Cevaplar.Org

AMENE'R RESULUNUN ORJİNAL BİR YORUMU-1

Bilindiği üzere, iman ve teslimiyet bağlamında, Hz. Muhammed (a.s.)’in gösterdiği samimiyet, onun bir peygamber olduğunun göstergesidir. Bu sebepledir ki, Kur’an’ın pek çok yerinde onun bu samimiyetine vurgu yapılarak nübüvvet


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2010-05-30 04:43:26

Bakara Suresinin Son İki Ayetinin (Amene’r-Resulu'nun) Orijinal Bir Yorumu

GİRİŞ:

Söz konusu Ayetlerin Fazileti

Bilindiği üzere, iman ve teslimiyet bağlamında, Hz. Muhammed (a.s.)’in gösterdiği samimiyet, onun bir peygamber olduğunun göstergesidir. Bu sebepledir ki, Kur’an’ın pek çok yerinde onun bu samimiyetine vurgu yapılarak nübüvvetine onay verilmektedir.

Bakara Suresinin son iki ayeti ise bu konuda özel bir öneme sahiptir. Evvela bu iki ayet Miraç’ta inmiştir. (1) Ukbe b. Amir anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.), Bana: “Bakara Suresinin son iki ayetini oku, çünkü onlar Arş’ın altında bulunan bir hazineden bana verildi.” (2) “ Kim, bir gecede Bakara Suresinin son iki ayetini okursa, (korunması için onlar) ona yeter.” (3) Bu iki ayeti okuyanın, şeytanların şerrinden korunacağını ve Allah’ın himayesinde olacağını gösteren başka rivayetler de söz konusudur. (4)

Bu rivayetler, bu iki ayetin farklı bir öneme haiz olduklarını gösteriyor. Bu önem, bir yönüyle, söz konusu ayetlerde çok veciz bir tarzda, iman esaslarına yer verilmesinden ve bu esaslar çerçevesinde, Hz. Muhammed (a.s.)’in nübüvvetinin tasdik edilmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten, bu ayetlerde içi, dışı bir; sözleri fiillerini tekzip etmeyen, gelen vahyin hükümlerine herkesten fazla saygı ve bağlılık gösteren bir şahsiyet tablosu sergilenmektedir.

Bilindiği üzere, Hz. Muhammed (a.s.)’e indirilen bir takım bilgiler, mesajlar söz konusudur. Tarihî bir gerçek olan bu bilgi /vahiy olgusu, dost, düşman herkes tarafından kabul edilmiştir. Çünkü ortada Kur’an gibi çok hârika bir kitap var ve bu kitabı elinde tutan insan (a.s.), bunun kendisine ait olmadığını söylemektedir. Ancak, bu gelen bilgi ve belgenin kaynağı hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Karşı taraf, tahmin yürüterek, bu kaynağın tespitine çalışmıştır. Oysa “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan/tahmin, haktan/ilimden hiç bir şeyin yerini tutmaz” (Yunus, 10/36). Bu yüzdendir ki, bu tahminler onları değişik varsayımlara götürmüştür. Bazı kimseler, “Ey kendisine Kur’an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun’” (Hicr,15/6) demişler. Bu ifadeden açıkça anlaşılıyor ki, bu sözü söyleyenler, Hz. Peygamber (a.s.m)’e indirilen bir bilginin/vahyin varlığını inkâr edememişler. Fakat risaleti/peygamberlik kurumunu kabul etmedikleri için, Arap Yarımadasında eskiden beri bilinen cincilik olgusundan hareketle, gelen bu bilginin kaynağının da cinler olduğunu söylemeye çalışmışlardır.

 Bazıları da, mecnun olan kimsenin durumu ile şimdiye kadar kendilerinin de çok akıllı dedikleri bir zatın durumunu karşılaştırıp, onun, cinlerin tasallutuna uğramış, aklını yitirmiş, cinler tarafından kullanılan, sarâ hastalığına yakalanmış bir mecnun olduğunu vicdanlarına sindirip, sığıştıramadıklarından, cinciliğin diğer bir frekansı ve başka bir fraksiyonu olan kehânet yakıştırmasını tercih etmişlerdir. “Resulüm! Sen öğüt ver. Rabbinin sana vahiy ederek yaptığı lütfü sayesinde sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli” (Tur, 52/29) mealindeki ayet, onların söz konusu hezeyanlarına karşı verilen bir cevaptır. Burada, ispat edilmesi daha uzun bir yola ihtiyaç duyan vahyin mantıkîliği değil, herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir kıyaslama yoluyla, Hz. Peygamber (a.s.)’in şahsı ön plana çıkartılmıştır. Hayatı boyunca, sözlü, fiilî bütün icraatında aklın doruğunda olduğunu gösteren bir zata, yapıştırılmak istenen delilik saçması ve kehanet yaftası hiç bir zaman tutmadı ve tutamazdı. Bundan böyle de, akıllı insanlar yeryüzünde var olduğu sürece, bu gibi hezeyanlar sadece sahibinin akılsızlığını ortaya koymaktan öteye geçemeyecektir.

Bunun içindir ki, inkârcıların bir kısmı, daha önce cinlerle görüştüğünü iddia eden veya kehanette bulunan insanların sözleri ile Hz. Muhammed (a.s.)’in Kur’an olarak ortaya koyduğu sözler arasında bir bağlantı kurmanın mümkün olmadığını gördüklerinden, Hz. Muhammed (a.s)’in ortaya koyduğu şahsiyetin bu gibi pes-paye iftiralardan çok uzak olduğunu ve kimsenin buna kanmayacağını bildiklerinden, ona indirilen bilgiler için başka kaynak aramaya yönelmişler, belki tutar diye, bu kez şair demişlerdir.

Kur’an-ı Hakim, onların bu iddialarını seslendirdiği gibi, onlara gereken cevabı da vermiştir: “Yoksa onlar: O bir şairdir; feleğin onun başına getireceği felaketleri bekliyoruz mu diyorlar? De ki: Bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” (Tur, 52/30). Burada açık bir meydan okuyuş var. Ayet veciz ifadesiyle adetâ diyor ki: “O kendini bilmez adamlara de ki: Yoksa siz gerçekten yakında benim öleceğimi, davamın yok olacağını mı bekliyorsunuz? Bekleyin bakalım! Daha çok beklersiniz. Ben de bekliyorum. Benim mi, yoksa sizin mi başınıza felaketlerin geleceğini hep birlikte yakında göreceğiz.” Mekke’de inen bu surenin, işaret ettiği felaketin ilki, Bedir savaşında görülmüştür. Hz. Peygamber (a.s.m.)’e şair deyip alay eden ve ölümünü bekleyenler, kalîb çukuruna atılırken, artık beklentileri de son bulmuş ve bütün hayalleri suya düşmüştür.

Mecnunluk ve kehanet iddialarında, Hz. Muhammed (a.s.)’e gelen mesajların dış kaynaklı olduğu gerçeği, kabul edilmektedir. Efendimizin bir şair olduğunu iddia edenlere göre, Hz. Peygamber (a.s.)’in ortaya koyduğu bilgiler iç kaynaklıdır. Kur’an’ın uydurma olduğunu öne süren bütün iddialar, bir anlamda şairlik iddiasını da seslendirmişlerdir. Gerek Kur’an’ın muhtevası, gerek Hz. Muhammed (a.s.)’in mümtaz şahsiyeti, bu tür iddiaları havada bırakacak donanıma sahiptir. Karşı taraftaki kurnaz olanlar, bunu bildikleri için, onun hakkında büyüleyici bir şairlik portresini çizmeyi daha uygun bulmuşlar.

Hâlbuki belagat açısından zirveye çıkmış Cahiliye dönemi şiirleri, muhteva bakımından hiçbir zaman Kur'anla aynı performansı gösterememiştir. Bu gün pek çok Arap edebiyatçısı, bu şiirlerin muhtevasını çok zayıf ve pek cılız olduğu görüşünde birleşiyor. ( ?) Ziya paşa'nın dediği gibi, “Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz. Kişinin rütbe-i aklı görünür eserinde.”

Kur’an’da, şairlik iddiası, iki yönden kabul edilemez olduğu vurgulanmıştır.

 Birincisi: Şairliğin, Hz. Peygamber (a.s.)’in şahsiyeti ile bağdaşmadığı ifade edilerek reddedilmiştir. “Biz ona şiir öğretmedik. Zaten bu ona yakışmaz da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır” (Yâ Sîn, 36/70). Bir şahsın büyüklüğü, onu takip eden insanların büyüklüğü ile dahası, küçük insanlardan büyük şahsiyetler meydana getirmesi ile doğru orantılıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (a.s.)’le karşılaştırılabilecek başka bir şahsiyetin varlığına –sanırım- tarih, şahitlik etmeyecektir. “Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyar. Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıklarını söyleyip durduklarını görmedin mi? Ancak, iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok, çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar bunun dışındadır.” (Şuara, 26/224 -227).

Bu ayette, inançsız cahiliye devri şairleri kötülenirken, dolaylı olarak (mefhum-u muhalifiyle), Hz. Muhammed (a.s)’in dürüstlüğü, söyledikleri ile icraatının aynı paralelde seyrettiği, her yönüyle olgun bir şahsiyet, mükemmel bir rehber olduğu vurgulanmıştır. Yalan doğru demeyip, istedikleri vadide at koşturmaktan geri durmayan inançsız şairler gibi, kendi heva ve hevesine göre konuşmadığına, gelen vahyin hükümleri doğrultusunda hareket ettiğine, sözlerini ve fiillerini ona göre tanzim ettiğine işaret edilmiştir. “Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız/Muhammed, sapmadı ve bâtıla inanmadı. O kendi arzusuna göre konuşmaz. Onun bildirdikleri, ancak gönderilen bir vahiydir” (Necm, 53/1-4).

İkincisi: Şairlerin söyledikleri sözler, vahyin muhtevası ile bağdaşmayacağı gerekçe gösterilerek reddedilmiş ve Kur’an’ın gerçek kaynağına işaret edilmiştir.

Aşağıdaki ayetler, Kur'an'ın -herkesin göremeyeceği- sırlarla dolu olduğu hususuna işaret eden bir yemin üslubu ile bu hakikatleri vurgulu bir şekilde seslendirmektedir: “Göre bildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki o/Kurân çok şerefli bir elçinin sözüdür (Melek Cebrail’in getirdiği sözdür). O bir şair sözü değildir. Ne kadar da az iman ediyorsunuz! O bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! O âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir” (Hakka, 69/38-43).

Şu husus unutulmamalıdır ki, sabit fikirliliği, fikrin sabitesi haline getiren bir kimse için, en güçlü bir hakikat dahi bir masaldan ibarettir. Yanlışta ısrar etmeyi değişmez prensip edinmiş kimselerle doğru iletişim kurmak olağan üstü bir çaba gerektirir.

 

Bu çalışmamızda, sözkonusu iki ayetin yorumu, özellikle vahyin gerçekliği ve iman esasları çerçevesinde yapılacaktır. Daha iyi anlaşılması için konu, ayetlerde yer alan değişik cümleleri esas alan bir çizgi takip edilecek, konular birer madde halinde işlenecektir.

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Artık Allah'a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nûra (Kur'an'a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Teğabün, 8

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI