Cevaplar.Org

HADİSLERDE KAZA VE KADER

Hadîslerde Kaza ve Kader: Her şey, önceden takdir edilmiştir: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, kaza ve kaderle ilgili birçok beyanlarda bulunmuştur. Olacak şeylerin çok önceden tespit edildiğini, İbni Ömer (Radıyalla


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-12-14 00:29:46

Hadîslerde Kaza ve Kader:

Her şey, önceden takdir edilmiştir: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, kaza ve kaderle ilgili birçok beyanlarda bulunmuştur.

Olacak şeylerin çok önceden tespit edildiğini, İbni Ömer (Radıyallahu anh)’dan rivayet edilen:

“Allah-ü Teâlâ, olacak şeyleri, gökleri ve yeri yaratmadan 50 bin sene önce takdir buyurmuştur.” (41) Hadis-i Şerîf’i beyan etmektedir. Hadis (Hasen-Sahih)’dir.

Allah’ın kaza ve kaderinin dışında kalan hiçbir şey yoktur. En küçüğünden, en büyüğüne; maddî olanından, mânevî olanına; ferde ait olanından, topluma ait olanına kadar her şey Allah’ın iradesine ve dilemesine bağlı olarak var olmaktadır. Şu Hadis-i Şerif, bu ciheti aydınlatır. İbni Ömer (Radıyallahu anh)’dan:

“Ahmaklık ve akıllılığa varıncaya kadar her şey, Allah’ın kaza ve kaderiyledir.” (42)Hadis’i Buhârî, Müslüm ve Malik rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallahu anh)’dan; şöyle demiştir:

“Müşrikler Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile kader hususunda mücadele etmek (kader diye bir şey yoktur, her şey yeniden, plansız ve programsız var olur. Allah, meydana gelmeden eşyayı bilip, takdir edemez, iddiasında bulunacak) üzere geldiklerinde:

“O gün yüzleri üstü ateşe sürüklenecekler; (ve onlara, tadın Cehennem’in dokunmasını) denilecek. Gerçekten, biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.” âyeti nâzil oldu. (43)

Bütün kalpler çölde rüzgârın tesiriyle alt-üst olan kuş tüyleri gibi, Allah’ın kudret edindedir. Onları istediği gibi, çeker-çevirir.”

Hz. Enes (Radıyallahu anh) diyor ki:

“Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Ey kalpleri çeviren, döndüren Allah’ım! Kalbimi dininde sabit kıl!” duasını çok söylüyordu. Ben dedim ki: Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana ve getirdiğin şeylere iman ettik. Hâlâ bizim hakkımızda endişe mi ediyorsunuz? Buyurdular ki:

“Evet! Kalpler Allah’ın parmaklarından iki parmak arasındadır. (Yâni; her şey Allah’ın kudretinin ve dilemesinin altındadır.) Nasıl dilerse, onları öyle çevirir.” (44) Tirmizî bu hadîse essah’tır, demiştir.

Takdir Edilen Şey Mutlak Surette Meydana Gelir:

Allah’ın takdir ettiği şeyler kesin şekilde meydana gelir. Bunu hiçbir kuvvet engelleyemez:

“Bir kimse için ne takdir olunmuş ise, o mutlaka olacaktır.” buyurulmuştur. Hadisi Cabir (Radıyallahu anh) rivayet etmiştir (45).

Bir çocuğun dünyaya gelmesi takdir edilmiş ise, o mutlaka gelecektir. Çeşitli vasıtalarla onun gelmesine engel olmaya çalışmak boş bir gayrettir. İşte bu Hadis-i Şerif, bundan önceki hadisi de teyid ederek, bu noktaya işaret etmektedir:

“Allah bir canlıyı yaratmayı takdir etmiş ise, o mutlaka meydana gelecektir.”

Hadisi, Cabir (Radıyallahu anh) rivayet etmiştir (46).

Bir insanın ölümü nerede ve nasıl takdir edilmiş ise, öylece meydana gelir:

“Allah bir kimsenin, bir yerde ölümünü hükmederse, orada ona bir ihtiyaç yaratır.” (47) Hadisi bunu açıklamaktadır.

Cenab-ı Hak, insanın dünyadaki bütün işlerini takdir edip, yazdığı gibi, cennete veya cehenneme gireceğini de takdir ve tayin etmiştir. Bu da yukarıda açıkladığımız şekilde insanın iradesiyle yaptığı işler, Cenab-ı Hakk’ın ezelî ilmiyle bilip, takdir etmesiyle olur. Fakat insan, kaderinin nasıl olduğunu ve kendisi hakkındaki ilâhî tespitinin ne tarzda olduğunu bilemez. Bunun için o, raydan çıkmamaya, adımlarını ayarlı atmaya ve hayatının sonuna kadar Allah’ın emirleri dairesinde hareket etmeye çalışacaktır. Çünkü bir Hadis-i Şerif’te:

“Sizden hiç biriniz yoktur ki: Cehennemde veya Cennette oturacağı yeri yazılmamış olsun. Dediler ki: Kendimizi bırakalım mı ey Allah’ın Resûlü! Hayır, işinize devam edin. Çünkü varlıkların hepsi yaratıldıkları yola sevk olunmuşlardır.” (48) buyrulmuştur. Hadisi, Hz. Ali (Radıyallahu anh) rivayet etmiştir. Tirmizî hadise (hasen-sahih) demiştir.

İmran bin Husayn (Radıyallahu anh)’dan rivayete göre şöyle demiştir:

“Bir kere Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir kimse (İmran’ın kendisi) :

-Ya Resûlallah! Ehl-i cehennemliklerden (Allah’ın kaza ve kaderiyle) bilinir (ayırt edilir) mi? diye sordu.

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Evet, ayırt edilir” buyurdu.

İmran (Radıyallahu anh):

-Öyle ise (Cennetlik, Cehennemlik ezelden belli olunca) hayır işleyenler, ibâdet edenler niçin işlemeli? dedi.

Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Herkes niçin yaratıldı ise, onu işler, kendisi için (ezelde) ne müyesser (ve mukadder) kılındı ise, onu yapar.” buyurdu.

Cennetlik veya cehennemlik olmaları ilâhî kaderin bir neticesi olan insanlardan, cennetlik olanlar yaratılış hikmetine (ki, Allah’ı bilmek ve ona ihlâs ile kulluk yapmaktır) uygun hareket ederek, kulluk vazifelerini hayatlarının sonuna kadar devam ettiren ve dalâlete düşmeyen kimselerdir. Kötü olan kimsenin cehennemlik olduğuna alâmet ise, hayatının sonuna kadar sapıklığa düşmüş olmasıdır. İşte o da bu sapıklığı ile cehenneme erişmiş olur.

İslâmî Kader İnancında Cebrilik Yoktur:

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kader üzerinde uzun uzadıya durmaktan men’ ettikleri halde, Müslümanlar bu hikmet dolu emri gereği gibi yerine getiremediler. Meselenin derinliklerine inmeye çalıştılar. Bu yüzden aralarında birtakım ayrılıklar ortaya çıktı. Birçok kimseler doğru yoldan saptılar. Fakat Ehl-i Sünnet âlimlerinin uzun ve yorucu mücadeleleri sonunda Müslümanların çoğunluğu, kitap ve sünnetin ruhuna en uygun olan orta bir yol tutmayı başardılar.

Kader üzerinde yapılan fikir münakaşaları sonunda, bu konuda üç mezhep ortaya çıktı:

Ehl-i Sünnet,

Kaderiye (Sonraları Mu’tezile veya İ’tizal mezhebi adını almıştır.),

Cebriye.

Kader konusunda ehl-i sünnetin itikadını yukarıda özet olarak gördük. Burada bir cümleyle tekrar edelim: İnsanların iradeli-iradesiz bütün işlerini yaratan Allah’tır. İman ve küfür de Allah’ın iradesiyle meydana gelir. Fakat Allah’ın iradesi insanın cüz’i iradesine bağlı olduğundan, bu hususta cebir gerekmez. Kaderiye, Cenab-ı Hakk’ı, şerri yaratmaktan tenzih için insanlara bir çeşit yaratıcılık vermişler; Allah’ı tenzih edeyim derken, şirke doğru yol almışlardır.

Cebriye: İkinci Mervan’ın hocalarından Ca’d b. Dirhem’in kurduğu ve Cehm b. Safvan’ın geliştirdiği bu mezhebin doğmasına, kader ve Allah’ın sıfatları hakkındaki münakaşalar sebep olmuştur. Bunlar Cenab-ı Hakk’ı âcizlikten uzak tutalım derken, ona bir çeşit zulüm isnadında bulunurlar.

Bunlara göre: “Kulların bütün işlerini Allah yaratır. Kulun hiçbir işinde kendi irade ve ihtiyarı yoktur. İnsanların hareketleri cansız varlıkların hareketlerinden farksızdır. İnsan kaderin önünde, rüzgârın önündeki yaprak gibidir. İnsanlar hür görünseler bile, aslında bir sinema perdesinde, bir makine tarafından oynatılan şekiller gibidir. Kulların irade ile iş görmeleri, onların yaratıcı olmaları demektir. Hâlbuki yaratıcı ancak Allah’tır.

Sonra Allah’ın ezelî ilmini kulların işleriyle, bunlar daha olmadan önce ilgisi vardır. Demek ki, insanların bunları yapmasında bir mecburiyet vardır. Aksini düşünmek Allah’ın ezelî ilminde bir değişiklik olacağını kabul etmek manasına gelir ki, hiçbir mü’min bunu söyleyemez.”

Bu görüşlerin tenkidi: İnsanlar birçok işlerinde iradelerini kullanıp dururlarken, bu nasıl inkâr edilebilir? Yürüyen bir insan ile titreyen bir insanın hareketleri arasında acaba hiç fark yok mudur? Sonra insanın ihtiyara sahip olması, neden yaratıcı olasını gerektirsin? Yaratıcı ancak Allah’tır. Hayır veya şerrin meydana gelmesine – iradesiyle – sebep olan kuldur. Kul, kendisine verilen kuvveti, arzu ettiği bir şeyin meydana gelmesi için sarfeder. Allah da, kulun arzu ettiği şekilde o şeyi yaratır.

Allah’ın ezelî ilmi, insanın irade ve ihtiyar sahibi olmasına bir engel değildir. Çünkü; ilim malûma (hâdiselere, olaylara) tâbidir. Yâni; Allah olacak şeyleri, olacağından dolayı bilir. Yoksa bildiği için o şeyler var olmaz. Mesela; bir astronom şu gün, şu saat ve şu dakikada güneş tutulacaktır, diye bize şimdiden haber verir. Fakat bu adamın bunu bilmesinden dolayı güneş tutulmaz. Güneşin o saat ve dakikada tutulması, onun bunu bilmesine sebep olmuştur.

Cenab-ı Hakk’ın ilim ve iradesi, bizzat kendi işlerine de bağlı bulunmaktadır. Allah yaptığı şeyleri iradesiyle yapar. Eğer böyle olmasaydı, Cenab-ı Hak istediğini yapmakta serbest olamazdı. Hâlbuki Cebriye mezhebinde bulunanlar bile, böyle bir iddia ileri sürmüyorlar.

Eğer insanlarda cüz’i irade bulunmasaydı, yaptıkları işlerinden sorumlu olmamaları gerekirdi. Hâlbuki:

“Onların işlediklerine mükâfat olmak üzere.” (50) âyeti insanların yaptıklarından sorumlu olduklarını açıkça göstermektedir:

“Ancak sana ibâdet ederiz.” (51) âyeti, ibâdet, kulların kendi istek ve iradeleriyle olduğuna bir delildir. Gerçi Kur’an-ı Kerim’de bazı âyetler, insanların mutlak manda bir iradesi ve kudreti olmadığına, kâinatta Allah’ın ezelî iradesinin ve kudretinin her şeyin üstünde olduğunu bildirmektedir. Fakat bunlardan hiçbiri insanların cüz’i iradeye ve sınırlı bir kuvvete sahip olmadıklarını ifade etmez. Bu âyetler insanların ne kadar aciz olduklarını göstererek onlara gurur ve kibire düşmekten korumak manasını ifade eder. Zaten cebre inananlar çok zayıf delillere inandıkları için varlıklarını koruyamamışlar ve Hicretin 4. asrı başlarında eriyip gitmişlerdir.

Dipnotlar

41-Tirmizi, C. 8, S. 321; Tac, C. 1, S. 38. Tac’da hadisin Müslim’de de bulunduğu kaydedilmiştir. (Hasen-Sahih) tâbirine gelince: Muhaddis Tirmizî, meşhur hadis mecmuasında birçok hadisler hakkında (Hasen-Sahih) ifadesini birlikte kullanmıştır. Bundan ne kasdettiğini kendisi açıklamadığı için, sonradan çeşitli izah tarzları ileri sürülmüştür. Bunların içinde en toplu olanı İbn-i Hacer’inkidir. Der ki: Eğer aynı metnin çeşitli senetleri varsa, bu ifade bazılarının sahih, bazılarının da hasen senetle gelmiş olduğunu gösterir. Bu takdirde senetler birbirini takviye etmiş olacağından (Hasen-Sahih) vasfını taşıyan hadis, sahih vasfını taşıyandan daha kuvvetli sayılır. Eğer senedi tek ise, bu hadisi değerlendirme konusunda muhaddislerin ihtilaf ettikleri, kiminin “Sahih”, kiminin de “Hasen” dediği, Tirmizî’nin ise, bunlardan birini tercih edemeyip, görüşlere işaret ettiğini gösterir. (Hadis Usûlü, Hayreddin Karaman, S. 87. Tedrib, S. 104’ten naklen).

42-Tacc, Şeyh Mansur Ali Nasıf, C. 1, S. 38.

43-Aynı eser, C. 1, S. 38.

44-Tirmizî, C. 8, S. 307.

45-İbni Mace, C. 1, S. 10.

46-Cami’us-Sagir Şerhi Münavi, Hadis No. 1959 (Büyük muhaddis Hakîm bu hadise sahih demiştir.)

47-Tirmizî bu hadisi Matar b. Ukâmis (R.A)’dan (ki peygamberimizden rivayet ettiği tek hadis budur) ve Ebû Azze (R.A)’dan ayrı ayrı tariklerle rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir. Tirmizî, C. 8, S. 314, Tacc, C. 1, S. 39.

48-Tirmizî, C. 8, S. 300; İbn-i Mace, C. 1, S. 9.

49-Tecrid-i Sarih Tercemesi, Hadis No. 2062.

50-Secde: 17.

51-Fatiha: 5.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

BEN DENİZ, 2012-10-01 08:58:50

ÇOK GÜZEL BENCE HERHEZİN OKUMASI LAZIM

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.

Zümer,27

GÜNÜN HADİSİ

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu te'yid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar

Ebu Davud, Melahim 17, (4345)

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI