Cevaplar.Org

RUHUN VARLIĞINI VE BAKİ OLDUĞUNU GÖSTEREN DELİLLER

Ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü gösteren enfüsî ve âfâkî (Sübjektive ve objektive) deliller vardır. Enfüsî (Sübjektive) deliller: 1) İnsan yalnız maddî bir bedenden, şu gördüğümüz


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-05-08 01:35:04

Ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü gösteren enfüsî ve âfâkî (Sübjektive ve objektive) deliller vardır.

Enfüsî (Sübjektive) deliller:

1) İnsan yalnız maddî bir bedenden, şu gördüğümüz uzuvlardan, organlardan ibaret değildir. Herkes kendisine ve kendi hayatına dikkat etse bakî bir ruhun var olduğunu anlar. Çünkü bunlar her zaman değişikliğe uğramaktadır. Hatta fenlerin bildirdiğine göre insan vücudu çok kısa bir zaman içinde tamamen değişmekte ve tazelenmektedir. Evet “her bir ruh kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde açıkça görülüyor ki o ruh aynen kalmıştır.” Yani insanın kişiliği değişmiyor, bugün gördüğümüz bir insanın aslı ne ise otuz kırk sene sonra da yine odur.

Ben geçmişe doğru hangi seneyi göz önüne alsam (ben)den başka bir şey göremem. Yirmi sene önce tanıdığıma bir mektup yazarken düşünen (ben) yine (ben) olduğumda en küçük bir şüphe duymuyorum. Şu halde insanın gerçek varlığını meydana getiren bu maddî bedenden başka bir şeyin var olduğu ortaya çıkıyor ki o da (ruh) tur.

2) Ruhun varlığına hafıza (bellek)mız da şahittir. İnsan beyni daima değişiyor, tazeleniyor. Hâlbuki ezberlediklerimiz ve bilgilerimiz değişmiyor. Eğer ruh olmasaydı beynimizdeki bu değişmeler sonunda ezberlediklerimizi tutabilmemiz, bilgilerimizi devam ettirebilmemiz mümkün olamayacaktı.

3) Bizdeki ahlâkî mesuliyeti düşünmek bile mümkün olmayacaktı. Beden daima değiştiğinden, geçmişte cinayet işleyen bir adamın vücudu aradan seneler geçtikten sonra, tamamen değişmiş olacağı için onu sorumlu tutmak ve ceza vermek de adalete zıt olacaktı. Hâlbuki o cinâyeti işleyen kişi aynı şahıs kabul edilerek sonradan onun hakkında verilen cezanın adalete aykırı olduğunu hiç kimse iddia etmemiştir, edemez de... Bu durum değişmeyen bir ruhun varlığından kaynaklanmaktadır. İnsan bedeni devamlı olarak değişmekte ve onu meydana getiren hücrelerin bir kısmı gidip yerlerine başkaları gelmektedir, ama ruh daima aynı varlığını korumaktadır.

“Madem cesed gelip geçicidir. Ölüm ile ruhun tamamen çıplak kalması da ölümsüzlüğe te’sir etmez ve aslını bozmaz. Yalnız hayatı boyunca cesed elbisesini yavaş yavaş değiştirdiği halde ölüm gelince birdenbire soyunur.

Kolayca anlaşılan ve hatta görülen bir gerçektir ki cesed ruha bağlıdır; ruh cesede değil... Ruhun varlığı Allah’ın yarattığı başka bir varlığa dayanmadığı ve başkasının hükmü ve emri altında olmadığı için cesedin dağılması, toplanması ruhun müstakil (bağımsız) olan varlığına hiçbir zarar vermez. Cesed ruhun evi ve yuvasıdır. Elbisesi bile değil... Ruhun elbisesi yerine geçecek olan, bir dereceye kadar değişmeyen, incelik yönü ile ruha uygun lâtif ve ince bir kılıfı ve misalî bir bedeni vardır. İşte ruh ölüm ile büsbütün çıplak kalmıyor; yuvasından çıkıyor, misal âlemindeki bu bedenine giriyor.”

4) İnsandaki irade ve şuur kendisinin yalnız maddi bir bedenden ibaret olmadığını göstermektedir. Çünkü beden hareketsizdir. Yani bedenin kendi kendine hareket kaabiliyeti yoktur, duygu ve şuuru da yoktur. Halbuki insanda hareket vardır; kendisini ve diğer eşyayı anlıyacak bir şuura sahiptir. İşte bunlar bedenden başka bir ruhun varlığını gösteren belirtilerdir.

5) İnsan bedeni cansız varlıklar gibidir. Onun hareketlerini düzenleyen, manevi gelişmesini, aklî kuvvetlerinin çalışmasını sağlayan düzenleyici bir kuvvet vardır. Bu kuvvet ise hiç şüphesiz bedenden başkadır. Cansız varlıklar gibi olan bir beden ile böyle bir kuvvetin aynı şey olması mümkün değildir.

6) İnsanlarda bazı hareket ve davranışlar vardır ki bunlar beş duyunun dışında kalarak her zaman karşılaştığımız olaylardan ayrılmaktadır. Keşif (olacak bazı şeyleri, Cenab-ı Hakk’ın ilhamiyle, önceden anlama), ilham ve sünûhat (kalbe gelen manalar ve doğuşlar), hiss-i kable’l-vuku’ (ön sezgi), telepati (uzaktaki bir olayı meydana geldiği anda duymak ve bilmek), gelecekle ilgili olarak verilen haberler hep bu türlü şeylerdendir.

İnsanda ruhun varlığını kabul etmedikçe bunları açıklamaya imkan yoktur.

7) İnsanlar uyurken rü’ya görürler. Bunlar sonradan ya aynen görüldüğü gibi veya görülene uygun olarak meydana gelir. İşte bu durum da insanda bedenden başka bir kuvvetin varlığını göstermektedir.

8) Birçok canlılarla karşılaştırıldığı zaman görülür ki insanlar cisim olarak zayıftırlar. Bununla beraber yüksek zekâya, büyük kaabiliyetlere sahiptirler. Bu zamana kadar ortaya koydukları ilimler ve san’atlar onların bu üstün kaabiliyetlerini ispat etmektedir.

İşte bu durum kendilerine verilen manevî bir kuvvetten, ruh denilen lâtîfeden, ince ve hassas bir varlıktan kaynaklanmaktadır.

9) Sağlam ve sıhhatli bir insanı göz önüne alınız. Bir dakika önce canlı iken bir dakika sonra ölüyor. Şimdi bu bir dakika önceki insan ile bir dakika sonraki aynı insan arasında vücut ağırlığı, organlar, beden teşekkülü v.s. yönü ile ne fark vardır? Halbuki o insan bir dakika önce sağ iken bir dakika sonra ölmüştür.

Demek oluyor ki: İnsanda hayat kaynağı olan ve ruh denilen başka bir kuvvet, bir öz ve bir esas vardır ki onun gitmesiyle ölüm geliyor.

10) Bütün insanlar kendi vücutlarını meydana getiren organları esas varlıklarının dışında kabul ederler. Kendilerinin bir ruha sahip oldukları kanaatı onlarda doğuştan mevcuttur. Onların bu kanaatleri delil ve isbata ihtiyaç duymadan kabul edilecek cinstendir. İnsanın vicdanı bunun böyle olduğuna hüküm vermektedir.

Doğuştan gelen ve vicdanın var olduğuna hüküm verdiği bu kanaatin yanlış olduğunu kim isbat edebilir?!.. Bedenden ayrı bir ruhun varlığı hangi delile dayanılarak inkâr edilebilir?

Şimdi farzediniz ki, bir adam size konferans verecek. Bu maksatla ayağa kalkıyor, kürsüye geliyor, elleri ile bir kitap formasını tutuyor, ağzı ile de o formadaki yazıları size anlatıyor. Bunu yaparken ayni anda düşünüyor, her sözünü bir fikir süzgecinden geçirerek size aktarmaya çalışıyor. Demek ki bu adam kendi organlarını ve duygularını kullanıyor. Şu halde bu adam kullandığı organlarından ve duygularından başkadır. Çünkü bir âleti kullanan kimse ile âletin aynı şey olması mümkün değildir. Meselâ, bir sekreter kullandığı kâğıt, kalem ve daktilodan başkadır. Öyle ise âlet durumunda olan şu organları ve duyguları kullanan acaba kimdir? İşte bu aslında maddi olmayan, fakat madde ile ilgisi bulunan bir cevher, bir öz ve esas olan ve (ben) diye anlatmak istediğimiz ruhtan başka bir şey değildir.

Ruhun bedenden başka varlığı olduğunu: “Ey ıtmi’nana ermiş- imanda sebat gösterip Allah’ı anmakla huzur bulmuş- ruh, Rabbine dön!)” (Fecr / 27, 28) âyet-i kerimesi de açıkça göstermektedir. Çünkü “Rabbine dön.” sözüne muhatap olan (nefs-i mutmainne) hiç şüphesiz ölümle karşı karşıya kalan maddi bedenden başkadır.

ÂFÂKÎ (Objective) DELİLLER:

Ruhun mevcut ve bakî olduğu kâinatta ve insanın kendi dışındaki olaylara dayanılarak ta isbat edilebilir.Bu ispat tarzı, defalarca görülen ve meydana gelen çeşitli olaylar ve bu olayların biribirleri ile olan ilgileri göz önüne alınarak ve tecrübelere dayanılarak verilen bir hükümdür.

Öldükten sonra bir tek ruhun bakî olduğu anlaşılsa bu durum diğer ruhların da baki olmasını gerektirir. Çünkü bir mantık kaidesidir ki: (Bir şeyin kendisine ait bir özellik, bir tek fertte görülse o özelliğin onun diğer fertlerinde de bulunduğuna hüküm verilir.) Çünkü o, o cinse mahsus bir özelliktir. Böyle olduğu için de bütün fertlerinde bulunur. Halbuki ruhların bâkî olduğunu gösteren işaretler ve gözlemlere dayanan belirtiler -değil bir fert- o kadar çok ve o kadar kuvvetlidir ki bunların inkârı mümkün değildir. Nasıl ki görmediğimiz Amerika kıt’ası vardır; orada milyonlarca insan yaşamaktadır. O insanların varlığı hakkında bizim en küçük bir şüphemiz yoktur. İşte bunun gibi, hiç şüphesiz ölmüş insanların ruhlarının hepsi şimdi ruhlar âleminde bulunmaktadır, bizimle ilgileri vardır.

Şimdi bu delilleri şöylece sıralıyabiliriz:

1) İnsanlar, yaratılışları icabı, daima yükseği ister, yükselmeği düşünür. Her insan aklî ve manevî kuvvetlerinin kemâle doğru gitmekte olduğuna inanır. Halbuki dünyada bu hayalî gaye gerçekleşmiyor.

Ve yine insanlar bu fanî dünyada daima ıstırap ve heyecan içinde yaşıyorlar. Halbuki insanlar böyle zehirli bir hayatın acılarını çekmek için yaratılmamışlardır. Eğer insan böyle bir gaye için dünyaya getirilmiş olsa hayvandan daha aşağıya düşer, daha bedbaht olur. Çünkü hayvanların, mükellef olmadıkları için, mes’ûliyetleri de yoktur. Akıl ve düşünceye sahip olmadıkları için ne geçmişten üzüntü duyar, ne de gelecek endişesi taşırlar. Ama zavallı insan öyle mi?... Bundan anlaşılıyor ki insan başka bir âlemde ebedî bir hayata mazhar olacaktır. Gayeleri o âlemde gerçekleşecektir. Bunun aksini düşünmek kâinattaki nizama ve insanın yaratılış gayesine zıttır.

2) Kolayca anlıyor ve vicdanımızla hissediyoruz ki: Öldükten sonra insanın esaslı bir yönü baki kalır. O da ruhtur. Ruh yıkılmaz, bozulmaz ve dağılmaz. Çünkü ruh varlığı -birçok zatlara göre- basittir. Yani bir çok elemanlardan meydana gelmiş değildir. Tek şeyden ibaret bir özdür. Böyle olan bir şey ise fânî olmaz. Bozulma ve dağılma ancak bileşiklerde (mürekkep olanlarda) olur.Bunun aksi isbat edilmedikçe ruhun bâkî olduğu inkâr edilemez.

Ruhun ölmesi iki şekilde düşünülebilir: a) Çürüyüp dağılması ile. b) Varlığının ortadan kaldırılması ile.

Ruhta yıkılıp dağılma olamaz. Çünkü biraz önce belirtildiği gibi bileşik bir varlık değildir. Varlığının ortadan kaldırılmasına ise lütuf ve ihsanı sonsuz olan Allah’ın merhameti, müsaade etmez. Verdiği varlık nimetini, o nimete çok müştak olan insan ruhundan geri almaz.

Ruha benzeyen, emir ve irade âleminden geldiği için kaynağı itibariyle de bir derece ruha uygun olan, fakat hissî varlığı olmayan şeylerde hükmeden kanunlara dikkatle bakılsa görülecektir ki, eğer o emrî kanun bir vücut giyseydi onun ruhu olacaktı. Halbuki o kanun daimidir, değişmez. Hiçbir inkılâp ve hiçbir değişiklik o kanunlardaki birliğe tesir etmez, onları bozmaz. Meselâ bir incir ağacı çürüyerek dağılsa onu meydana getiren ve ruhu hükmünde olan kanun ölmez. Küçücük çekirdeğinde devam eder. İşte en âdî ve en zayıf (emrî kanunlar) bile böyle bakî kalır ve devam ederse, insan ruhunun yalnız ölümsüzlükle değil belki sonsuz bir hayat ile münasebet ve ilgisinin bulunması gerekir.

Ruh hakkında Kur’ân-ı Hakîm’de: “De ki ruh, Rabbimin emrindendir.” (el-İsra/85) buyurulmuştur. Yani ruh emir âleminden (sebepler üstü âlemden) şuurlu ve canlı bir kanundur ki ezelî kudret ona maddi bir vücut giydirmiştir. Nasıl ki irade sıfatından gelen ve şuurla ilgisi olmayan kanunlar daima veya genellikle bakî kalıyorsa; irade sıfatının tecellisiyle emir âleminden gelen ruhun daimî olması daha uygun ve daha kat’idir. Çünkü ruhun vücudu vardır. Giydiği maddî varlığı bulunmaktadır. Onlardan daha kuvvetli ve daha yüksektir; çünkü şuuru vardır. Onlardan daha devamlı, daha kıymetlidir; çünkü hayata sahiptir.

3) Bu dünyada birçok insanlar çalışmalarına, bilgi ve fazîletlerine uygun bir saadet ve mükâfât göremiyorlar. Nice ahlâklı ve dindar kimseler çalışmalarının meyvelerini alamıyorlar. Zulüm ve haksızlıklara uğruyorlar, hayatın zevklerinden nasîplerini alamıyorlar. Bunun aksine nice zalim, rezil ve ahlâksız insanlar vardır ki istediklerini elde ediyor, refah içinde hayat geçiriyorlar. Bu gibi zıt halleri Allah’ın ezelî inayeti ve mutlak adâleti ile uzlaştırmaya imkân yoktur. Öyle ise insanların hayatı yalnız şu fanî dünya ile sınırlı olamaz. Onlar ebediyet yolcularıdır. O âlemde yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Bu da ancak ruhun bakî olması ile mümkündür.

4) Bütün insanlar -yaratılıştan- ebedî bir âlemin varlığına inanırlar. İnsanlar öteki âlemde sevap kazanmak için binlerce hayırlı eserler yapmışlar ve yapmaktadırlar. Bütün milletler ölülerinin ruhlarının saadete kavuşması için dua eder, sadakalar verirler. İşte bütün insanların böyle kalplerine doğan hakîkatleri, ahlâkî kanaatlerini nasıl yanlış kabul edebiliriz? Bu gibi meselelerde vicdanın şahitliği, doğuştan gelen istek ve arzuların kıymeti inkâr edilemez.

5) Bedenden ayrılmış olan ruhların bazı tezahürleri tecrübelerle sabittir. Meselâ bundan şu kadar yıl önce vefat eden bir adamın bize rüyamızda “olacak” diye haber verdiği şey, sonradan haber verdiği şekilde aynen çıkıyor. Bu gibi şeyler çok olmuştur ve olmaktadır. Ruhun bakî olduğu kabul edilmeyecek olursa bunlar ne ile açıklanabilir?

İşte ruhun bakî olması hakkında bu gibi birçok ilmî, ahlâkî ve metafizik deliller olduğu gibi duymaya ve işitmeye dayanan, diğer bir tabir (deyim)le naklî deliller vardır ki bu hususlarda delil olarak gösterilecek olan da bunlardır.

Her şeyi içine alan Allah’ın mutlak adaletinin insanlar hakkında bütünü ile tecellî etmesi için bir ebedî âlemin var olduğunu bütün peygamberler haber vermişlerdir. Bütün insanlar ebedî âleme gideceklerdir. Bu hususta Allah’ın va’di vardır. Bunun aksi düşünülemez. Ebedî saadetin olmadığını -farzı muhal- bir an düşünecek olsak: şefkat musîbet olacak, nimet azap olacak, akıl kötü bir âlet haline gelecek, sevgi kederle yer değiştirecek. Böylece ilâhî rahmet -hâşâ- rahmet olmaktan çıkacaktır.

Cenab-ı Hak ebedî âlemde iman ve itaat edenleri mutlak adaleti ile mükâfatlandıracak, küfür ve isyan edenleri de isyanları yüzünden şiddetli azaplara çarptıracaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Hepinizin dönüp varışı Allah’adır. Allah’ın va’di hak ve hakikattır. Varlıkları önce o diriltir. Sonra iman edip salih ameller işleyenleri, adaletle mükâfatlandırmak için onları eski haline getirir. Kâfirlere ise küfrettiklerinden dolayı kaynar sudan bir içki ve yakıcı bir azap vardır.” (Yunus/4) buyurulmuştur.

Oâlemde her şahıs dünyadaki ameline ve niyetine göre karşılık görecek.Müminler ebedî saadete erecek, kâfirler ve günahkârlar ise cehenneme atılacaklar, inkâr edenler ebedî azaplara uğrayacaklardır. Bu saadet ve azabın devamı ise hiç şüphesiz insanın hayat kaynağı olan ruhunun bakî olmasını gerektirir.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

ilker, 2011-06-07 02:29:44

verdiginiz bilgiler için çok sağ olun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

serdar, 2010-02-22 11:04:16

Güzel bir paylaşım...Neye benzediğini bilmesekte bizlere neler hissettirdiğini bilmek harika...Ruhumu seviyorum onunla sonsuz bir yolculuğa çıktık umarım güzel bir yolculuk geçiririz:))

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

RUHUN MAHİYETİNİ ANLAMAK MÜMKÜN MÜDÜR?

RUHUN MAHİYETİNİ ANLAMAK MÜMKÜN MÜDÜR?

İslâm âlimlerinden bir kısmı (Selefiye) diyorlar ki: Ruh ilâhî bir sırdır. Ruhun hakikatın

RUHUN VARLIĞINI VE BAKİ OLDUĞUNU GÖSTEREN DELİLLER

RUHUN VARLIĞINI VE BAKİ OLDUĞUNU 
GÖSTEREN DELİLLER

Ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü gösteren enfüsî ve âfâkî (Sübjektive ve objektive

RUH

RUH

RUH NEDİR? Ruh varlığı: Müslümanlar ruhun varlığına inanırlar. Dini nasslar (kitap ve s

MELEKLERE İMANIMIZ

MELEKLERE İMANIMIZ

MELEK NEDİR? Buraya kadar cin ve şeytan gibi varlıklar üzerinde durduk. Halbuki ruhanîlerin

ŞEYTAN VE HÜCUM YOLLARI ÜZERİNE

ŞEYTAN VE HÜCUM YOLLARI ÜZERİNE

“Şeytan “kelimesi; azgınlıkta, kötülükte, habislikte fevkalâde bir farklılık ve

CİNLER HAKKINDA MERAK EDİLENLER

CİNLER HAKKINDA MERAK EDİLENLER

CİN NEDİR? Önce şunu kaydedelim ki (CİN) yani (cim) ve (nun) harflerinden türemiş olan bü

Çünkü Allah, haktır. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok büyüktür.

Lokman, 30

GÜNÜN HADİSİ

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeksizin, oruçlunun sevabı gibi sevap alır."

Tirmizî.

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI