Cevaplar.Org

İHSAN BARUTÇU HOCAMIZLA SÖYLEŞİMİZ

Kıymetli ziyaretçilerimiz, hafa türabında gizlenmiş bir hizmet insanıyla yaptığımız bir söyleşiyi size takdim ediyoruz. Hatıralarını dinlediğimiz İhsan Barutçu Hocamız, Kırşehir’in, Osmanlı bakiyesi Kapucu Camiinde yıllarca imamlık yapmı


2010-03-22 04:32:20

Kıymetli ziyaretçilerimiz, hafa türabında gizlenmiş bir hizmet insanıyla yaptığımız bir söyleşiyi size takdim ediyoruz. Hatıralarını dinlediğimiz İhsan Barutçu Hocamız, Kırşehir’in, Osmanlı bakiyesi Kapucu Camiinde yıllarca imamlık yapmış ve buradan emekli olmuştur. Hafızlık kursunda ve burada birçok hafızın yetişmesinde büyük emekleri geçmiştir. Kırşehir’de ilk Risale-i Nur medresesinin açılmasına ön ayak olmuştur. Sayıları artan bu medreselerde halen devam eden derslere bilfiil katılmaktadır. Kendisi Hafız-ı Kurra olup, kıraat konusunda hususi eğitimler vermiştir. Kendisiyle yıllarca hizmet verdiği Kapucu camiinde görüştük. Sedat Düztepe, cevaplar.org

Hocam, tahsil hayatınızı, üstadla ve nurlarla tanışmanızı anlatır mısınız?

Efendim, ben Trabzon’un Akçaabat ilçesinin Kadahor Köyünde doğdum. Nüfus kâğıdımda 1942 var, 37-38 filan o aralar doğmuşum. Ağabeyim Kapucu Camiinde(Kırşehir) imamdı. 8-10 yaşlarına gelinceye kadar hafızlığı bitirdim. Oniki yaşımdan itibaren burada onunla beraber bir müddet kaldık. Daha sonra İstanbul’a gittim. Yeraltı Camii imamı Üsküdarlı Hafız Ali Efendi’den okudum. Zamanın en meşhur kurralarından birisiydi, Allah rahmet eylesin. Bütün kıraat ilimlerini bilirdi. Mükemmel bir hafızdı, hocaydı. Bülbüli derlerdi, Cenab-ı Allah bir gırtlak vermiş, kimse öyle yapamazdı.

O yıllarda bir ağabeyimiz, şoför Hikmet Ağabey İstanbul’a gitmeme vesile oldu. İstanbul’a gitmeye param bile yoktu. Arabası Desoto ile 1952’de gittik. O beni doğrudan Üstada götürdü. Cuma günüydü, otelde ziyaret ettik, elini öptük. Hikmet Ağabey dedi ki: “Üstad namazı Fatih Camiinde kılacak, gidelim biz de orada kılalım.” Gittik. Üstad, mihrabın sağında oturuyor, biz de arka taraftayız. Namazdan sonra Üstad oradan çıktı, Fatih Türbesine geldi. Avludayken, bir arkaya baktık, Camiin iki üç katı muazzam bir cemaat meydana toplandı. Adımını atacak yer yok, Üstada geliyorlar tabii. Kalabalığın içinde gördüm, Üstadı arabaya bindirdiler, mahkemeye götürüyorlar, Gençlik Rehberi davasına. Biz oradan ayrıldık. Üstadı böyle tanımış olduk.

Nurlarla tanışmamız ise: bana Hocapaşa Camiinde yer gösterdiler. Küçük bir oda, tek karyola sığıyor, alçak tavan. Buranın imamı beni severdi, Kısık sesli değildim, çok gür sesim vardı. “Burada okuyacağın yeri oku, öğle ve ikindi namazlarında camide bana okursunuz” dedi, genelde ikindiden sonra okuyorduk. Böylelikle birkaç ay kaldık.

Hocam “camiye geldiğin zaman ezbere Kuran okuyacaksın, ben dinleyeceğim” dedi, hafızlığım çok kuvvetliydi. Demir hafızdım. Lokantaya bir tas çorba tenbih etti. Yatma yeri belli, para istemiyor. Bir lira da harçlık veriyor, geçinecek kadar. Çok yardımı dokundu.

Bir gün rüyamda gökyüzünde İslam yazısıyla(eski yazı, Osmanlıca) sayfalar dönüyor, bir ses geliyor: ‘geliyor’ diyorlar. Kafayı o zaman Mehdi’ye takmıştım. Çocukluk hali. O vakit Mehdi geliyor deniliyordu. Rüyayı gördük, ama ne manaya geliyor bilmiyorum, ben Mehdiye yoruyorum. Bizim orada Türbesi var Allah rahmet etsin Haçkalı Baba derler bir zat vardı. Derviş dedemle Mehdi’den çok bahsederlerdi.

Yattım, uyudum kapı çaldı. Arkadaşım Hasan Hüseyin, Yeni Camii’de Hafız Nuri Efendi’den okuyor. Oradan tanışıyoruz, ahbabız. “İhsan, namazı Valide Sultan’da, Aksaray’da kılalım” dedi. Oraya gittik, öğle namazımızı kılıp, dışarı çıktık. Bizden biraz daha yaşlıca güzel giyinen bir delikanlı bize yaklaştı. Arkadaşıma “Hafız geldin mi, hadi gidelim” dedi. Hasan Hüseyin “Bana müsaade, arkadaşa söz verdim” dedi. Lazım ya, ben de ona kızdım, çabuk kızarım. “Madem gidecektin beni niye getirdin?” Yaşlıca olan, yaklaştı; “sohbete beraber gidelim” dedi. Beraber Yenikapı’da bir dershaneye gittik. Odada üç beş genç var. Selam verdim, oturdum. Bir genç rahleye koca bir kitap koyup okumaya başladı. Yaklaşıp baktım ki, benim gökyüzünde gördüğüm sayfalarla aynı. Ders yapıyor, anlatıyor, ama benim bir şey anladığım yok. Üstad böyle dedi derken biz Üstadı ve risaleleri tanımış olduk. Ders yapıldı, çay verildi, hürmet son derece; ceketimi tutuyor, ayakkabımı çeviriyor, gayet muntazam. “Burası her zaman size açık, burayı sizin için açtık, her zaman gelin, kitap da veririz, okuyup geri getirirsiniz” dedi.

Orada kısa zamanda eski yazı yazıp okumasını öğrendik. Bizimle ilgilenip öğreten abi Üzeyir Şenler’di(Şule Yüksel Şenler’in büyük kardeşi). Bana çok yardımcı oldu, Risaleleri baştan sona bana o okudu, özellikle ilgilendi. En sonunda “seni buraya alalım, buradan Kocapaşa Camiine gidip dersini okursun” dedi. “Eyvallah” dedik. Onlarla beraber kalmaya başladık. Ramazan ayında Lüleburgaz’da mukabele okudum.

Bir gün Üzeyir ağabey “Seni Üstada göndereyim” dedi. “Gideyim, fakat benim oraya gidecek o kadar param yok, 50 lira param var” dedim. “Üstünü ben tamamlarım” dedi. Ankara’nın adresini verdi. Ankara’daki dershanede bir akşam kaldım. Ertesi gün bizlerden yaşlı bir ağabey gördüm, Mustafa Sungur Ağabey olduğunu söyledi. Tanıştık, onlar da Emirdağ’ın adresini verdiler. Oradan doğru gittim.

Sabah namazını camide kıldım. O zamanlar babam kaçak tütün satardı. Sigaraya alışkınım tabii, lokantada bir çorba içip sigara içtim. Şimdi Üstada gideceğim ağzımın kokusu geçsin dedim, şöyle bir saat bekledim, cahillik ettim. Halbuki Üstad sigara kokusuna mı bakıyor? Adresi verilen Çalışkanlar’ın dükkânına gittim, durumu izah ettim. “Otur, Üstada haber verelim” dediler, çok da yakın. Üstad “gelsin” demiş, birisi yanıma düştü. Çünkü Üstadla muhavere edeceğimiz şüpheli, ben Lazca konuşuyorum, Türkçe tam değil. O da şark şivesiyle konuşur, Türkçe tam değil. Tercümanlık yapacak bir kişi o yüzden katıldı. Yatağın üzerinde oturuyor, sırtında cübbesi, başında sarığı. Elini uzattı, öptüm. Nerden gelip nereye gidiyorsun diye sordu, anlattım. Kalkmaya sıra gelmişken;

‘-Kardeşlerinle iyi geçin, Baban-anan de razı mı bu hizmetlerde bulunmandan?’ dedi.

-Razılar efendim, dedim.

‘-Seni manevi evlatlığıma kabul ettim. Bir saat evvel gelseydin seni yanımda bırakacaktım, Hüsnü(Bayram) kardeşin geldi onu bıraktım’ dedi.

Çok pişman oldum, sigara bunu engelledi diyerek sigarayı bıraktım. Ben can atıyordum hizmetinde bulunmak için. Üstadı ikinci defa görmüş oldum, ayrıldık.

60 senesinde askerlik yapıyordum. Üstadın vefatını duyduk. Tabur komutanı binbaşı, eratı ve bütün subayları toplamış, Üstada verip veriştiriyor. O zaman Molla Mustafa Barzani şımardı, güya bize karşı ayaklanıyor. İkisini birlikte anıyor ki, bağ kuracak. Ben o sıralar dinlemek isteyene risalelerden okuyorum. Kitapları toplattı, tabur gazinosuna konuldu. Saadeti Ebediye okuyan bir çocuk vardı, o da sorgulandı, serbest bırakıldı. Sıra bana geldi. “Ben hafızım, işim bu. Bu eserlerde Kuran’ın, ilmin, mantığın dışında hiçbir şey göremiyorum dedim. Anlatmaya başladı, baktı beni ikna edemiyor, “peşine istihbaratçı takarım” dedi. “Neyi takarsan tak” dedim. Tabur komutanı bölük komutanına “bunun kitaplarını sakla” dedi. Ben çavuştum, tezkere gelene kadar sadece geceleri okumama izin verildi. Aldım kitapları, doğru memlekete geldim. Ondan beri elimizden geldiği kadar Risale-i Nur talebesiyiz, elimizden geldikçe hizmet ediyoruz. Risale-i Nurdan anlayarak iki sayfa okuyan bir daha bırakamaz.

60’dan sonra memlekete gelip, 10 sene Kuran kursunda hocalık yaptım, dershane açana kadar neler çektik. Daha sonra Kapıcı Camiine imam olup, buradan emekli oldum. Takibe de uğradık. “Kanuna nizama aykırı tavrımız yok, fakat bizdeki bir kötü ahlakı düzeltirseniz size minnettar olurum dedim.

Meşhur Ağabeylerden;

Sungur Ağabeyle daima görüşürüz,

Hüsrev Ağabey Isparta’da ağırladı.

Şimdi televizyonda Risale-i Nur okuyup, anlatıyorum.

Hocam siz bir hafızı kurra olarak Risalelerden kıraat ilmine dair bir teşvik gördünüz mü?

-Tabii. Çünkü Üstad Kuranı korumayı, dini korumayı vazife edinmiş. Alimlerimizin kimisi fıkha, kimisi hadise, kimisi tefsire, kimi de kıraata önem vermişler. Üstad bu asırda lazım olan bütün ilimleri kapsayacak bir surette ele almış.

İstanbul’un meşhur kurraları kimlerdi?

İstanbul’un meşhur kıraat âlimlerinden İstanbul şivesini(okunuş) temsil eden, talimleri çok iyi hocalarımız şunlar idi;

Abdurrahman Gürses Hoca: Çok celadetli bir adamdı, çok iyi okurdu. Hafızlar yetiştirdi. Fakat Üsküdarlı Ali Efendi’nin daha fazla cepheleri vardı. Abdurrahman Efendi’nin daha fazla bilinmesinin sebebi çok talebe okutmasıdır. Allah rahmet etsin, ondan da bir sene okudum

Hasan Akkuş

Kesikbacak İsmail Efendi: Okumak nasib olmadı, amma talebesinden biraz okudum. Diyanetten tasdik falan aldı.

Kayseri’de Mahmut Efendi’yi duyardık.

Trabzon’da Ali Haydar Efendi, Kara Davut filan meşhur zaten.

İstanbul ulemasıyla muarefemiz olamadı. Ömer Nasuhi Bilmen’in elini öptüm.

Hocam, Kur’an Mekke-Medine’de indi, İstanbul’da yazıldı, Mısırda okundu denir. Nedir Mısır okuyuşunu bizimkinden ayıran?

Her milletin itibar ettiği bir makam vardır. Esasında fark yoktur. Mesele çoğunlukla ince-kalın okumadadır. Onlarda da bizdeki gibi mühim kıraat âlimleri var.

Hocam yıllarca Diyanette vazifeliydiniz, ilk zamanlarındaki Risalelere karşı menfi düşünceler müessesede ne derece değişti?

Evet, çok değişiklikler oldu, fakat eskiden yetişen çarpıklıklar var. Husumet besleyenler rezil oldular. Fakat sonuna gelindi. Kur’an layık olduğu mevkie erişecek, bu da evvela buradan başlayacak.

Hocam, Allah razı olsun.

Sizlerden de razı olsun, Mevla’m hizmetinden ayırmasın.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mustafa ULU, 2011-04-18 22:32:20

Bir tevafuk eseri bu mülakatı okuma imkanı buldum.İlk okuduğum roman (orta1.sınıf) Minyeli Abdullah'tır.Yine kaderin bir cilvesi, başrol oyuncusu B.Şimşek'le 1999'da ben okul müdürü iken bilvesile okuluma yolu düşmüştü, tanıştım;münazaralarda bulunduk.2003 Haziran'ında yolum Meclis'e düştü.Orada yine karşılaştık.Bakaniık müşavirlerinden Abdurrahman Beye:"Yanımda eğitim delisi bir müdür var.Saçının telinden ayağının tırnağına kadar kefilim ona.Üstelik reyini bize değil,size vermiştir.Bu hocayı bir dinleyin" şeklinde bir itirafta bulunmuştu. Doğru söylüyordu. Lakin bu hoca,kurduğu And.Lisesinin md.ü iken, 2010 rotasyonu ile evinden 50km öteye bir perişan İÖO.na gönderildi.Haftada bir evine gider.Bu şekil bir muameleye maruz kalanların çoğu eski görev yerlerine yargı yoluyla döndü.Bu hoca, mahkemeye başvurmayı dahi zül telakki etti.İkamet muhitine görevlendirme tlap etti.Sebebi mechul, yine olmadı.Var bunda da bir hikmet diyerek sabır ilacını içmeyi tercih etti. Vaktiyle, Üstad'ın eserlerini okuyup bulundurmaktan 1980 ihtilalinde hakkında takibat yapıldı ve fişlendi. Memuriyete başlarken bile önüne bir dikenli yol konuldu.Ne garip bir tecelli ki, Üstad'ın eserlerini okuyanların hepsi bir macera yaşamış ve yaşamaktadır.Lakin onun çektiği kadar değil... İmtihan da imtihan! Yıllar sonra ana kaynak kollara ayrıldı;herkes re'yiyle amel etmeye başladı.Kendince de müntesip buldu.Ama hiç birisi Üstad'ın meramını tefsirleriyle işaret ettiği şekliyle anlayamadı... Kainatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen Kuran'ı Azimüşşan'ın daire-i kudsiyesine gir.... nerede? Şimdilerde zengin ve hizmet denen cemaat içinde yer alan müslümanlar daha çok seviliyor...Bu da bir kırılma noktası.. Bu da bir moda oluverdi... Elfakru fahrii(fakirliğim övünç kaynağımdır) diyen ol Rasul-i Kibriya'yı anlayan ve onun gibi yaşayan Üstad nerde, yeni nesil nerde...? Eskilerden ehl-i kemal kalanlardan biri de sensin İhsan amca. Allah sana sıhhat ve imkan bahşetsin ki, Nurlarla etrafına feyiz dağıtasın. Ahi Evran ve Aşıkpaşazade diyarı Kırşehir'de Ortaokulu yanınızda kalarak okudum. Ama, Üstad'la görüştüğünüzü bu mülakat sayesinde öğrendim,36 yıl sonra. Madem ki o gün sigara sayesinde bir mahrumiyet yaşadın, madem ki, merhum Ömer Nasuhi Hoca'nın da elini öptün, bir hikaye de ben arz edeyim: Diyanet İşleri Reisi Ömer Nasuhi Bilmen bir gün Erzurum'a gelir. Okuduğu medresenin halini görmek üzere tek başına eski günlerin hissyatıyla medreseye gelir. Naim Hoca da talebelerine Kur'an, dua öğretir. Bir ara canı sigara ister. Çocuklara: "Hade size mola-teneffüs" der ve sigarasını sarıp düttürür. Tam o esnada da Ömer Nasuhi gelir, selam verir. Naim hoca "aleyküm selam babam, hoşgeldin, kimlerdensen?" diyerek doğrulur. O da "Ömer Nasuhi" der.Naim hoca acaba?!!! diye endişelenir ve "babam bunun Bülmen'i de var mı" deyince, Ömer Nasuhi Bilmen de "eh, vardır" deyince, Naim Hoca sigarayı fırlatır ve " o halde buyurun cenaze namazına" diyerek hazır ol'a geçer. Galiba, Dünyanın ve memleketin ahvali de Kıyamet'e doğru ,Üstad'dan sonra biraz Naim Hocalaştı demek geliyor içimden... Bu vesileyle Üstad'a ve ona yetişenlere rahmet, kalanlara sıhhat ve selametler dilerim. Şu sağ köşedeki Kur'an hizmetkarlarına baktıkça, yeni neslin bir arpa boyu yol almadığına; suni ve ihlassız, gösteriş ve moda işler peşinde hizmet adamı olduklarına inandıklarını maattessüf çok kere müşahede etmekteyim.Başta kendi nefsim olmak üzere, hala nefsülemmare ile nefsüllevvame arasında koşuşturduğumuzu, nefsülmülhime ile nefsülmatmainnenin çok ıraklarda kaldığını itiraf etmek durumundayız. Gerçek hizmet erbabına selam olsun! Cenab-ı Erhamerrahimin ümmet-i Muammed(SAV)e merhamet etsin! Baki selam ve saygı ile... (Münasip kabul edilen cümlelerin yayınlanmasını rica ederim)

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Ramazan Albayrak, 2010-03-25 08:12:51

Cenabı mevlam emeği geçenlerden razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.

Fussilet, 46

GÜNÜN HADİSİ

Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.

Müslim, 2318

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI