Cevaplar.Org

Hz. MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bütün insanlara ve cinlere gönderilmiş bir peygamberdir. Kendi peygamberliğini bütün dünyaya ilân etmiş ve hak peygamber olduğunu ispat için de birçok mucizeler göstermiştir


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-11-01 03:15:52

Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bütün insanlara ve cinlere gönderilmiş bir peygamberdir. Kendi peygamberliğini bütün dünyaya ilân etmiş ve hak peygamber olduğunu ispat için de birçok mucizeler göstermiştir.

 

Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in peygamberlik davasında bulunduğu tevatür yolu ile sabit olduğu gibi, gösterdiği mucizelerle de kesin olarak belli olmuştur. Gösterdiği pek çok mucizeleri ve son derece yüksek ahlakını siyer kitaplarına bırakarak diyoruz ki, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bütün peygamberlerin en faziletlisidir. Çünkü:

 

1- Peygamberimiz hakkında:
"Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (10) buyurulmuştur.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir zat, hiç şüphesiz âlemlerden üstündür. Çünkü diğer peygamberler de, bu âlem tâbirinin içine girmektedir.

 

2- İslâm şeriatı, diğer şeriatlardan üstündür. Çünkü ötekilerde bulunmayan birçok hükümleri ihtiva eder. İslâm'ın hükümleri geçici değil, kıyamete kadar insanlığın tek kurtuluş rehberi olarak devam edecektir. Böyle bir dine sahip olan bir peygamberin, diğer peygamberlerden efdal olduğu muhakkaktır.

 

3- Peygamber Efendimizin mucizelerinin en muazzam olan Kur'an-ı Kerim, Kıyamete kadar bâkidir. Öteki Peygamberlerin mucizeleri ise, kendi zamanlarında son bulmuştur. Mucizenin devamı ve ebedî olması ise, peygamberin efdal olduğuna bir delildir.

 

4- Bütün peygamberler yalnız bir kavme, bir ırka gönderilmiştir. Hâlbuki Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bütün kavimlere, bütün milletlere peygamber olarak gönderilmiştir. Peygamberlik vazifesini yaparken pek çok sıkıntı ile karşılaşmıştır. Bu da onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu gösteren bir başka delildir.

 

5- Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ümmeti de, en fazîletli bir ümmettir. Bunu:
"Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ümmeti, siz beşeriyet için meydana çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz." (11) âyeti ile Kur'an-ı Kerim haber veriyor. Ümmetin efdal olması, tâbi oldukları peygamberin üstün olduğuna delâlet eder.

 

6- Bütün varlık âleminin özü olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), yalnız bir kavme veya birkaç millete değil, bütün dünyaya gönderilmiştir. Nail olduğu ilim ve hikmet de, o derece geniştir. Öyleyse Peygamberimiz ile yalnız bir kavme, bir memlekete gönderilen diğer peygamberlerin sahip oldukları ilâhî marifet ve şer'i hakikatler eşit olamayacağından, fazîlet itibariyle de dereceleri eşit olamaz.

 

Cenab-ı Hak, Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e hitaben:
"Ey Resûlüm! Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve azabı haber verici olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar." (12) buyuruyor.
Cenab-ı Hak, başka bir âyette bu gerçeği bütün insanlara açıklamasını, peygamberi Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e emir buyurmaktadır:
"Resûlüm, de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen Allah'ın peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu onundur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldürür ve diriltir." (13)

 

Enbiya Sûresi'nin 107. âyeti de bu hakikati şöyle ilân eder:

 

"Biz seni başka değil, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."

 

Bütün peygamberler ma'sum (günahsız)'dır. Vahiy ve ilhama mazhar olmuşlardır. Kendilerine verilen peygamberlik vazifesini yerine getirmek için bütün güçleriyle çalışmışlarıdır. Bu noktalardan aralarında fark yoktur. Biz hepsinin peygamberliğine inanırız, diğer bir kısım milletler peygamberlerin bir kısmını inkâr eder, diğer bir kısmına birtakım günahlar isnat veya bunun tam tersine, içlerinden bazılarının ulûhiyet derecesine yükseldiklerini iddia ederler. Böyle inançlardan Allah'a sığınırız.

 

"Peygamberlerden hiç birinin arasını ayırd etmeyiz." (14) âyeti Müslümanların bu husustaki inançlarını ifade eder.

 

Böyle olmakla beraber peygamberlerin bir kısmı tek başına bir şeriata sahip olmuş, hususî tecellilere mazhar bulunmuş, büyük mucizeler göstermeye muvaffak olmuşlardır. Bu noktaları göz önüne aldığımız zaman, peygamberlerin arasında üstünlük bakımından fark olduğu ortaya çıkar:

 

"Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık." (15) âyeti bu gerçeği gösterir.

 

Peygamberimizin öteki peygamberlerden daha üstün ve daha şerefli olduğu hakkında icma' vardır. Ancak peygamberler arasındaki bu üstünlüğü bütün detaylarıyla bilmemize imkân yoktur. İslâm âlimlerinden bir kısmına göre Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den sonra, sırası ile şu peygamberler üstündür. Hz. İbrahim, Hz. Mûsa, Hz. Nûh (Aleyhisselam)'dır. Bu beş peygambere (Ülü-el-Azm peygamberler) denir.

 

Hz. MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) HATEM-UL ENBÄ°YA (SON PEYGAMBER)'DÄ°R:

 

Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberler zincirinin son halkasıdır. Artık başka bir peygamber gönderilmesi ihtimali kalmamıştır:

 

"Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) erkeklerden hiç birinizin babası değildir. Fakat o, Allah'ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (16) âyetiyle:

 

"Benden sonra peygamber yoktur." (Buhârî) hadisi bu hakikati ilân ediyor.

 

Bu âyet peygamberlik çağının sona erdiğini bildiriyor. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den sonra peygamber gelmiyecektir. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den önce geçen binlerce yıllık çağlarda birbiri ardı-sıra yüzlerce peygamber gelip geçmiştir. Bu peygamberlerin kitaplarında kendilerinden sonra peygamber geleceği haber verilmekteydi. Her peygamber kendisinden sonra bir peygamber gönderileceğini müjdelerdi. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise, bu gelen prensipten ayrıldı. Kendisinin son peygamber olduğunu ve peygamberler devrinin sona erdiğini, eskidenberi gelen peygamberlerin getirdikleri İslâm dininin artık kemâl bulduğunu haber verdi:

 

"Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak İslâm'ı seçtim." (17)

 

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in son peygamber olduğunu bildirine âyet nâzil olalı 14 asır oluyor. Geçen bu uzun müddet içinde birçok peygamberler gelebilirdi, fakat gelmedi. Böylece Kur'an-ı Kerim'in bu âyeti de bir mucize olarak kaldı. Peygamberlik iddiasına kalkışan Müseyleme ve benzerleri birer maskara olmaktan öteye geçemediler.

 

"Diğer din erbabından bazıları hâlâ mukaddes kitaplarda müjdesi verilen o peygamberi bekliyor. Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in o beklenen son peygamber olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Geçen bu uzun asırlar onların bu ümitlerinin boşa çıktığını ispat etmez mi? Eğer geçen peygamberlerin müjdeledikleri o son peygamber Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) değilse, bunca asırlar geçtiği halde, neden gelmiyor? Daha ne bekliyor? Bütün bunlar o umutların boş olduğunu, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in son peygamber olduğuna inanmanın en doğru hareket olacağını göstermektedir. Şüphesiz ki, böyle asırların gerçek olduğunu gösterdiği bir hükmü, bir insan veremez. Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in son peygamber olduğunu açıklayan Cenab-ı Hak'tır. Ve bu da Kur'an'ın mucizelerinden biri olup, Allah tarafından vahyedildiğini göstermektedir."

 

Batıdaki felsefe ve fikir adamlarından bir kısmı da, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hayatını ve getirdiği dinin esaslarını incelemiş ve onun son peygamber olduğu kanaatine varmışlardır. Bir örnek olmak üzere Prens Bismark'ın şu sözlerini buraya alalım:

 

"Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim yâ Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o lâhûtîdir. Bu kitabın lâhûtî olduğunu (Allah'tan geldiğini) inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını (bâtıl olduğunu) ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için insanlık senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben huzur-u mehabetinde kemâl-i hürmetle eğilirim (18).

 

MEYDANA GETİRDİĞİ BÜYÜK İNKILÂP İTİBARİYLE PEYGAMBERİMİZ (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'İ, DİĞER PEYGAMBERLERDEN VE BÜYÜK İNSANLARDAN AYIRAN SIFATLAR DA, ONUN SON PEYGAMBER OLDUĞUNUN BİRER DELİLİDİR (19):

 

Yeryüzünde insanlık hayatının başladığı günden beri çeşitli zamanlarda ve ayrı yerlerde birçok peygamberler gelmiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Hatem'ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dir. Ve bütün peygamberlerin üstündeyüksek bir mevkii ve onu diğerlerinin sultanı kılan mühim sıfatları vardır. Bunlardan birkaçını sunmakla, peygamberimizin yüksek makamına bir derece işaret etmek istiyoruz:

 

Onun en açık ve belirli sıfatı:

 

Kâinatın yaratıcısı olan Allah'ın kendisine emanet ettiği peygamberlik vazifesini yerine getirmede gösterdiği büyük başarıdır ki, bu hususla onun bütün dost ve düşmanları ittifak halindedir. Bir İngiliz ansiklopedisinde bu gerçek şu sözlerle kabul ve itiraf edilmektedir. "Dünyaya gelen bütün dini şahsiyetler içinde en büyük başarıyı kazanan Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dir. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den başka hiçbir peygamber kavmini bu kadar koyu bir gafillik ve cahillik içinde bulunmamıştı. Araplar dinden, siyasetten ve sosyal hayat düsturlarından bütün bütün habersiz yaşıyorlardı. Ne iftihar edebilecekleri bir ilim ve san'atları, ne de dünyanın diğer milletleriyle ilgili vardı. Millî birlik diye bir şey bilmeyen Araplarda müstakil siyasî bir birlik kurabilen her kabile, diğerinin amansız düşmanıydı.

 

Musevilik ve Hıristiyanlık Arapları ıslah etmek ve doğru yola getirmek için bütün gayreti harcamış, fakat bir başarı elde edememişti. Pek zayıf bir hareket olarak ortaya çıkan Hanifîlik (İslamiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim (Aleyhisselam)'ın dininden kalan izleri takip edenlere verilen isimdir) ise, hiçbir te'sir gösterememişti. İşte Allah'ın Resûlü bu kadar koyu bir gaflet ve sapıklık fırtınaları içinde yaşamakta olan insanları ıslah etmek için gönderilmişti. O vazifesini hakkıyla yerine getirdi. Birkaç sene içinde dinî, ahlâkî ve sosyal buhranların hepsini ortadan kaldırmayı başarmış, Arabistan çöllerini âdeta gülistan haline getirmişti.

 

Putperestliğin ve hurafelerin en çirkin şekillerinin yerine en temiz Allah'ın birliği inancını getirmiş, kalplere yerleştirmişti. Çölün yarı vahşî insanları hak davası uğrunda öyle bir şevk ve aşk ile duygulanmaya başladılar ki, Allah'ın dinini dünyanın dört bucağına duyurmak için bütün varlıklarıyla çalıştılar. Zühd ve takva itibariyle en büyük zahidlerin (Dünya ile ilgisini kesmiş olanların) hepsinden daha üstün bir seviyeye yükseldikleri halde, dünyayı da ihmal etmediler. Günlük meşguliyetlerinin arasında "Haydin namaza!" sesini duydukları zaman, bütün işlerini hemen bıraktılar. Tevazu', sevgi ve korku içinde Allah'ın huzuruna duruyorlardı. Gecelerinin mühim bir kısmını ibâdetle geçiren bu zatlar dünyada yaşamakla beraber, ruh ve kalpleriyle bu dünyada da değildiler. Bunların Cenab-ı Hakka ibadetleri öyle canlı ve kuvvetli bir iman ile oluyordu ki, dünyaya olan arzuları bir tarafa atan zahidler bile böyle bir huzura çok az mazhar olabilirler.

 

Müslümanların mânevî alanda bu kadar ilerlemeleri dünyaca yükselmelerine engel olmadı. Onlar, cihanın en büyük fatihleri haline geldiler. Karşılarında dünyanın en büyük imparatorlukları buzlar gibi erimişti. Bunlar yalnız geniş toprakları fethetmekle kalmamışlar, sonraki nesillerin bütün ihmallerine rağmen 13 asır varlığını koruyabilen bir siyaset geliştirmişlerdir.

 

Sözün kısası, Müslümanlar Allah'ın en dürüst kulları oldukları gibi, dünyanın da en büyük fatihleriydiler. Bu iki istikâmetten kazandıkları başarılarla birlikte, o zamana kadar koyu bir karanlık içinde kalan ilim ve fenlerin de her dalına geliştirerek bütün dünyayı aydınlattılar. Hatta bir yönüyle Avrupa'daki Rönesans hareketinin de âmili (yapıcısı) oldular.

 

Esas insana hayret veren nokta, bütün bu meyvelerin 20 sene gibi, çok kısa bir zamanda elde edilmiş olmasıdır. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bildirdiği ve tebliğ ettiği şeyler pek şumûllü idi. İnsanın bütün kabiliyetini geliştirmeyi hedef alıyordu. İnsanlığın hiçbir ıztırabı yoktu ki, İslâm'ın esasları ona deva olmasın. Nasıl ki, en büyük tabip, tabiî ilimlerde en yüksek bir mütehassıs olduğunu iddia eden değil de, en amansız hastalıkları yenebilen insan demekse, en büyük müceddid de, büyük olduğunu söyleyen değil de, en büyük inkılâbı yapabilen insandır.

 

Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in makamını bütün mütefekkirlerin nazarında en yüksek dereceye çıkaran ölçü de budur.

 

Hatem'ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizi diğer peygamberlerden ayıran ikinci sıfat: Peygamberliğin umumî olması, yâni; bütün insanlığı içine almasıdır. Önceki peygamberlerden her biri yalnız bir kavmi ve yalnız bir memleketi aydınlatmak ve doğru yola götürmek için gönderilmişti. Bunlardan her birinin peygamberliğinin hedefi hiç şüphesiz insan ruhunu temizlemekti. Fakat peygamberliği

 

sınırlı bir dairede idi. Hâlbuki peygamberimizin muhatabı ise, bütün insanlardır. Kur'an-ı Kerim, buyuruyor ki:

 

"Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (20)

 

"Biz seni ancak bütün insanlara gönderdik." (21)

 

"Bütün âlemlere bir korkutucu olsun diye." (22)

 

"De ki: Ey insanlar! Gerçekten beni sizin hepinize gelen Allah'ın bir peygamberiyim." (23)

 

Bu âyetler Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bütün insanlığı yükseltmek için gönderildiğini bildiren âyetlerden birkaçıdır.

 

Zaman oldu ki, insanlık birbirinden tamamen ayrı olan parçalara bölündü, her millet kendi yurdunun sınırları içinde kapanmış, öteki milletlerden büsbütün ayrı yaşıyordu. Nakil vasıtaları da pek azdı. Bu hayat şartları altında, bir fikrin geniş bir alana yayılması beklenemez. Her millet için, kendi varlığı her şeydi. İlâhî hikmet, bu şekilde yaşayan kavimlerin her birine ihtiyaçlarına ve hayat şartlarına göre, bir peygamber gönderilmesini gerektirmiştir. Bu peygamberler bir milletin irşadından ibaret olan belirli vazifelerini yapmışlardır. Bu peygamberlerin taşıdıkları hidayet ışığı etrafı biraz aydınlatmış, sonra yavaş yavaş sönmeye yüz tutmuş ve nihayet sönmüştür. İşte o zaman başka bir peygambere ihtiyaç duyulmuş ve başka peygamberler gönderilmiştir. Fakat zaman zaman çeşitli milletlerin doğru yolu bulmaları için gönderilen bu peygamberlerin ümmetleri, Allah'ın diğerlerine olan ihsanlarından habersiz oldukları için, bu inayetin yalnız kendilerine mahsus ve onun indinde üstün bir mevkileri olduğunu sanarak tehlikeli fikirler ortaya atmışlar ve bununla birçok günahların işlenmesine vesile olmuşlardır.

 

Bu gibi ırk üstünlüğüne; coğrafî, sosyal ve diğer sun'i engelleri ortadan kaldırmak ve bütün insanlığı, bir bütün halinde birleştirmek için ilâhî hikmet bütün ırklara ve milletlere hitabeden son bir peygamberin gönderilmesini gerektirdi. Bu peygamberin ruhânî kudreti yer ve zaman sınırlarını aşacak ve bütün gelecek nesiller üzerinde tesirini göstermeye devam edecektir. Böylece millî peygamberler zinciri son bulunca, bütün cihanı ışıklandıracak manevî güneşin dünya ufuklarında doğma zamanı yaklaşmıştı. Bunun üzerine âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah'ın Resûlü gelmiş ve insanlığı cahillikler ve hurafeler zincirinden kurtarmıştır. Geçmiş peygamberler şu veya bu odayı ışıklandıran ilâhî bir kandile benziyorlardı. Yeryüzünde coğrafî ve millî alanlar ayrı ayrı olduğundan, birçok ışığa ihtiyaç vardır. Ne zaman ki, Bahta (=Mekke) ufkunda güneş doğdu, artık bu ışıklardan hiç birine ihtiyaç kalmadı. Bu güneş bütün dünyayı aydınlatmaya kâfidir. Ve dünya durdukça bu aydınlatma da devam edecektir.

 

Hayatın herhangi bir safhasında insanları gayrete sevk edecek belli bir hedef, belli bir gaye bulunmadıkça, hiçbir ilerleme umudu beklenemeyeceği herkesçe bilinen bir gerçektir. Önce peygamberlerden her birinin peygamberliğinin hedefi, kavmini doğru yola getirmektir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de bu peygamberler uyarak, sadece Arapların iyiliğini hedef seçmiş olsaydı, gönderilmesindeki hikmete uygun olmayan bir harekette bulunmuş olurdu. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bütün bu millî ve coğrafî taassubları kaldırarak bütün dünyaya hitap eden bir dinin temelini atacak çeşitli milliyetlerden meydan getirilmiş bir birlik ve kardeşlik kuracaktı. Geçen semavî dinler, fertlerden cemiyetler kurmak gibi, büyük hizmetler görmüşlerdi, fakat fıtrî din olan Müslümanlık, çeşitli milliyetlerden muazzam bir kardeşlik manzumesi meydana getirecekti. Bundan dolayıdır ki, önceki peygamberler şu veya bu birliği kurmaya çalıştıkları halde, Resûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin üzerine de bu birbirinden uzak insan topluluklarından düzenli bir kardeşlik kurmak vazifesi düşmüştü. O halde peygamberimizi öteki peygamberlerden ayıran üçüncü sıfat, önceki peygamberler millî birliği kurmak ve yükseltme sırlarını öğretmeye gayret gösterdikleri halde, onun bütün insanlığı birleştirmek, şu veya bu milletin yükselmesi değil, bütün insan ırklarının yükselme esaslarını öğretmesidir.

 

Bundan başka geçmiş peygamberlerden her birinin peygamberliği, insan ahlâkının hususî bir bölümünü ıslah etmeyi hedef almıştır. Böylece önceki peygamberlerden her biri insan ahlâkının bir örneğini teşkil eder. Fakat Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz insan yaratılışını bütünüyle geliştirmek, onun her melekesini (24) güzelleştirmek için gelmiştir. Peygamberimizin hayatında insan ahlâkının her yüzü mükemmel bir şekilde göründüğünden, peygamberimiz insanlık için en yüksek bir örnektir. Hz. Mûsa (Aleyhisselam)'dan itibaren pek çok peygamberler gelmiş, fakat bunların her biri ancak bir noktadan bir örnek teşkil etmiştir. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e gelince O, (Hz. Mûsa)'nın mertliğini, (Hz. Harun)'un kalp inceliğini, (Hz. Yuşa)'nın kahramanlığını, (Hz. Eyyûb)'un sabrını, (Hz. Davud)'un cesaretini, (Hz. Süleyman)'ın haşmetini, (Hz. Yahya)'nın sadeliğini, (Hz. İsa)'nın tevazuunu daha mükemmel bir şekilde kendisinde toplamıştır. İsrailoğulları peygamberler zincirinin birinci halkası olan Hz. Mûsa satvet (=sindirici kuvvet) ve şanın, bu zincirin son halkası olan Hz. İsa yumuşak huyluluğun ve alçakgönüllülüğün sembolü idiler. Fakat Resûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bütün bunları kendisinde toplamıştır. Böylece her hidayet kandili ancak bir doğrultuda ışık saçtığı halde, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz her doğrultuda yayılan ışıkların bir odak noktası olmuştur. Bu da peygamberimizi diğer peygamberlerden ayıran 4. bir sıfatıdır.

 

1. Sıfatı: Büyük adamlardan her birinin başarısı belirli bir alanda olduğu halde, Peygamber Efendimizin başarıları, insanlığın bütün hayatını kuşatmaktadır. Mesela; büyüklük geri kalmış bir milleti ileriye götürmek ve canlılık kazandırmak ise, Araplar kadar geri bir milleti yükselterek, onları bilgi ve medeniyetin bayraktarlığına kadar yükselten insandan daha fazla büyüklüğe kim lâyık olabilir? Büyüklük, bir milletin birbirinden çok uzak fertlerinden gayet düzenli ve âhenkli bir bütün meydana getirmek ise, Araplar gibi yüzyıllarca kan davaları yüzünden birbirinin boğazına sarılmış bir milleti birleştirerek tek varlık haline getirenden daha fazla kim buna hak kazanabilir? Araplar, Peygamberimizden önce çölün kumları gibi dağınıktılar. Peygamberimiz bunlardan öyle kuvvetli bir birlik meydana getirdi ki, en şiddetli sarsıntılar bile tesir etmemiştir.

 

Eğer büyüklük, İlâhî saltanatı yeryüzünde kurmak ise, bu alanda da hiç kimse Peygamberimizi geçemez. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Arabistan'dan puta tapıcılığı, Allah'a ortak koşmayı kökünden söküp atmış, bu memleketi Allah'ın nuru ile aydınlatmıştır.

 

Büyüklük yüksek ahlâkta ise, dost ve düşman herkesin (El-Emin) adı ile tanıdığı Peygamberimize bu vadide kim denk olabilir?

 

Büyüklük, memleketler almak ve fetihler yapmak ise, kimsesiz bir öksüzden muazzam bir fatih ve bir devlet başkanlığı mevkiine yükselen, büyük ve birleşik düşman taarruzlarına rağmen 14 asır varlığını koruyan mânevî bir devleti kuran Peygamberimizin tarihte bir benzeri daha gösterilmez.

 

Büyüklüğün ölçüsü bir liderin sahip olduğu canlı ve sürükleyici kudret ise, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek adı dünyanın dört bucağında yaşayan yüz milyonlarca ruh üzerinde çık çekici bir tesir göstermekte ve bir milyar insanı sınıf, renk ve iklim farkı gözetmeden en kuvvetli kardeşlik bağlarıyla bağlamaktadır.

 

Peygamberimizi diğer peygamberlerden ayıran 6. sıfatı, çevresini yetiştirdiği insan olmaması gerçeğinde gizlidir. Gerçekten her toplumda hâkim olan şey ise, o çevreye uygun bir kahramanın ortaya çıkmasına sebep olur. Mesela; tabiat ötesi meselelere karşı genel arzu duyulan bir çevrede, bir filozof ortaya çıkar. Şayet fetihlere karşı bir hırs duyuluyorsa, bir fatihin meydana çıkması muhakkaktır. Ahlâk ve terbiyeciler, şairler, san'atkârlar, kısacası her alanda görülen büyük adamlar kendilerine arzu duyulan toplumun havasından doğarlar. Bu gibi büyük adamlar devirlerine hâkim olan ruhun sembolüdürler. Fakat Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz topyekûn Arapların o zamanki haliyle taban tabana zıt bir dava için ortaya atılmıştır. Peygamberimiz o zamanki insanlar tarafından birer esas olarak kabul edilen şeylere mücadele ederek, peygamberliğini yerine getirmiştir. Arabistan'da puta tapıcılık ve Allah'a ortak koşma inancı hâkimdi. Hurafecilik aklı sarmış ve ışığını söndürmüştü. Bütün Araplar cahillik kefenini giymişlerdi. Böyle bir çevre Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in dimağı gibi, hikmet saçan bir dimağı doğurabilir mi? Bütün Arabistan'da fertler kendi kabilelerine isyan etmekle gurur duyarlar, bir merkeze bağlanmak fikrini nefretle karşılarlardı. Bu şartlar altında birlik esasına bütün kuvvetiyle sarılacak bir zatın ortaya çıkması olayların bilinen akışından beklenemez. İçki, kumar, fuhuş Arapların ortak eğlenceleriydi. Çocukları diri diri gömmek âdeti Araplar arasında yaygındı. Kadının ise eşyadan farkı yoktu. Bu gibi şartlar kendiliğinden bir ahlâk mürşidi ortaya çıkaramaz. Gerçek şudur ki, derinliklerin en karanlık yerinde saf bir cevher meydana getiren ilâhî kudret bu nûru da doğrudan doğruya yaratıp terbiye ederek, onun bütün dünyayı kaplayan koyu gericilik ve ahlâksızlık bulutlarını yarıp geçmesi, dünyanın her tarafını aydınlatmasını istemiş ve vücuda getirmiştir.

 

Peygamberimizi diğerlerinden ayıran, en son ve büyük sıfatı: Genel barışı sağlayacak esasları koymuş olmasıdır. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), yalnız bir ferdin diğer fert ile barış içinde nasıl yaşayacağını öğretmekle kalmamış, çeşitli ailelerin ve kabilelerin nasıl samimî bir anlayış ve barış içinde yaşayacağını da öğretmiş ve bu gayreti daha ileriye götürerek o zamana kadar dünyada hiçbir kimsenin el atmadığı bir işi, dünyanın çeşitli ve birbirlerinin düşmanı olan dinleri arasında barışın nasıl sağlanabileceğini göstermiştir. Herkes kabul ediyor ki, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) insanlığın övünç vesilesidir. Hâlbuki o kendisini diğer insanlardan farklı görmezdi:

 

"De ki, "Ben ancak sizin gibi bir insanım." der idi." (25)

 

Erkek, kadın, efendi, hizmetçi, hükümdar, millet; hepsinin karşılıklı hakları vardır. İnsanların barış içinde yaşama meselesi peygamberimizin hitabelerinde söyledikleri birtakım sözlerden ibaret değildi. Günlük hayatta uygulanan bir esastı. Farz namazları kılarken, bir zengin ile bir fakir (Rabbül Âlemin)'in huzurunda omuz omuza dururlar. Bir köle, en soylu bir insanın sahip olduğu medenî haklardan faydalanır. Peygamberimiz bu esası göstermek için azatlı kölesi olan Hz. Zeyd (Radıyallahu anh)'ı âmir tayin etmişti.

 

Kavim ve kabilelerin eşitliği meselesine gelince: Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz kabilelerle, kavimlerin birbirlerine karşı bir üstünlüğü olduğundan dolayı ayrılmadıklarını, bu ayrılığın tanışma vasıtası olduğunu bildirmiştir. Milliyetin bir büyüklük ölçüsü olmadığını öğretmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in buyurduğu gibi:

 

"Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır." (26)

 

Fakat Allah'ın Resûlü her şeyden fazla Müslümanların kendisine iman ettikleri gibi, diğer milletlere gönderilen peygamberlere de iman etmeleri esasını tebliğ etmekle, birbirlerine düşman kesilen dinler arasında dostluğu ve barışı sağlamıştır. Zaman zaman gönderilen bütün peygamberlerin peygamberliklerine inanmak, dünyadaki dinler arasında bir ortak noktayı sağlayacak yegâne esastır. Bundan başka Resûl-ü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) müşriklerin tapındığı bâtıl ilâhlara bile dil uzatılmamasını Kur'an diliyle tavsiye etmiştir:

 

"Müşriklerin Allah'tan başka taptıkları putlara sövmeyin ki, onlar cahillikleriyle haddi aşarak Allah'a sövmesinler." (27)

 

İşte Peygamberimiz bir taraftan Allah'ın birliğini ve büyüklüğünü, diğer taraftan insanlar arasında birlik ve beraberliği korumak için aziz ömrünü harcamıştır. Bütün bu sıfatlar Allah Resûlünün hem en üstün bir varlık olduğunu, hem de son peygamber olduğunu açıkça gösterir.

 

Peygamberlerin tebliÄŸ ettikleri dinlerde bir olan esaslar:

 

Bütün peygamberlerin Cenab-ı Hak'tan alarak tebliğ ettikleri din, haktır. Bu dinlerin hepsinde ortak olan ve değişmeyen esaslar vardır. Din denilince de başta bunların anlaşılması gerekir. Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerde değişmeyen bu esaslar şunlardır:

 

Allah'ın birliğine, Âhiret gününe, Allah'ın Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, hayır ve şerrin Allah'ın yaratmasıyla olduğuna iman etme. İbâdet ve Ahlâk.

 

İşte bütün peygamberler, iman ve i'tikadın temeli olan düsturları, bunlara dayanan ibâdetleri, iman ile hareketler arasındaki vicdanî münasebetleri ayarlayan ahlâk esaslarını ümmetlerine bildirmişlerdir. Dinlerde değişmeyen esaslar da bunlardır.

 

Fakat ibâdetlerin şekilleriyle, zaman ve mekâna göre değişebilen muameleler, bu esaslardan değildir. Farklı zamanlarda çeşitli kavim ve kabilelere gelmiş olan peygamberlerin tebliğ ettikleri işlere ve hareketlere ait hükümlerde az veya çok değişikliklerin olması gayet normaldir. Kur'an-ı Kerim bize her peygamberin yukarıdaki esasları tebliğ ettiğini bildirmektedir. İşte ancak bu esasları ihtiva eden din, hak dindir.

 

Dipnotlar:

 

1- Enbîya: 107.

 

2- Âl-i İmran: 110.

 

3- Sebe: 28.

 

4- A'raf: 158.

 

5- Bakara: 285.

 

6- Bakara: 253.

 

7- Ahzab: 40.
Ahzab Sûresi'nin 40. âyetinde geçen (hâtemen nebiyyin) ifadesindeki (hâtem) kelimesi Âsım kıratında (te)'nin üstünüyle, diğer kıraatlerde esresiyle okunmuştur. Buna göre (hâtim) sona erdiren yahut mühürleyen, (hâtem) de mühür demektir. Mühür, bir şeyin belgelendirilmesi ve doğruluğunun gösterilmesi için sona basılır. Hem son, hem de tasdik manasını ifade eder. İşte bu iki kıraet (hâtemen nebiyyin) sıfatının iki manasını ayrı ayrı hatırlatıyor. Yani; Allah'ın son resûlü Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), hem peygamberleri sona erdiren son bir peygamberdir. Hem de bütün peygamberleri tasdik eden ve onların peygamber olduğunu gösteren ilâhî bir mühürdür. Eğer o gelmeseydi, diğer peygamberler unutulup gidecek, onların geldiğini ve peygamberliklerinin hak olduğunu tarih yönünden isbat etmek mümkün olmayacaktı. Çünkü diğer peygamberlerin hayatları, tarihin sinesinde Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarihi gibi, açık ve kesin değildir. Öyle ki, bugün Kur'an-ı Hakîm olmasaydı, Hz. Mûsa ve Hz. İsa'nın bile varlıkları ciddî olarak isbat edilemezdi. Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in tarihte hayatının ve peygamberliğinin açık ve kesin olarak bilinmesinden dolayıdır ki, geçmişteki diğer peygamberlerin de peygamberliklerini tasdik eden bir belge elde edilmiş oluyor.
Aynı zamanda Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in başka peygamberlerin kendisi hakkında vermiş oldukları müjdelerini gerçekleştirmesi yönüyle de, onların peygamberliklerini mühürleyen ilâhî bir damgadır.
Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberliği ile insanlık, dinî bakımından tekâmül gayesine ermiştir. Ondan başka peygamber beklememeli, o nûru takip etmelidir.

 

8- Mâide: 3.

 

9- İşârat'ül-İ'caz: s. 183.

 

10- Bu kısım Mevlânâ M. Ali'nin "Peygamberimiz" adlı kitabından alınmıştır.

 

11- Enbiya: 107.

 

12- Sebe': 28.

 

13- Furkan: 1.

 

14- A'raf: 158.

 

15- Meleke: Tekrar tekrar yapılan bir iş ve tecrübeden sonra meydana gelen bilgi demektir.

 

16- Kefh: 110.

 

17- Hucurat: 13.

 

18- En'am: 108.

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Hala mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Maide, 74

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI