Cevaplar.Org

ABDÜLKADİR UNGAN HOCAEFENDİ(1932–1971)

Bu yazımızda bir büyük dava adamını, bir büyük İslam âlimini, bir büyük hamele-i Kur’an’ı tanıtmak arzu ettik. Risale-i Nur şakirtlerinin “âlimler kısmı”ndan olan bu zat hakkında uzun zamandır bir şeyler toplamayı düşün


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2009-03-17 04:19:35

Bu yazımızda bir büyük dava adamını, bir büyük İslam âlimini, bir büyük hamele-i Kur'an'ı tanıtmak arzu ettik. Risale-i Nur şakirtlerinin "âlimler kısmı"ndan olan bu zat hakkında uzun zamandır bir şeyler toplamayı düşünüyorduk. Zira bu gibi insanların hatıraları yeni nesiller için bir şevk depolama vazifesi görmektedirler. Merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi bu meselede şunları yazmaktadır; "Hatıralar ve portreler, örnek insanların galerisidir. Büyük adamların hayatlarını okurken insanlar kendi küçüklüklerini görürler, onlar bir endam aynası gibidir. İnsan onları okumak suretiyle kendini sigaya çeker ve onlara benzemeye çalışır." İstifadeye medar olması dileklerimle..Salih Okur

NEŞET ETTİĞİ ÇEVRE

Abdülkadir Ungan Hocaefendi, Erzurum'un İspir kazasının Kırık Nahiyesi'nin Alacabük Köyünde, 1932 senesinde dünyaya gelir. İlkokulu köyünde okuyan Hocaefendi, daha sonra hafızlığa başlar. Koyun otlatıp, çobanlık yaparken dahi Kur'an ezberiyle meşgul olur. İlme karşı bir istidadı vardır ve bu, o yörenin meşhur büyüğü Alvarlı Hace Muhammed Lütfi hazretlerinin gözünden kaçmaz. Merhume hanımının naklettiğine göre, küçük Abdülkadir'i gören Efe hazretleri "Bu iyi ders okur. Her gün bir ekmek verin" der.

 ALVAR İMAMININ HİMMETLERİ

Burada saded harici olarak, dikkatimi çeken bir hususu nazarınıza arz etmek istiyorum. Sanırım, Alvarlı Efe hazretlerinin serhat şehri Erzurum'a yaptığı en büyük hizmetlerden biri, din tahsili yapan talebe yetişmesi ve bunların himayesi yönündeki teşvik ve gayretleri olsa gerektir. Sanki o, nerede bir istidat görmüş ise, karınca kaderince onunla ilgilenmiş ve "ulema yatağı" olan bu mübarek beldede ilim çerağının sönmemesine vesile olmuştur. Böylece "yirmi beş senelik dehşetli ve medreseleri öldüren istibdad"a ve "medresesiz bir zaman"a karşın, Erzurum'da tedrisat faaliyeti devam edegelmiştir. 

Mehmed Kırkıncı Hocafendi'nin ilim tahsilinde de Alvarlı Efe hazretlerinin yol göstericiliğinin tesiri vardır; "Ağrı'nın Karkarık Köyünde Nadir Efendi isminde bir müderris vardı. Şarkın tanınmış itibarlı âlimlerinden olan bu zat, Efe Hazretlerinin halifelerinden biriydi. Erzurum'daki hocam vefat edince, Efe Hazretlerinin tavsiyesiyle dersimi tamamlamak için onun yanına gittim. O da bizi memnuniyetle talebeliğe kabul etti ve tedrisata başladık."

 MEDRESE EĞİTİMİ

Erzurum'da medrese tahsiline başlayan Ungan Hocaefendi, Gürcü Kapıdaki Yetim Hoca medresesinde ders veren ve aynı zamanda gezici vaiz olan merhum Sakıp Danışman Hocaefendi'nin tedris halkasına dâhil olur.

O sırada Erzurum'da dört hocanın ders halkası dikkat çekmektedir:

1-Erzurum'un kırk senelik müftüsü meşhur Sadık Efendi

2-Tivnikli Hacı Faruk Bey

3-Sakıp Efendi

4- Osman Bektaş Efendi

Ders arkadaşı merhum Şahin Yılmaz hoca, beraber okudukları o günleri şöyle anlatıyor; "Abdülkadir Hoca ile beraber Erzurum'da Sakıp Efendi'den ders aldık, Molla Cami'yi okuduk. 1952 yılları kış aylarında Abdülkadir Hoca askere gitti. Ben de o sene İstanbul'a gittim." Şahin Yılmaz merhumun belirttiğine göre, Mebarik adlı hadis kitabını da Sakıp Efendi'den ders almışlardır.

Manisa'lı tanıdıklarından Mesut Cesur Bey medrese günleri için şu nakilde bulunuyor; "Erzurum'da Sakıp Hocaefendi'den ciddi medrese dersi aldığını, Şahin Yılmaz Hoca Efendi ve Osman Demirci Hoca Efendilerin de ilk buradan eğitim aldıklarını bize bahsederdi."

VAZİFE ALMASI

Merhum hocamız, asker dönüşü derslerini vererek, Sakıp Efendi'den icazet alır. Bir yandan İspir'de Kur'an Kursu hocalığı yaparken, öte yandan talebe okutur. Aynı zamanda Erzurum'un muhtelif köy ve kazalarında vaaz u nasihatlerde bulunur. İşte böyle bir vaaz hizmeti için Erzurum'a geldiği bir sırada asrın mana tefsiri ile tanışma şerefine erer.

RİSALELERİ TANIMASI

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Abdülkadir Hoca'nın Risaleleri tanımasını şöyle anlatıyor: "Ramazan'da vaaz etmek üzere İspir'den Erzurum'a gelir, bir medresede kalırdı. O vaazına devam ederken, medresede Risale dersleri yapılır. Risale-i Nur dersine hiç çağrılmayan Abdülkadir hoca, birkaç gün sonra, risale dersi yapılırken kulak misafiri olur. Duydukları onu çok etkiler. Risaleleri ciddi bir şekilde okumaya başlar. Düşüncesinde yeni ufuklar açılır. Vaaz ettiği camide vaazın şekli değişir. Bu durum cemaatin de dikkatini çeker."

Manisa eşrafından muhterem Fuat İşbilir Bey, bu hususta bizlere şunları anlatıyor: "Risale-i Nurları tanımadığı dönemde Öküz-Balık ile ilgili meşhur hadis-i şerifin manasını tam anlayamadığı için, Erzurum'da gittiği köylerde ilmi tartışmalar yaşadığını, fakat bu müteşabih hadisi risalelerden okuyup anlayınca, yanlış anlattığı köylere giderek, doğrusunu okuyup açıkladığını anlatırdı."

Mesut Cesur Beyin bu konuda bize naklettikleri ise şunlar; "Risaleleri ilk tanıdığında çok etkilendiğini ve "küçük kitapları, herkesin okuması lâzım" deyip, herkese dağıtmaya kalkınca sıkıntı yaşadığını, gidip tekrar topladığını anlatırdı."

"Onun risalelere ciddi bir bağlılığı vardı. Hem okur, hem yaşardı" diyen merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi'nin şehadeti anlamlıdır; "Şehadet ediyorum ki Abdülkadir Hocaefendi sadık bir Nur talebesidir."

O, Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini tanıyınca, günümüzün tefsiri olduğuna inanmış, çocuklarından Üstad Hazretlerinin hayatını ezberlemelerini ve öğrenmelerini istemiştir.

Merhume eşi Emine Ungan bu konuda şunları anlatır: "Abdülkadir Hoca samimi bir dava adamıydı. Risaleleri çok iyi kavramış, "biz onu bilememişiz, geç tanımışız. Risale-i Nur'u herkes okumalıdır" derdi..Gündüzü gecesi, her şeyi Risale-i Nur'du. Kendisi Bediüzzaman için: "Onu erken tanısaydım, gidip arar, bulurdum" diyordu."

Üstad hazretleri ile ilgili gördüğü bir rüyayı, merhume hanımı şöyle anlatıyor bizlere: "Rüyasında Bediüzzaman Hazretleri gelip kapısını çalar; 

-Benim yazıcılarım sağa-sola gitti. Sen benim kâtibim olur musun? der, daha sonra uyanır."

Onun risalelere vukufu hakkında muhterem İsmail Hakkı Zeyrek Hocaefendi şöyle der; "Risalelere çok vakıftı. Hatta bir bayram vaazında Muradiye camiinde 30. Söz gibi ağır bir sözü, halkın seviyesine inecek şekilde, gayet güzel bir şekilde aktarmıştı."

İSPİR'DE BİR HATIRA

Risale-i Nur davalarının meşhur avukatlarından Gültekin Sarıgül Bey, merhum Hocaefendi ile ilgili bir anısını şöyle paylaşır:" Erzurum'da Mustafa Polat'ın davasına gitmiştik. Yaz mevsimiydi. Muzaffer Arslan ağabey de oradaydı, o İspir'in bir köyündendir. Bize dedi ki; "Ben sizi bizim köye götüreyim. Hem köyü görmüş oluruz, hem de bir gece kalırız."

Demirci Hoca, ben, Muzaffer Ağabey ve bir arkadaş, bir otobüse bindik. İspir'de indik. Orada Abdülkadir Hocayla karşılaştık. Kendisi İspir'de Kur'an Kursu hocasıydı..

Abdülkadir Hocayı da aldık, köye doğru gidiyoruz. Çoruh nehrini geçeceğiz. Bir asma köprüden geçiyoruz. Sallana sallana geçtik. Çoruh ırmağı da o zamanlar müthiş. Tam coşkun zamanı..

İleriden birisi de merkebin üzerinden geliyor. Derken merkebin ayağı kaydı. Adam yuvarlandı. Hemen koştuk, adamı tuttuk. Abdülkadir Hoca; "Tutmayın, tutmayın, hain boğulsun gitsin" dedi. "Ya Abdülkadir Hoca, sen nasıl böyle dersin, böyle yaparsın?" dedik. Dedi ki; "Çoluk çocuğunun nafakasını götürüyor, kumara verecek. Kumar oynamaya gidiyor hain" dedi. Tabii muhiti biliyor.. "Velev öyle bilse olsa, olmaz" dedik. Yani çok kızıyor da, onun için öyle diyor..

Neyse, köye geldik. Köyde bir sivrisinek var, uyumak mümkün değil. Yattık, ama sivrisinek tacizinden uyuyamadık. "Tezek yakalım" dedik. Meğer tezek yanınca da dumanından bizle gelen İbrahim Küpeli rahatsız oldu. Kendisinde astım varmış. Öksürmekten bizi sabaha kadar uyutmadı..Daha sonra Abdülkadir Hoca ile İspir'e döndük."

Şahin Yılmaz Hocaefendi'nin İspir dönemiyle alakalı dedikleri ise şöyledir: "Abdülkadir Hoca İspir'de Kur'an Kursu hocası idi. Kur'an Kursu binası Osmanlı zamanından kalmaydı. Görenlerin içi açılırdı."

İRŞAD AŞKI

Hanımı onun irşad yolundaki gayretine şöyle ışık tutar: "Bir köyde görev yaptığı zaman o köyde namaz kılmayan kalmadı. Hepsini namaza alıştırmıştı."

Bu hususu muhterem Musa Şekerci Hocaefendi bize şöyle anlatmıştı; "Abdülkadir Hocaefendi bir sene Ramazan ayında Kümbet'te kaldı. Kemhan camiinde ikindi namazını müteakip bir saat vaaz ediyordu. Daha sonra Ovacık nahiyesinin Yukarı Canören köyüne imam oldu. Şimdi Yukarı Canören köyü küçük, arazisi büyük. Aşağı Canören köyünün ise köyü büyük, arazisi küçük. Dolayısıyla o adamların hayvanlarının otlaması için araziye ihtiyaçları var. Yukarı köydekiler de onlara müsaade etmiyorlar.. İki köy arasında bu sebeble husumet varmış.

Abdülkadir Hoca o köye gidince işler değişmiş, tabii bizim haberimiz yok. Aradan bir sene geçti. Yukarı Canören köyünün en yaşlı, akıllı adamlarından biri Kümbet'e geldi. Kırkıncı Hocamı çok samimi tanıyordu. Sabahleyin Kümbet'e geldi, hocamla birlikte kahvaltı yaptılar.

O sırada hocama dedi ki; "hocam biliyor musun, biz asr-ı saadet devrini yaşıyoruz."

 Hocam; "fesubhanallah nasıl oluyor" diye sordu. Dedi ki; "Hocam, bu iki köy arasında şöyle bir sıkıntı vardı; onların hayvanları bizim sınırı geçtiler mi, ya keserdiler, ya döverdiler. Şimdi kapının önündeki çayırda otluyorlar. Bizim köylüler diyorlar ki; "Allah'ın çayırı, Allah'ın hayvanı, otlasın. Bize ne." Bunu bize Abdülkadir Efendi öğretti" dedi.

Sonra devam etti; "Ramazanda hocam bizim köy bambaşka bir köy oluyor. Sahurdan sonra Abdülkadir Hoca kürsüye çıkıyor. Güneşin çıkmasına yarım saat varkene kadar vaaz yapıyor. Ama bütün köy, kadınıyla erkeğiyle orada. Evlerde kimse yok. Sahuru yapan camiye koşuyor. Namazı cemaatle kılıyor, namazdan sonra tesbihatını yaptırıyor. Duasını ediyor, cemaat dağılıyor.

Öğlenden önce, ikindiden önce yine aynı şekilde vaazu nasihatte bulunuyor. Bu köy asr-ı saadeti yaşıyor, böyle bir hoca bulunmaz" dedi.

Şunu da ilave etti; "Ramazan'ın dışında da hangi köyde bir hoca olduğunu duyduysa ata atlıyor, o köye gidiyor, o hocaya dine nasıl hizmet edeceğini öğretiyor" dedi, Abdülkadir Hocayı bize böyle anlattı. Hocam da çok memnun oldu, çok hayret etti, çok dua etti."

MANİSA'YA GELİŞİ

Abdülkadir Hocaefendi, 1968–69 yıllarında, kaderin kendisi hakkında ördüğü kanaviçenin son kısmını işlemek üzere Manisa'ya gelir. Onun vazifeli olarak gelmesine vesile olan İsmail Hakkı Zeyrek Hocaefendi o günleri şöyle anlatır: "Karaköy Kur'an Kursu …. Talebeleri tarafından idare ediliyordu. Bazı yanlış ve uygunsuz şeyler öğrettiklerini biliyorduk.

Nihayet orası yapılan bir kongre ile el değiştirdi. Ondan sonra arkadaşlar "buraya bir hoca bulalım" dediler ve bana "sen bulabilir misin?" diye sordular. Ben de "araştırayım, bulmaya çalışayım" dedim.

Sonra durumu Osman Demirci Hocaya yazdım. Bana göndereceğini söyledi, ama aradan aylar geçti, göndermedi. O sıralar biz bir vesileyle Van'a gitmiştik. Van dönüşü Erzurum'a uğradık, Osman Demirci hocayla görüştük. "Ben birisini göndermiştim, gelmedi mi?" dedi. "Gelmedi" dedim. "O zaman başka birini bulayım" dedi.

Aradan bir ay mı, iki ay mı geçti bilemiyorum. Abdülkadir Hocayı göndermiş. Abdülkadir Hoca Kur'an Kursu'nun başına fahri olarak geldi. O zamanlar evlerde ders yapıyoruz. Ders sonrası kendisine soruyoruz; "Bir aşır okur musun?" Maksadımız da Kur'an okumasını görmek. Fakat bir türlü Kur'an-ı Kerim okutamıyoruz, okutamadık. Meğer Kur'an okuması o kadar düzgün değilmiş. Yani ses seda bakımından, belki hurufat bakımından düzgün değilmiş yani. Sonradan öğrendik onu…"

Ailesi Erzurum'dan gelinceye kadar Karaköy Kur'an Kursu'nda kalır. Ailesi gelince, Kuyualanı camiinin meşrutasına geçerler.. İlk ziyaretçilerinden biri yakın arkadaşı Şahin Yılmaz Hocadır; "1968–1969 yıllarıydı. Abdülkadir Hocaefendi'nin Manisa'ya Karaköy Kur'an Kursu'na geldiğini duydum. Ziyaretine gittim. Küçük bir odada kalırdı. Henüz ailesini ve çocuklarını getirmemişti. Hal hatır sormamızdan sonra risalelerden Mesnevi-i Nuriye kitabını açtı. Şu konu çıktı; "Merayı tecavüz eden koyun sürüsüne çobanın attığı taşa muhatap olan koyun: "Biz çobanın emri altındayız. Madem onun rızası yok, dönelim" der. Kendi döner, sürü de döner. Ey kaderden musibet taşına maruz kalan insan! Sen o koyundan daha fazla asi ve dal değilsin, kaderden bir musibete maruz kaldığın zaman "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" de ve ona dön."

Manisa-Turgutlu'lu Merhum Cafer Çim ağabey kendisi hakkında bize şunları anlatmıştı; "Biz Manisa'ya derse geldiğimizde, İsmail Hakkı ders yapması için kitabı ona verirdi. Eserlere çok vâkıftı.. Hatta bir defasında Ahmed Feyzi ağabey, Abdülkadir hoca ve onun bir talebesi ile birlikte Isparta'ya gitmişler. Ahmed Feyzi ağabey; "Isparta'ya gidene kadar Abdülkadir hoca ve talebesi olan zat Risale-i Nur'un ilmi yönü hakkında öyle konuştular ki, ben hayran oldum. Ben böyle bir şey görmedim. Çok tesir altında kaldım. Isparta'ya kadar yol nasıl geçti anlayamadık" demişti.

İRŞAD FAALİYETLERİ

Kursun başına gelmesiyle beraber bir canlılık da getirmiş ve kendisini kısa zamanda sevdirmiştir. Bunun temelinde ise feragat ve fedakârlığı, hasbilik ve samimiyeti yatmaktadır. O günlerin şahitleri buna şöyle parmak basmaktalar;

*Çok samimi bir insandı. Ehl-i ilim bir adamdı. Arapçası güzeldi. Hitabeti güzeldi. Her şeyden önce çok samimi bir insandı. Böyle memur gibi hareket etmiyordu. Gece yarılarına kadar, saat birlere kadar orada, kursta kalıyordu. Boş kaldıkça etrafa hizmet için gidiyordu.(İsmail Hakkı Zeyrek)

* Sık, sık çevre köy ve ilçelere giderdi. Birisi Kur'an okur, ardından Hocam kısa bir vaaz ederdi. Sonra "sohbetimizi gidilen yerin eşrafından falanca amcanın evinde devam edeceğiz" der ve cemaat oraya toplanırdı. Saatlerce ilmî sohbetler devam ederdi. Akçapınar Köyü'ne ve diğer köylere motosikletle gider gelirdi. Bu yüzden birçok sıkıntı çekerdi.

Zaman, zaman Saruhanlı ilçesi'ne pazara kumaş satmağa gittiğimde, halk onların tekbirler getirerek vefat ettiklerini üzülerek ve takdirle anlatırlardı.(Mesut Cesur)

TALEBE YETİŞTİRMESİ

Abdülkadir Üngan Hocaefendi, kurs talebelerini yetiştirmekte de çok hassas davranır. Talebelerinden İsmail Cesur bey, hocamızın bu yönüne şöyle ışık tutar; "İlmi ile âmil bir âlim idi. Bildiğini yaşardı. İhlâslı ve çok samimiydi. Talebelerine hem ilmi hem de haliyle örnek olurdu. Rehber bir insandı.

İdealist olması sebebiyle öğrencileri ile gözü gibi ilgilenirdi. Yiyecek içecek gibi her ihtiyaçlarını temin için çabalardı. Gece üstümüzü örter, sabah namaza o kaldırırdı. Kur'an Kursunda herkesten önce yoklama salonuna gelir, dünyaca meşhur hafızların kasetlerini teybe koyar ve bizleri beklerdi. Talebelerin hepsinin geldiğine kanaat getirince ismen yoklama yapar, sonra bazı arkadaşlara ezberinden vecizeler okuturdu. Kısa bir ders yapar, sahabe-i kiramın hayatından ya okur veya anlatırdı. Bütün bunlardan sonra "Allah zihinlerinizi açık etsin. Allah muvaffak etsin" diyerek, dualarla bizi sınıflarımıza gönderirdi."

Bir başka talebesi Enver Gürler Bey şunları anlatıyor: "1970 yılında Karaköy Kur'an Kursu'nda Memduh hoca'mızla birlikte kurs öğrencisi olarak tanışmıştık. 12 yaşında hafızlık yapan öğrencilerdik. Babası muhterem Abdülkadir Hocamızdı. Abdülkadir Ungan Hocaefendi âlim bir zattı. Vaazları çok tesirli idi. Ötelerden konuşuyor gibi gelirdi bana. Kurstan 12–16 yaşları arasındaki biz öğrencilere her gün sabah yoklamasından sonra "Tarihin Şeref Levhalarından" bir sahabe misali bizlere okur, anlatırdı. Çok tesirli anlatımı vardı."

HİTABETİ VE SOHBETLERİ

Hocaefendi, ilmi seviyesinin yüksekliği yanında bilgisini halkın idrakine indirmekte de çok muvaffak olmuş, sohbet ve vaazları ile dikkat çekmiştir. Bu konuda da sözü zamanın şahitlerine bırakalım;

* Çok âlim ve faziletli idi. Gayretli idi. Sohbet etmeğe başladığında sadece onu dinlemeğe gelenler olurdu. O'nu göremeyince bakıp ayrılanlar olurdu. (İrfan Sel)

* Sohbetlere erken gelirdi. Yine böyle bir gün bize geldi. Takvimden bir yaprak kopardı. Yarım saate yakın ondan sohbet yaptı. Biz okuyup geçiyoruz. Çok âlim ve faziletli bir büyüğümüzdü. (Mesut Cesur)

* Hitabeti çok güzeldi. Onu çok samimi bulduk. Hatta gece saat bire kadar Kuran Kursu'nda kalır, talebeleri ile meşgul olurdu. Çok güzel vaaz ederdi. Risalelerden otuzuncu sözden ders yapar, Muradiye Camii'nde vaaz ederdi. Fakat dinleyenlerin seviyesine göre cazip hale getirirdi. Köylere gider, ders yapar, cazip fıkralarla dersini süslerdi. Herkes onun ders yapmasını isterdi. (İsmail Hakkı Zeyrek)

* Osmanlıca yazıyı, hattı iyi bilirdi. Sohbetleri bu hat ile yazılı risalelerden yapardı, okurdu. Derslerde bazen okuduğu kitabı gösterir, "bunu elli defa okudum" der ve bizleri okumağa teşvik ederdi. Evi Arap alanı camiinin yanında çıkmaz sokakta olmasına rağmen, müezzin Hüseyin Gürler Hocamızın Dilşeker mahallesindeki caminin yanındaki evine yaz kış ders yapmağa yayan olarak devamlı gelirdi.(Fuat İşbilir)

MUHTELİF HATIRALAR

Ungan Hocaefendi bir müddet fahri olarak görev yapar. Ama Manisa halkı onu, o da Manisa'yı çok sevmiştir. Bunun üzerine dernek yöneticileri işi resmiyete dökme kararı alırlar. Sözü muhterem hocamız İsmail Hakkı Zeyrek beye bırakalım:

"Geldikten sonra, evlerde derslere gelmeye başladı. Bir müddet nasıl bir insan olduğunu tam olarak anlayamadık. Fakat gittikçe samimiyetini daha yakından görmeye başladık. İlk başta fahri olarak gelmişti. Sonra "kurs hocalığını resmiyete dökelim" dedik. Epey bir uğraştık, resmiyeti çıkarttık. Abdülkadir Hocayı kursun resmi hocası haline getirdik. Üç sene böyle resmi olarak devam etti. Daha sonra da kazada vefat etti."

Zeyrek Hocanın anlattığına göre, müftülüğün Ramazanda vaaz vermek isteyenler için düzenlediği imtihana da medrese arkadaşı Şahin Yılmaz merhumla birlikte girerler; "Ramazanda vaaz edecek hocaları imtihan için müftülükte bir komisyon vardı. Ben de komisyonda üyeydim. Vaaz edeceklerin Arapça, fıkıh ve saire alanda ehliyetlerini ölçmek için kurulmuş bir komisyondu. Şahin Yılmaz hocayla, Abdülkadir Hoca da imtihana girdiler. Elli puan üzerinden Şahin Hoca 42, Abdülkadir hoca da 41 puan almıştı."

O sıralar Ege havzasında meşhur olan Emin Zeyrek Hocaefendi ve Bediüzzaman'ın talebelerinden Ahmed Feyzi Kul merhumla da çok iyi diyalog kurar. Emin Hocaefendi'nin oğlu İsmail Hakkı Zeyrek şöyle latif bir hatırayı bizle paylaştı; "Babamla gayet iyi anlaşıyorlardı. Ahmet Feyzi ağabey ile de çok güzel anlaşıyordu. Yalnız, bir gece şöyle bir hadise cereyan etti; Çok samimi kardeşlerimizden şoför Ali ağabey vardı. Onun evinde ders yapılıyordu. Dersten sonra, Ahmed Feyzi ağabey ortaya bir söz attı.

Babamla, Abdülkadir hoca daha ağabeyin ne dediğini anlamadan, sanki üstada bir nakısa geliyormuş gibi zannedip, ona hücum ettiler, şiddetle münakaşaya giriştiler. Hâlbuki Ahmed Feyzi ağabey o sözü üstadı sena maksadıyla söylemişti.

Ondan sonra, çok ileri geri konuştular. Feyzi ağabeyin bayağı canı sıkıldı. Feyzi ağabeye "yatsı namazına beraber gidelim" diyerek, odadan çıkarttım. Yolda yürürken "Ağabey" dedim, "sen bunların yanında niye böyle şeyleri söylüyorsun? Bunlar hoca geçiniyorlar. Bunların yanında söylemen uygun değildi" filan dedim.

"Ya, ben de pişman oldum, ama bir kere oldu" dedi. Bayağı canı sıkıldı yani o gece. Hatta onlarla hiç konuşmayacak gibiydi. O kadar canı sıkılmıştı. Sabah olunca "Haydi kalk, Abdülkadir Hocanın yanına gidelim" dedi.

Hocanın evine gittik. Kapıya çıktı. Hiçbir şey olmamış gibi karşıladı. Sarmaş dolaş oldular ve eski muhabbet devam etti."

Bilvesile belirtelim ki, bu yüksek haslet Ahmed Feyzi ağabey de görülen değişik bir hususiyettir; Dargınlığa yaşama alanı bırakmama ve gönülden hemen silme.. Üstün insanlara ait bir şuurun hayata aksetmesidir bu.

KARANLIKLAR AYDINLANSIN DİYE

1971 senesi ülkemiz için karanlık günlerdir. Bir kötülük "gasikin iza vekap" ayetinde de işaret edildiği gibi, gecenin karanlığında irinlenmektedir. 60 darbesinden sonra bazı karanlık mihraklar çeşitli zinde güçlerin içine sızarak, ülkeyi Sovyetlerin bir uydusu yapma, bunun da en birinci evrimi olan anarşiyi hortlatma uğraşısı içindedirler.  

Sonunda gittikçe gölgesi ülkenin üzerin kaplayan "dehşetli bir şer" 12 Mart muhtırası ile durdurulur. Bu sefer de tekrar demokrasinin ayaklar altına alındığı bir utanç dönemi baş gösterir. Bu dönemin bütün sıkıntısını birkaç alperen üzerlerine çekecekler, onların vücutlarına bedel nice bela ve musibetler def ü ref olacaktır. Bunların başında Zübeyir Gündüzalp gelir ki, 2 Nisan 1971'de ebedi âleme tayeran eder.  

Diğer hizmet paratonerleri ise Abdülkadir Hoca ve dört arkadaşıdır. O, büyük dava adamı hassasiyetiyle iman ve Kur'an hizmetine bedel kendisinin kurban olmasını Rabbisinden istemiş, dua dua yalvarmıştır.

VE.. HITAMUHU MİSK

Bu beş kutlunun vefatlarından üç gün önce, bir ehl-i hizmet şöyle bir sadık rüya görür; Manisa Sultan Camii tarafında elektrik tellerinin üzerinde beş kişi ezan okuyor. Üç gün sonra ise beş cenazenin salaları Sultan Camisinden okunur..

O gün beş arkadaş Sabah namazında Manisa Muradiye camiinde buluştuktan sonra Hacırahmanlı Beldesi'ne, geliri Karaköy Kur'an Kursundaki öğrencilere verilmek üzere takvim satmağa gitmek üzere yola çıkarlar.

O günü İsmail Hakkı Zeyrek Hoca şöyle anlatır; "O zaman kursun yararına takvim satmak üzere köylere gidiyorlardı. Hem bir yandan ders yapıyorlar, hem de takvimleri satıyorlardı. Beş kişi yola çıkmışlar. O bahsettiğim şoför Ali ağabeyin arabasıyla gidiyorlar. Saruhanlı'ya gelmeden önce, yol üzerinde bir köye uğruyorlar. Orada namazdan sonra, Abdülkadir hoca konuşma yapıyor. Oradan kalkıyorlar. Manisa'ya doğru gelirken, bir kaza görüyorlar. Kaza yapan bir kamyonun arkasına, yardım edilecek bir şey var mı diye duruyorlar. Daha içeriden çıkmadan arkadan gelen bir otobüs hızla bunlara çarpıyor, iki araba arasında sıkışıyorlar. Bindikleri araba yanmaya başlıyor.

Soğuk bir gece.. 22 Aralık gecesiydi. Biz dersteydik. Dersten çıktık. Saat onu yirmi geçiyor. Onu nereden biliyorum? Çünkü kazada vefat eden kardeşlerden birinin saati tam o sırada durmuş. Kaza tam o sırada olmuş..

Evlerimize gittik. Bir şeyden haberimiz yok. Gece yarısı haber geldi, hemen kaza mahalline gittik. Son derece soğuk bir geceydi. Vefat edenlerden birinin kardeşi vardı- Ben bu gibi şeylere çok fazla yaklaşamam- O dedi ki; "dört kişi var diyorsunuz, burada bir kişi daha var."

Meğer araba yanmış ve çökmüş. Cesetlerden biri arabanın altına geçmiş. Tuttu, bir parça pişmiş et çıkardı. Böylece beşinci birinin de vefat ettiğini anladık. Onun da her tarafı yanmış. Sadece kazağının kolu kalmış, oradan tanıdık yani. Hem de böyle seçilmiş, en sâfi, en samimi insanlardı bunlar. Beşi de öyleydi.

En son vefat eden de- orada bir çobanın anlattığına göre-Hocaefendi olmuş. Ayakları belden aşağısı sıkışmış, çıkamıyor. Çoban çıkarmak için gelmiş. Çobana "sen git, sana da zarar vermesin, ateş geliyor" demiş. "Şehadet getire getire vefat etti" demişti çoban."

Manisa eşrafından Hüseyin Sel beyefendi de o elim günü şöyle hatırlıyor; "Her gece beraber hizmete giderdik. Vefat ettiği gece ben gidememiştim. O gece bekâr olduğum için, çoğu geceler olduğu gibi eve de gitmemiştim. Beni de öldü zannetmişler. Bir gurup arkadaş gece 3.00 sıralarında dershaneye geldiler. Kapıyı açtığımda Tahsin ağabey hazırlanıp aşağıya inmem gerektiğini söyledi. Sorduğumda, kaza olduğunu söyledi. Diğer ağabeylerle beraber kaza yerine gittik.

Kaza yerine vardığımızda hâlâ yanan araçların dumanları tütüyordu. Alman, Bordvard marka mavi renkli bir araba kullanıyorlardı. Arabaları ve diğer kaza yapan 302 otobüs tamamen yandığı ve eridikleri halde arabalara göre cenazeler tanınacak halde idi. Kaza 22 Aralık 1971 günü 21.30 sıralarında olmuş ve kaza yakınlarında bir çoban "Kurtaran yok mu? diye sesler işitmiş. Çevredekiler olanlar beş şehidin şehadet seslerini günlerce unutamadıklarını söylemişlerdi.

Kazada Abdülkadir Ungan hocamızdan başka Faruk Kumcular, Kâmil İgan, Ali Eryılmaz ve Nazım Saydam kardeşlerimiz de vardı. Allah hepsine rahmet etsin."

 Merhum Ungan Hocaefendi, beraber ruhlarını teslim ettikleri Faruk Kumcular'ı çok sevmekte, çok iyi anlaşmaktadır. Kazaya yakın tarihlerde aralarında şu konuşmalar geçer: "Eğer ben senden önce ölürsem cenazemi sen kaldır, mezara sen koy." Arkadaşı Faruk Bey ise: "Eğer ben ölürsem beni de sen kaldır" der. Sonra birbiriyle el sıkışarak can-ı gönülden sarılarak:

"İkimiz bir ölelim!" derler.

Kaderin cilvesine bakalım ki Saruhanlı yolundaki kazada arabada beş kişi vardır. Üç kişi ilk anda şehit olur. Geriye iki kişi, Abdülkadir hoca ve Faruk Kumcular kalır. Arabanın içinde ikisi de sıkışmıştır. Tekrar iman tazelemesi yaparak, Kelime-i Şehadet getire getire benzinin de tutuşmasıyla yanarak şehid olurlar. Gücünü sevgi ve ihlâstan alan istek orada gerçekleşir.

Erzurumlu Musa Şekerci hocamız da bu konuda bizleri şunları anlatmıştır; "Onun vefatını şöyle duymuştuk; Bir kaç kişi ile bir arabayla bir köye hizmete gitmişler. Arabada dört veya beş kiş varmış. Yolda bir kaza olmuş. Savcı, doktor vs gelmiş, oradalar. Abdülkadir hoca ve arkadaşları da; "hele bakalım burada ne var, belki bir yardımımız olur " düşüncesiyle tam kaza yapan arabaya yanaşacakları sırada, arkadan gelen araba bunlara vurmuş. Bu kardeşlerin arabası yanmaya başlamış. Arabada sıkışıp kalmışlar, çıkamamışlar.

O zaman bize hadiseyi anlatanlar demişlerdi ki; "o sırada yanarlarken arabadan tekbir sesleri yükselmiş. Savcı, doktor vesaire de çok şaşırmışlar; "Yahu bunlar kim acaba? Bu nasıl bir şey, yanarken tekbir getiriyorlar" demişler. Böylece tekbir getire getire orada böylece yanmışlar işte. Cenab-ı Hak rahmet eylesin.."

VEFAT SONRASI

Hocaefendi ve arkadaşlarının vefatı başta aileleri olmak üzere Ege havzasında şok etkisi yapar. Yakın arkadaşı merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi bunu şöyle anlatır; "Bizim Akhisar'da 1971 yılında küçük bir Kuran Kursumuz vardı. Sabahleyin Manisa'dan telefon geldi. "Kaza geçirdiler" haberi ulaştı. Ben o zaman bir insanın en yakınını kaybederken duyacağı en büyük acıyı o gün çektim." O hafta Cuma Hutbesi'nde;

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ

"Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (2/155) ayetini okumuş ve ağlamıştım. İnsan hayatında çok değişik acılar tadar. Bunu ben Abdülkadir hoca, Bayram ağabey ve Ali Uçar kaza geçirdikten sonra daha iyi anladım. Ali Uçar'ın üç sene şokundan kurtulamadım. Cenab-ı Hak hepsine gani gani rahmet eylesin."

Avukat Gültekin Sarıgül Bey ise sorumuz üzerine şunları söylediler; "12 Mart muhtırası oldu. Tevkif edildik. Gittik, kendisiyle konuştuk, görüştük, ayrıldık. Son görüşmemiz de o oldu.

Tahliye olduk. Sonra Antalya'ya gittim. O zaman Yeni Asır gazetesi gelirdi. Bir gazetecinin önünden geçerken şöyle bir baktım; gazetenin ilk sayfasında Abdülkadir Hoca, Ali ağabey ve diğer tanıdığım, bildiğim kardeşlerin fotoğrafları var. Hemen gazeteyi aldım, baktım. Meğerse bir hizmetten dönerlerken bir vasıtanın kaza yaptığını görmüş ve durmuşlar. O anda arkadan gelen bir araba gelip bunlara vurmuş. Bindikleri araba alev almış, çıkamamışlar. Şehadet getire getire hepsi şehit olmuş."

Mübarek na'şlar Sultan camiinde büyük bir kalabalık tarafından kılınan namazlarının ardından dar-ı bekaya uğurlanırlar.

Dinimize göre yanarak ölen, suda boğulan, göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan, vebâ gibi salgın hastalıklardan vefât eden veya akrep sokmasından ölen, gurbette veya ilim yolunda ya da cuma gecesinde vefât eden müslümanlar şehid hükmündedir. Doğumdan vefat eden kadın da böyledir. Hz. Muhammed (s.a.s)'in bu kısma giren, savaş dışındaki şehîdler hakkında söylemiş olduğu hadisler vardır (Bakınız, Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, I, 22, 23, II, 323, 325)

Taziye için Abdülkadir Hocamızın evine Şahin Yılmaz Hocaefendi geldiğinde oradaki herkesi gözyaşına boğan bir hadise cereyan eder; Abdülkadir Hocaefendinin küçük kızı Fatma Nur, babasına benzeterek Şahin hocanın boynuna "Baba" diye sarılır…

Merhum Hocaefendi'nin vasiyeti üzerine ailesi de Manisa'yı terk etmez. Hocamızın oğlu Memduh ve damadı İbrahim Beyler de Abdülkadir Hocaefendi ile aynı kaderi paylaşır ve trafik kazasında vefat ederler. Bir insanın kaldıramayacağı kadar ağır yükleri kaldıran ve "Bizim dünyamız karanlık ve üzüntülü geçti. Cenabı Hak inşaallah ahirette güldürür. Abdülkadir hoca öldükten sonra sanki ortalık yıkıldı kaldı" diyen Emine Üngan hanımefendi de geçtiğimiz Şubat ayında vefat etmiştir. Allahu Teala felek çarklarını sürdürdükçe kabrine nurlar yağdırsın. Âmin.

BAZI AHLAKİ HUSUSİYETLERİ

Malûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Biz bulabildiğimiz bilgi kırıntılarını sizle paylaşarak bir portre ortaya koymaya gayret ediyoruz. Bu büyük dava adamının da bazı hususiyetlerine kısaca temas etmeyi gerekli gördük.

*Tefekkürü:  

Hanımı, hocamızın bu yönünü şöyle anlatıyor: "Onun tefekkür boyutu çok derindi. Terasa çıkar, yıldızları, ayı seyreder, kitap okur, ağlardı."

*İstiğnası:

Üstad Bediüzzaman'ın hizmet mihverinin temel taşlarından olan istiğna düsturu iman ve Kur'an hizmetinde halktan maddi ve manevi bir ücret talep etmemeyi ifade eder. Üstad Mektubat'ta hizmette bu düsturun sebeplerini sıralarken; "Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cerr etmekle ittiham ediyorlar. "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzib lâzımdır" der. 

Abdülkadir Hocamız bu düstura da azami dikkat eden kutsilerdendir. Merhume hanımı Emine Ungan bu konuda şunları söylüyor; "Çalıştığımız çeşitli yerlerde aileler yiyecek konusunda bir şeyler getirirse: "Kesinlikle almayın!" diye bize tembih ederdi. "Bunları almayın, size hakkımı helal etmem" derdi.

Yine bir gün çocuğun biri bir şeyler getirip kapının önüne koyup kaçtı. Onu görmesin diye divanın altına koyduk. O zeytin ve yiyecekler divanın altında çürüyüp, küflendi kaldı. Dışarıdan gelen ne olursa olsun kabul etmezdi. Sahabe-i kiram'ı hatırlatan özellikleri vardı. Belki dine hizmetin çok hassas bir konu olduğunu hatırlatmak için böyle yapıyordu."

*Edebi

Edebin nevileri var. Ama onu temel olarak ikiye ayırabiliriz.

1-Allah'a karşı edeb

2- Allah'ın kullarına karşı edeb.

Merhum hocamızın Rabbisine karşı edebine dair çarpıcı bir özelliğini Derici Kemal ağabey'den dinleyelim; "Abdülkadir hoca Allah'a(c.c.) karşı çok edepli idi. Banyoda bile her şeyini setrederdi. Allah da onun saygısına binaen belinden aşağısına ateş dokundurmamıştı. Hz. İbrahim (a.s.) gibi onu yaktırmadı. Mahrem yerlerini göstermedi."

Onun Bediüzzaman'ı görenlere karşı tavrını da, hayattayken Üstadımızı ziyaret etme bahtiyarlığına ermiş olan Turgutlulu merhum Cafer Çim ağabeyimizden aktaralım: "Bu kardeşimiz son derece saygılı ve edepli bir kardeşimiz idi. Manisa'da görev yaptığı 1970 yıllarında, üç gün için Turgutlu'ya müftülükteki bir işi için gelmişti. Kendisini yemek için evimize davet etmiştim. Evimizde bulunduğu sürece hep diz çökerek oturuyordu. Rahat oturmasını ne kadar istediysem de, bunu kabul etmedi ve; " Üstadımızı gören bir ağabey karşısında rahat oturmaktan Allah'a(C.C) sığınırım" dedi ve gidinceye kadar hep öyle oturdu."

Mümin kardeşlerine karşı saygısına dair Mesut Cesur beyden naklettiğimiz şu davranış da örnek insan tavrıdır; "Annemden dinlemiştim. Rahmetli babam, merhum hocamı aramış. Evde kendisini bulamayınca, gelince kendisini aramasını eşine söylemiş. Hocaefendi evine geldiğinde, hanımı "Hacı Ekber seni aradı, seni görmek istiyor" demiş. Abdülkadir Hocam hanımına darılarak; "Hanım, Hacı Ekber Ağabey demek zor mu geliyor. Onlar bizim asker arkadaşımız mı ?" diyerek üzüntüsünü belirtmiş. Bunu eşi daha sonra anneme anlatmış.

HAKKINDA DENİLENLERDEN

*O mücaz bir âlimdi. Fevkalade bir insandı. Sakıp Efendi'den okumuştu. Allah Rahmet eylesin. Mehmed Kırkıncı Hocaefendi 

*Kur'an ve iman hizmeti deyince her yere koşardı. Her akşam derslere gelirdi. Fedakâr bir insandı..Hüseyin Sel

* Çok halis, mübarek bir zattı. Mazlum bir tipi vardı...Talebe okutan, talebe yetiştiren çok ehl-i hizmet, çok gayretli bir insan.. Av.Gültekin Sarıgül

* Gayretli ve çok çalışkandı. Çak âlim bir büyüğümüzdü. Allah makamlarını cennet eylesin. Fuat İşbilir

* Oğlu Memduh da samimi bir insandı. O da 88'de deri toplarken kazada vefat etti. Damadı İbrahim de samimi bir insandı. O da Abdülkadir hocanın talebesi idi. Aynı şekilde o da trafik kazasında vefat etti. Burada Denizli'nin bir kazasında müftü idi. Arapçası Abdülkadir hocadan da iyiydi. Hatta Kadı tefsirinin baş tarafını Abdülkadir Hocaefendi, ben ve bu damadı beraber mütalaa etmiştik. İsmail Hakkı Zeyrek Hocaefendi

OĞLUNA VASİYETİ

Merhum Abdülkadir hocamızın oğlu Memduh'a şiir olarak yazdığı ve ona ilim öğrenmesi, âlimlik şerefini ihraz etmesi için çalışması için tavsiyede bulunduğu vasiyetini de çok ibretlik olması hasebiyle buraya almayı uygun bulduk.

"Nur-ı aynım, re'fet-i kalbim

Rih-ı cenanım, oğlum Memduhum.

Nushum gûş et, kalbine nakş et

Talib-i irsim, tahsil-i ilm et.

O dâd-ı haktır, ama sen sa'yet,

Çeksen de cefa, sefa bil, zevket.

Var mıdır faidesi dünyada

Deseler sana, Abdülkâdir-zâde

İrs olur mu eb ve ceddin hüneri,

Oğluna ilmidir irs-i pederi.

İlim ve irfan sebeb-i rif'attir.

Âlim olmak ne büyük devlettir.

İlmin izhar edince Âdem

Oldu bilcümle melâik mülzem

Enbiya varisi olmuş ulema

Anla kim, bu ne veraset, ne gına

Mal ile ilmi müsavi sanma,

Mala rağbetle varup aldanma

Ağniya müflis olur bir demde

Görmüşüz nicesin bu âlemde.

Mal bir nesne ki çok düşmanı var.

Yolunu bekleyici rehzeni var.

Ulema çekse de faraza hüsran,

İlim sermayesi bulmaz noksan.

Ateşe yansa da cihan, gark olmaz

Kopsa tufan, suya da gark olmaz.

Cebr ile hâkim, vali alamaz

Kalsa meydanda, hırsız çalamaz

Kusur noksan veremez bezl ve seref,

Yoktur onda hatar, mahv ve telef

Dar-ı ukbaya beraber gider

Hem cihanda bırakır binlerce eser

Âlim-i fasık olundu tercih,

Cahil-i âbide bâ nakl-i sarih

İlmin evsafına nihayet yoktur

Ne kadar söylesem, ondan çoktur.

Evveli sa'y, sonu mevhıbedir.

Kuluna canib-i Hak'tan hibedir

Pendimi etme sakın mahv-ü heba

Deme kim lâf, nasihatçı baba

Sana bu pak nasihat benden

İsterim tutmaya himmet senden.

Var ise sehv ve hata benden,

Umarım ola karîn-i gufran

Vazifen yavrum, dine hizmettir

Sonra pederine afv dilemektir.

Cenab-ı Hak benim niyazım kabul buyursun

Oğluma salih amel ile kamil imanı nasip buyursun.

Pederiniz Abdülkadir

Teşekkür:

Bu çalışmayı hazırlarken Manisa Alperenleri adlı kitaptan çokça istifade ettim.

İkinci olarak Manisa ve civarında çalışmamız için kısa mülakatlar gerçekleştiren saygıdeğer büyüğüm Hilmi Arkın beye, görüştüğü bütün kıymetli büyüklerimle beraber teşekkürü borç bilirim.

Ayrıca görüşlerine bizzat başvurduğum Mehmed Kırkıncı ve İsmail Hakkı Zeyrek ve Musa Şekerci Hocaefendilere ve Avukat Gültekin Sarıgül beyefendiye şükran borçluyum.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

alim, 2015-01-10 10:16:35

Merhum hocaefendi babaannemin amcasının oğludur. Hayatını tam olarak bilmiyodum emeği geçen herkesden Allah razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

İsmail Armağan, 2009-03-25 09:17:41

Allah rahmet eylesin. ne değerli insanlar var şu dünyada.. Hak erleri var gönül dünyamızda , aramıza cefasına dururlar dediği gibi Kırık Mızrap şairinin.. Kurumuş göz pınarlarmı nemlendirdiniz. Sağolun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

halil, 2009-03-21 00:30:29

emeğe saygı duymak lazım.Allah razı olsun. güzel bir çalışma olmuş. gerçekten islam alemi çok büyük şahsiyetler yetiştirmiş. bizse onları tanımıyoruz bile. böyle değerli insanların hizmetlerini araştırıp bizlere ulaştıran site çalışanlarına teşekkür ederim.değerli hocamızın bir araba kazasında yanarak vefat etmesi beni çok etkiledi. yeri mekanı cennet olsun. Allah sayılarını arttırsın inşallah. Rabbim bizlere de hizmet etmeyi nasip etsin. çalışmalarınızda Rabbim muvaffak kılsın...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

feridun, 2009-03-20 04:46:11

yazı çok güzel. acaba "manisa alperenleri" kitabına nasıl ulaşabilir? bu konuda yardım edebileceklere müteşekkir kalacağım.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

muaz arslan, 2009-03-18 14:38:06

Allah razı olsun. Böyle bir çalışma yaptığınız için ailesi adına teşekkür ederiz. Ben o mübarek ailenin bir parçasıyım. Allah bizlere de onların yolundan yürümeyi ve hayatımızı şehadetle noktalamayı nasib etsin. Amin

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

hüseyin eroğlu, 2009-03-17 06:10:18

Cenabı Hak razı olsun.Şefaatine nail etsin cümlemizi.Ne kadar büyük insarlarımız hocalarımız abilerimiz varmış meğer bilmiyorduk.İnşaALLAH ahirette şefaatıyla tanışırız.Fatiha okumayı unutmayalım.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

SELAMİ DAĞCI, 2010-01-02 05:35:55

TEBRİK ve TEŞEKKÜR EDERİZ Yöremizden ve yakın köyümüzden yetişmiş islama ve dine hizmet eden ve bu yolda diyer kader arkadaşları ile beraber din uğruna şehit olan Başta tanıdığımız Abdul kadir ungan Hocamız olmak üzere kendilerinin ve diyer kader Hoca efendilerinde Ruhları Şad olsun Makamları Cennet olsun Burada rahmetli Hoca efendinin hayatını araştırıp ve Hakkın rahmetine kavuşması ile araştırıp biz okurlarına yazdığı için Salih Okur Kardeşimizi Cani gönülden Tebrik Ediyorum Kendisinin nereli olduğunu bilmiyorum ama tanıtmamış kendisini Hoca efendi hakkında toplamış olduğu bu bilgilerden dolayı SALİH OKUR Kardeşimizi Kutların Kırık Nahiyesi köyünden Selami Dağcı Kırık nahiyesi Sitesi

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

“Cenab-ı Hak varlıkları bereket yönünden üç kategoriye ayırmış; Bereketli insanlar vard

VAHDET YILMAZ AĞABEY

VAHDET YILMAZ AĞABEY

50 yıllık bir hukukum vardı Vahdet ağabey ile. Beni ilk defa terziye götürüp elbise ve palt

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-İ DEVRİYESİ MÜNASEBETİYLE

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-İ DEVRİYESİ MÜNASEBETİYLE

Bugün rahmetli Mehmed Kırkıncı hocamın sene-i devriyesi. Kendisini minnet ve şükran ile anar

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemme

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

HACI FARUK TİFNİKLİ EFENDİ Hacı Faruk efendi, Mustafa Necati Efendi’den sonra hocamın ikinc

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’nin talebelerinden, kendisinden İslami

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-3

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-3

ÜSTADIN MAHKEMEDEKİ FOTOĞRAFININ BULUNUŞU Erzurum’da müteahhit Osman beyin evinde dersteydi

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN  ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

Bazı şahsiyetler vardır ki, fikirleriyle, eserleriyle, hizmetleriyle sembol olmuşlardır. Memlek

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-2

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-2

1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-1

NECATİ KURŞUNOĞLU AĞABEYDEN HİZMET HATIRALARI-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Ya

BİR IRMAĞIN KIYISINDA DOLAŞMAK-4

BİR IRMAĞIN KIYISINDA DOLAŞMAK-4

HACI MUSA KIRKINCI AĞABEY Hacı Musa ağabey çok zeki bir insandı. Çok farklı bir insandı. Bi

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.

Bakara, 185

GÜNÜN HADİSİ

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-i rahimde bulunmasıdır"

Müslim, Birr, 11-13 (2552);

TARİHTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 1772) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 1534) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI