyanın bütün din ve dünya liderlerine kadar, herkes ona düşman iken, pek çok defa su-i kastlere maruz kaldığı halde, telaşsız, tekellüfsüz bir tarzda hayat sürmesi ve nihayet rahat döşeğinde vefat etmesi, söz konusu ayetin gösterdiği ilâhî hıfz ve inayetin hakikatını güneş gibi ortaya koymuştur.

Şimdi, gerek koruma garantisini veren ayetin, gerekse ona gelen diğer ilâhî mesajların karşısında, onun samimi tavırlarını belirleyen bir kaç misali numune olarak göstereceğiz:

a. Hz. Peygamber (a.s.)’in bir kul olarak nasıl bir teslimiyet sergilediğini gösteren misallerden biri, el-Hâkim’in rivayet ettiği şu hadistir: Abdullah b. Mesud anlatıyor: Bedir savaşında, yolda üçer kişi bir deveye nöbetleşe biniyordu. Hz. Peygamber (a.s.), devesini Ali ve Ebu Lübabe ile paylaşmıştı. Yolda binme sırası onlara gelince, “Ey Allah’ın Resûlü! Siz binmeye devam edin; biz yürüyebiliyoruz” dediler. Hz. Peygamber (a.s.), onların bu teklifine karşı: “Şüphesiz ben, sevap kazanmada sizden daha az muhtaç olmadığım gibi, yaya olarak yürümede de, siz benden daha güçlü değilsiniz” diye buyurdu. (7)

b. Hz. Peygamber (a.s.), özellikle Medine’de Yahudi ve bazı münafıkların kötülüklerinden korunmak için, özel korumaları olurdu. Nihayet bir gün yukarıda sözkonusu edilen ayette geçen “Allah seni insanlardan koruyacaktır” mealindeki ifadede ilâhî koruma sözü verilmişti. Bunun üzerine, Hz. Peygamber(a.s.), başını dışarı çıkararak, “Ey nâs/ arkadaşlar! Artık gidebilirsiniz/kalmanıza gerek kalmadı. Çünkü Allah beni koruma altına aldı” diye buyurdu. (8)

c. Gatafan ve Enmar gazvesinde, Hz. Peygamber(a.s.), bir ağacın altında istirahat ederken, Gavres isminde cesur bir kabile reisi, gizlice gelip onun yanına kadar sokulmuş ve yalın kılıç elinde olduğu halde, Hz. Peygamber (a.s.)’e seslenerek “Söyle bakalım, şimdi seni benden kim kurtaracak” demiş. Hz. Peygamber(a.s.), “Allah” demiş ve “Allah’ım! Sen onun hakkından gel!” diye dua etmiştir. Adam, birden iki omuzu ortasına inen gaipten öyle bir darbe yer ki, kılıç elinden düşer. Derken, Hz. Peygamber(a.s.), kılıcı eline alır ve “söyle bakalım, şimdi seni kim kurtaracak?” der, sonra affeder. Adam, kendisini bekleyen arkadaşlarının yanına dönerken, başından geçenleri anlatır ve “ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum” diyerek, Hz. Peygamber (a.s.)’in o eşsiz şanlı tavrını över.( )

d. Hz. Ali gibi en kahraman bir insan anlatıyor: “Bedir’de savaş kızıştığında, bazı zamanlarda, Hz. Peygamber (a.s.)’in arkasına sığınıyorduk. Hepimizin en cesuru o idi. Düşman saflarının en yakınında o bulunuyordu.” (Ahmet b. Hanbel)

e. Huneyn savaşında, düşmanın şiddetli hücumu karşısında ne yapacağını şaşırmış olan Müslüman askerlerin çoğu geçici de olsa kaçmak zorunda kalmışlardı. Berâ b. Azib’e “sen de mi kaçtın o gün?” diye sorunlara “Evet, ben de kaçtım. Fakat ben şehadet ederim ki, Hz. Peygamber (a.s.), yerinden bir adım gerilemedi. Savaş vahşi bir yangın gibi kızıştığı zaman, hepimiz onun yanına sığındık. Onun yanında durmak, en büyük cesaret kaynağımızdı!” demişti. (9) (Müslim)

f. Hicret esnasında, mağarada iken, düşmanın ayak seslerini duyduklarında, gösterdiği kahramanlık tavrı nübüvvet güvencesinden başka ne ile izah edilebilir? Dünyanın en fedakâr ve en cesur insanı Ebu Bekr’i telaşa düşüren, ona, “Ey Allah’ın Resulü! Vallahi bunlar eğer eğilip ayaklarının ucuna baksalar, bizi görecekler” şeklindeki ümitsiz bir manzara ile karşı karşıya oldukları gerçeğini dedirten, o korkunç dramatik olay karşısında, hiç istifini bozmadan ve hiç bir telaş göstermeden; “üzülme! Şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyen Hz. Muhammed (a.s.)’in bu tavrı, Allah’a olan iman ve güveninden başka ne ile açıklanabilir?

Bu tavrın iman ile olan yakın ilişkisinden dolayıdır ki, Kur’an, bu olayı tarihî bir gerçek olarak tescil ettirmiştir: “Eğer siz ona (Allah’ın Resulüne) yardım etmezseniz (bu önemli değil! Çünkü) ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir’le birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı. Hani onlar mağarada iken, o, arkadaşına “üzülme! Şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, ona sekinetini (sükûneti/iç huzuru sağlayan emniyetini) indirdi, sizin görmediğiniz bir ordu ile onu destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise, zaten yücedir. Çünkü Allah, üstündür, hikmet sahibidir ” (Tevbe, 9/40).

g. Hz. Peygamber (a.s.)’in samimi kulluğunu ve derin imanını gösteren bir ibadet örneği, bir gece namazı ile bu konuyu noktalamak istiyorum. Dünyalık namına hiç bir faydası söz konusu olmayan bir gece ibadeti, bir teheccüd namazı, onun imanını, samimiyetini, Allah’a olan saygısını dünyaya ilan eden en çarpıcı ve o kadar da çaplı bir olaydır. “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile (günlük farz namazların dışındaki bir vecibe) olmak üzere teheccüd namazı kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama (Makam-ı Mahmud’a) göndereceğini umabilirsin” (İsrâ, 17/79).

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Nâhl Suresi;128

Şüphesiz ki, Allah, takvaya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.

GÜNÜN HADİSİ

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI