Cevaplar.Org

ELMALILI HAMDİ YAZIR-2. BÖLÜM

Mekteb-i Nüvvab’dan mezuniyet 1906’da medreseden mezun olan Hamdi Efendi, ertesi sene Mekteb-i Nüvvab’ı(Hukuk fakültesi) birincilikle bitirdi ve


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2008-06-13 00:00:15

Mekteb-i Nüvvab'dan mezuniyet

1906'da medreseden mezun olan Hamdi Efendi, ertesi sene Mekteb-i Nüvvab'ı(Hukuk fakültesi) birincilikle bitirdi ve altın madalya ve beratla ödüllendirildi.

Tedrisat dönemi

Küçük Hamdi Efendi, parlak neticelerle medreselerden mezun olduktan sonra, Bayezid ve Şehzade camilerinde medrese öğrencilerine ders vermeye başladığı gibi, Medresetü'l- Kuzat'ta Molla Hüsrev'in Dürer adlı eserini okutma vazifesini üstlendi.

Ömer Nasuhi Efendi bu konuda şunları yazmakta; "Hele fıkıh ilminde büyük bir mütehassıs idi. Bu mühim ilmi, senelerce Medresetü'l- Kuzat'ta tedris etmiş, İslam hukukunun vus'atini, teâlisini, insani ve içtimai kıymetini büyük bir salahiyetle tavzihe çalışmış, Medresetü'l- Kuzat'tan muktedir hâkimlerin yetişmesine mühim hizmetlerde bulunmuştu."

Bir yandan da Mekteb-i Nüvvab'da ahkâm-ı evkaf, Medresetu'l- Vaizin'de usul-i fıkıh, Süleymaniye medreselerinde mantık, Mülkiye mektebinde ahkâm-ı evkaf derslerine girmeye başladı.

Hamdi Efendi'nin ilim deryasında aldığı mesafe, zamanında herkesçe kabul edilmiş bir husus idi. Vefatını duyuran bir gazetedeki şu ifadeler bunu anlamaya kâfidir; "Ulum-u Şer'iyye'de ve hatta Ulum-u Garbiyye'de ihata ve ihtisas-ı azimi ile zamanımızın feridi addedilmeye layık olan ve "Küçük Hamdi" ünvanı ile maruf olan Elmalılı Efendi."

İzdivacı

1908'de ailesi İstanbul'a taşındı. Aynı sene Firdevs hanımla evlenen Hocaefendinin, bu izdivaçtan dört tane evladı dünyaya geldi;

1-Ahmed Muhtar(1910-1980)

2-Numan: 1916-1931

3-Hamdun: 1919-1988

4-Ve kızı Fitnat(1911-1946)

Meşrutiyet Yılları

O yıllar memleketin çok çalkantılı yıllarıydı. II. Abdülhamid'in siyasetini yersiz bulan ve ancak yeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin asker üyeleri, 1908 yılının Temmuz ayı içinde saraya başkaldırdılar. Padişahın bu hareketi bastırma girişimleri işe yaramadı. Sonunda, II. Abdülhamid kapalı bulunan parlamentoyu yeniden toplama kararı aldı. Mebus seçimlerinin yeniden yapılması kararlaştırıldı. Seçimler yapıldı ve Parlamento 17 Aralık 1908'de açıldı. 31 Mart Olayı üzerine II. Abdülhamid tahttan indirildi. Anayasada önemli değişiklikler yapılarak parlamenter sisteme yönelindi. Hükümet meclise karşı sorumlu kılındı.

Ä°ttihad Terakki'ye girmesi

Elmalılı Hamdi Efendi de zamanın birçok ileri geleni gibi, hürriyeti ve onun lokomotifi gibi kendini gösteren İttihad Terakki cemiyetini alkışlıyordu. Tabii o ve emsalinin bundan amacı, meşrutiyet ve hürriyeti din kuvvetiyle muhafaza ve kökleştirmekti.

Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'nin o günleri anlatırken kullandığı şu ifadeler o sâfi niyetleri ne güzel anlatır: "Meşrutiyetin ilanından sonra, Cemiyetin İlmiye Şubesine dâhil oldum. Meşrutiyetin ilanını kim alkışlamamıştı ki? Bu memlekette Meşrutiyeti alkışlamayan kimse kalmamıştı. Biz de o zaman alkışlıyorduk ve inanıyorduk ki, memleket meşrutiyet sayesinde şöyle terakki edecek, böyle yükselecek diye bir takım hayaller, tasavvurlar takip ediyorduk.

Bu yüce şube teşekkül edince biz de dâhil olduk. Arz ettiğim gibi Manastırlı İsmail Hakkı, şimdi Â'yan reisi Mustafa Asım Efendi, şimdiki Evkaf nâzırı Hamdi Efendi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'den ibaret ilmi bir heyet teşekkül etmişti."

O ve bazı emsali ulemanın ilk dönemlerde İttihad ve Terakki erkânına hüsnü zannını merhum Mahir İz Bey, hatıratında şöyle anlatıyor: "Zamanın ulema ve ricalinden bazılarının Talat Paşa hakkında büyük itimatları olduğu görülüyordu. Sonradan bunu Akif Bey ve Hamdi Efendi merhumlarda da gördüm. Hele Hamdi Efendi'nin o ittikası ile bu fikrini bir türlü bağdaştıramadım. Talat Paşanın altın saatini nezaret odacısına rehin verip, iki altın ödünç aldığını söylerler ve istikametine bu hadiseyi ve yaşayışını misal gösterirler. Talat Paşa'nın şahsen dürüst olması, sade bir hayat yaşaması servet ve gelir temin etmemesi gibi ferdi fazileti, kendisini hükümet ve cemiyetin en nüfuzlu üç unsurundan biri olarak tarih millet, kanun ve âmme vicdanına karşı taşıdığı mesuliyetten kurtarabilir mi? Mamafih, siyasi ve idari suçların cezası ekseriya mahşere kalmaktadır."

Antalya mebusluÄŸu

Yapılan seçimlerde Antalya mebusu olarak meşrutiyet meclisine giren Hamdi Efendi, meclisin en dikkat çekici simalarından biri olarak, 1876 anayasası üzerindeki değişikliklerde büyük rol oynamıştır. Hazırladığı mazbata; derin bilgisini, kapsamlı siyasi görüşünü yansıtır niteliktedir.

Bu konuda İbnül Emin Mahmud Kemal Bey şöyle demektedir; "Muaddel Kanun-u Esasi ile mehâkim-i Şer'iyye Kanunu esbabı mazbataları da onun eser-i kalemidir. Bu mazbataları yazarken Fransızcayı kırk günde kendi kendine öğrendiğini-terceme-i hâlini takrir ettirüp zabtettiğim sırada- söyledi."

Ömer Nasuhi Efendi de bu konuda şunları yazmakta:"Kanun-u Esasi'nin tadili hakkında kaleme aldığı mazbata vesilesiyle de ilmi, siyasi kudretini ibraza muvaffak olmuştur."

Hocaefendinin, mebusluğu kendi arzusuyla gerçekleşmemiştir. Yeğeni Fatma Hanım bu durumu şöyle anlatıyor: "Hürriyet ilan edilince, Antalya halkı onu mebus seçip mazbatasını göndermiş; dayım mebusluğundan ancak o zaman haberdar olmuştur. Halkın arzusuna, gösterilen güvene karşı duramamış; kendisine verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmış ama politikada kalmayı düşünmemiştir.

O, okumayı öğrenmeyi sevdiği kadar, okutmayı öğretmeyi de sevmekte, ders vermekten, öğrencinin öğrendiğini görmekten mutluluk duymaktadır. O kadar ki, "Allah onu hocalık için yaratmış" dense yeridir."

Abdülhamid Han'ın Hal'i

İttihad Terakki içindeki müstebid kadro, sadece meşrutiyetin ilanı ile sakinleşecek gibi değildi. İttihadcı cuntacıların amacı, önlerinde büyük bir engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamid'i hal ve devletin dizginlerini ele geçirmekti.

Bunun için bir olay olması gerekiyordu. Gerekiyordu ki, durumdan vazife çıkaranlar "vatanın selameti" için "vatanın idaresine" el koysunlardı. Meş'um 31 Mart hadisesi onlara bu fırsatı altın bir tabakta sundu.

Üzerinde hâlâ sis perdeleri bulunan, ama derin bir elin işe karıştığı belli olan 31 Mart vakıası, ardından Hareket ordusunun müdahalesi, Osmanlı devletinin son dönüm noktalarından birini oluşturuyordu.

Duruma el koyan zinde güçler, meclis üzerinde büyük bir baskı oluşturarak sultanın görevden alınması için karar çıkmasını sağladılar. Hareket ordusunun kumandanı Mahmud Şevket Paşa, meclis başkanına; "Asker arasında Sultan Abdülhamit aleyhinde şiddetli bir galeyan vardır. Bu babta meclisçe bir karar alınmasını ve neticenin tarafıma bildirilmesini talep ederim" diye bir telgraf çekmişti.

Hâsılı, sonunda sultan hakkında askerin isteğini kabul eden bir karar çıktı. Ama, Fatma Paksüt hanımefendinin dediği gibi, bu kararı kabul eden üyeler içinde sultanı istemeyenler ve 31 Mart vakıasının onun tertibi olduğuna inananlar vardır. Ama bunun yanında fısıltı gazetesinin ortalığa esirip durduğu "hal edilmez ise öldürülecek" söylentisine inananlar, bu yüzden hiç olmazsa padişahın canını kurtarmayı düşünenler, kendi canlarının kaygusuna düşenler ve de Meşrutiyet düzeninin devam edebilmesini sağlamak, yani meclisin kapatılmasını, böylece memleketin topyekûn bir anafora sürüklenmesini engellenmek isteyenler de vardır.

Hal Fetvasının Müsveddesinin Yazılması

Sultan Abdülhamid'in hal kararı alınmıştır. Şimdi sıra işin fetvasının alınmasına gelmiştir. Ali Fuat Türkgeldi "Görüp İşittiklerim" adlı eserinde bu konuda şu bilgileri vermektedir: "Sadrazam ve Şeyhülislam, a'yan ve mebusan reisleri ile mebusandan Mustafa Asım ve Küçük Hamdi Efendiler hazır oldukları halde Meclis-i Mebusan reisinin odasında Fetva emini Nuri Efendi'ye fetva teklif olundukta;

-Fetva i'tâsı bana ait değil, Şeyhülislam'a aittir. Fetva emini yalnız müsveddesini yazar, şeyhülislam imza eder. Ben fetva emanetinden istifa etmiştim. İstifayı sizin kanun-u esasiniz de kabul ediyor, demiştir.

Hamdi Efendi ise:

-Bir ferd-i müslim, size Fetva emini sıfatıyla değil, memleketin ulemâ-yı meşhuresinden bir zat sıfatıyla müracaat edip de, bunun caiz olup olmadığını sorarsa cevap vermeye şer'an mecbursunuz demesi üzere:

- Sen akıllı bir adama benziyorsun. Hal'de şeamet(uğursuzluk) vardır. Bunu yapmayın. Rusya muharebesi esnasında Sultan Abdülaziz'in hal'inden sonra ben, muhacirin-i İslamiye çocuklarını omuzlarımda taşıdım. Omuzlarım çürüdü. Feragat teklif edin. Belki nefsini azleder, demiştir.

Mustafa Asım Efendi:

-O halde fetva, feragat teklifi ve hal suretiyle iki şık üzerine yazılsa ne dersiniz?

-Bu olur, diye mukabele etmiştir. Bunun üzerine fetvayı Hamdi Efendi yazmıştır."

Hamdi Efendi, daha sonra bu fetva müsveddesini yazmaktan ömür boyu pişman olmuştur. Bir defa bu işin içyüzünü soran oğluna son derece üzgün ve buruk bir şekilde:

-Cinayet, cinayet… Bu iş bir cinayetti. Bunu bana bir daha sorma" demiştir.

Son bir nakilde daha bulunalım; Oğlu Muhtar Yazır'ın, babasının defterinden naklettiğine göre M. Hamdi Efendi "Hayatımda yaptığım en büyük hata, Sultan Hamid'in haline karışmamdır" demiştir.

Yol Ayrımı

İttihad Terakki kadroları içindeki mason güçler memlekette dizginleri ele geçirmeye başlamış ve filozof Rıza Tevfik'in "Sultan Abdülhamid'in Ruhaniyetinden İstimdat" adlı şiirinde belirttiği şu durumlar zuhur etmişti;

"Sen hafiyelerle dem sürdün ancak

Bunlar her tarafa kurdu salıncak
Eli yüzü kanlı bir sürü alçak
Kement attı dehrin mihru mahına"

Bunun üzerine, içlerinde Elmalılı Hamdi Efendi'nin de bulunduğu ulema ve suleha onlardan yüz çevirdiler. Bu durumu merhum Mahir İz beyefendi şöyle anlatır:

"O bıçaklı, tabancalı, tehditli seçimler, İkdam, Sabah ve Peyam-ı Sabah ve Peyam muharriri Ali Kemal Bey'in ayyuka çıkan feryatları, İttihad ve Terakki'nin mahiyet-i hakikiyesini bütün millete öğretmişti.

Meclis-i Mebusanda Dersim mebusu Lütfi Fikri Bey'in Bekirağa Bölüğündeki işkence hadiselerini kürsüden milletvekillerine ve gazetelerle bütün efkâr-ı millete arz edişi ve nihayet Tevfik Fikret'in yazdığı Doksanbeşe Doğru ve Han-ı Yağma manzumeleri o yağma ocağının mahiyetini bütün çıplaklığıyla meydana çıkarmıştı."

" Meşhur ulemadan Mustafa Sabri, Elmalılı Küçük Hamdi, Adanalı Hayret Efendilerle dersiamlardan tanınmış kimseler, Mehmet Akif Bey, Babanzâde Naim Bey gibi, isimleri devrin tarihinde ebedileşmiş zevat, bidayette, kemâl-i safvet ve samimiyetlerinden dolayı bu dolaba girmişlerdi. Fakat çabuk başları döndü, tertemiz sıyrıldılar ve muhalefete geçerek halkı ikaz etmek istediler. Ne fayda ki iş işten geçmiş komite maksadına nail olmuş, devlet otoritesini eline geçirmişti."

O günleri idrak eden merhum Ramazonoğlu Sami Efendi hazretlerinin merhum Ali Ulvi Kurucu'ya söylediği şu ifadeler de çok düşündürücüdür; "O günlerde insanların, siyaset kavgaları içinde bir tavuk kadar kıymetleri yoktu. Muhalifler vurulup öldürülüyordu." 

Burada meseleyi hitama erdirirken, merhum âlim Ahmed Feyzi Kul'un şu yorumlarını da ekleyelim;

"Âyet-i kerimenin "sizden zalim olanlar" manasına olan fıkrasının 1912-1913 tarihlerini göstermesi ve diğer veche-i hesabiyelerin bunu aynen teyid etmesi çok şayan-ı hayrettir. Çünkü tarihî bilgimize müracaat edince bu tarih, merkez-i İslâm olan memleketimizde masonların ve Avrupa hayranı İslâm düşmanlarının mukadderatımıza hâkim olduğu ve fiilî tesirlerini icraya başladığı tarihtir. Filvaki' ekseriyeti mason ve memleketimizi ve milletimizi gayr-ı İslâmî bir mecraya sevk etmek ve kendi tabirleriyle milleti garplılaştırmak kararıyla işe girişen İttihadçılar, bu tarihte milletimizin başına musallat olmuş ve masonluğun emr-i iradesini tatbike başlayarak 1914'te milletimizi Birinci Cihan Harbi gibi milyonlarca kurban verdiğimiz müthiş bir helâk cehennemine sürüklemişlerdir."

"İttihatçıların içinde dindar ve sahib-i hamiyet ve hüsn-ü niyet sahibi kimselerin de mevcudiyeti şüphesiz kabil-i inkâr değildir. Fakat onlar masonların umumî tesiri altında kalmış ve onların ihtirasat ve telbisatına kurban gitmişlerdir.. Bununla beraber İttihatçıların kâffesinin mason olduğu da iddia edilemez. Fakat masonların telkinatına tâbi' ve zehirli fikirlerinin tesiratı altında kalmış, İslâmiyet'e düşmanlıkta ve garb hayranlığında onların peşinden giden kimseler olduğu ve mason âmâline şuursuzca hizmet ettikleri de muhakkaktır."

Huzur Dersleri

Siyaseten elini çekip, ilmi hizmetlerle uğraşan Hamdi Efendi, 1915-17 seneleri arasında, saraydaki Huzur derslerine "muhatap" olarak davet edildi. Huzur dersleri sarayda, padişahın huzurunda Ramazanda başlayan ve ay boyunca devam edip, sekiz derste bitirilen ilmi sohbetlerdi. Bu derslere "Huzur-u Hümayun Dersleri" denirdi.

Huzur derslerine mukarrir denen ve dersleri veren bir hocaefendi ile ona çeşitli sorular sorarak dersin daha verimli geçmesine vesile olan ulema- ki, bunlara muhatap denirdi- ve saray erkânı katılırdı.

Dâr'ül Hikmet'il-İslamiyye Âzâlığı

Elmalılı Hamdi Efendi 4 Ağustos 1334(1918)'de, 5000 kuruş maaşla Dar'ül Hikmet azalığına getirilmiş, 2 Nisan 1335'te de, 10.000 kuruş maaşla, bu müessesenin reisliğine getirilmiştir.

Dar'ül Hikmet, Şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan, İslam'a ait gerek içeriden gerek Avrupa'dan gelecek soru, istifham ve şüphelere cevap verecek şekilde düşünülmüş bir nevi yüksek âlimler konseyi idi.

1 Eylül 1918 tarihli gazetelerin yazdığına göre; "Dâr'ül Hikmeti'l-İslamiye azalığına, Medrese-i Süleymaniye ilm-i kelam dersiâmından Arapgirli Hüseyin Avnî.. Tefsir-i Şerif müderrisi dersiâmlarından Bergamalı Cevdet.. İlm-i nefs ve ahlak müderrisi dersiâmından Şevket.. Mantık müderrisi dersiâmından Elmalılı Hamdi.. Fuzalay-ı mutehayyizeden Haleb me'busu Şeyh Beşir.. Şam ulemasından Şeyh Bedreddin.. Senedat-ı hâkaniye Şer'i memuru Haydarizade İbrahim.. Amasya müftüsü Mustafa Tevfik.. Bediüzzaman-ı Kürdî Efendiler.. ve baş kitabetine de, Dar'ül Hilafetil-âliye müderrisi, Edebiyat-ı Türkiyye müderrisi ve Sebilür Reşad baş müellifi Mehmed Akif Bey tayin buyrulmuşlardır. Not: Dar'ul-Hikmetil İslamiye riyaseti vekâletine fetva emini Ali Rıza Efendi Hazretleri tayin kılınmıştır."

Evkaf Nazırlığı ve Senato Azası Oluşu

Meşrutiyet sonrası memleket kendisini İttihadçı-itilafçı parti çekişmeleri içinde buldu. Bu sıralar Hamdi Efendi tarafsız bir politika sürdürmeye ve sırf ilmi hizmetlerle uğraşmaya özen göstermiştir.

Birinci Dünya Savaşından yenik çıkılmasıyla, İttihatçıların ileri gelenlerinin ülke dışına çıkması üzerine İtilafçılar İstanbul'a döndüler. Birbiri ardı sıra kısa süren hükümetler gelip geçti.

Birinci Damat Ferit hükümeti kurulduğunda kendisine Evkaf nazırlığı (bakanlığı) görevi teklif edildiyse de, red etti. Ama ikinci defa gelen ve padişahın yazılı emri ile iletilen teklife hayır diyemedi. Bu görevini de canla başla yapmaya çalıştı. Bu arada İrşâdu'l Ahlâf fi Ahkami'l Evkaf adlı eserini bastırdı.

Damat Ferit Paşa kabinesinin istifasından sonra bakanlığı sona eren Hamdi Efendi, daha sonra Ayan meclisine(Senato) kaydı hayat şartıyla üye seçildiyse de o da uzun süreli olmadı. Çünkü 1922 senesine gelinmiş ve Osmanlı Devleti tarihe karışmıştı.

Tutuklanması ve İstiklal Mahkemesinde Yargılanması

Memleketin düşmandan temizlenmesi ve İstanbul'a milli kuvvetlerin girmesinden kısa bir süre sonra, Milli Mücadele sırasında İstanbul hükümetlerinde görev yaptığı için İstiklal Mahkemesi'nce gıyabında idama mahkûm edildi. Kısa bir süre sonra, bir polis baskını ile Fatih'teki evinden alındı ve yine polis nezaretinde Ankara'ya götürüldü.

Mahkûmiyet günleri kısaca şöyle anlatılıyor: "İlk gecesini adi suçlularla beraber geçiren bu asil insan, 20 seneye mahkûm bir katilin dikkatini çeker. Bu mahkûm arkadaşlarına şöyle der; "Arkadaşlar! Bu adam bizlere hiç benzemiyor; nasılsa aramıza düşmüş; bizim misafirimiz sayılır. Ona rahatça yatabileceği bir yer bulmalıyız." Ve kendisine rahat edebileceği bir yer hazırlanır.

Daha sonra o zamanın ünlü hukukçusu ve Ankara Kadısı Ali Himmet Berki, bu eski arkadaşının Ankara'da hapishaneye düştüğünü öğrenir öğrenmez, hemen evinden bir yatak gönderir ve ihtiyacını sordurur." 

Hocaefendi mahkemede avukat tutmayıp, kendi savunmasını kendisi yaptı. Sonunda 40 gün süren mahkeme safahatı, Bilmen merhumun ifadesiyle; "siyasi şaibelerden berî, nezih bir sima-yı ilmü irfan olduğu" anlaşıldığından beraatla sonuçlandı. Ankara'daki dostları tarafından uğurlanan Hocaefendi, trenle İstanbul'a avdet etti.

İnziva dönemi:

İdamla yargılandığı bu mahkeme sonrası Hamdi Efendi, evinde inzivaya çekilmeyi yeğledi. Bu devir "ecnebi muahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli değişimler vücuda geldiği" bir devir ve devredir.

O devreyi, yine Rıza Tevfik Bey şiirinde ne güzel anlatır:

"Çok kimseye şimdi vatan mezardır.

Herkesin beladan nasibi vardır.
Selamete eren pek bahtiyardır.
Bu şeb-i yeldanın şen sabahına."

O da, emsali birçok kişi gibi "Eğer hahi selamet der kenarest"(Eğer selamete ermek istiyorsan kenarda dur") sözüne tevfik-i hareket ederek, zaruri haller dışında evinden dışarı çıkmamıştır. Gerçi bu inzivayı da toplumun sorunlarından el etek çekmek manasına anlamak yanlış olur. Bu konuda merhum Ömer Nasuhi Efendi şunları yazar; "Mehmed Hamdi Efendi, son senelerinde münzeviyane bir halde yaşıyordu. Fakat bu inziva, kendisinin alakasını hayat âleminden kesmesi değildi, o inziva âleminde de bütün İslam şuununu(işlerini) takip ederdi. İslam muhitine, İslam esasları dâhilinde nezih bir fikir aşılamak gayretinde bulunurdu."

Tevhid-i tedrisat kanunu gereğince medreseler lağv edilince, diğer dersiâmlar gibi kendisi de boşta kalmış ve bir müddet maddi sıkıntıya duçar olmuştur.

1922 yılından itibaren, Fransızcadan tercüme ettiği ve tutuklanmasıyla yarım kalan Metalib ve Mezahib adlı Felsefe tarihinin çevirisini hızlandırarak, 1925'te bastırdı.

Bu dönemde, Mısır hidivi Abbas Halim Paşa'nın teşvikiyle İslam Hukuku Kamusu hazırlamaya başlamış, fakat eserini yarıda bırakarak, Hak Dini Kur'an Dili'ne başlamıştır. Denebilir ki, yirmi yıl kadar devam eden bu inziva safhası "Hak Dini Kur'an Dili" adındaki Türkçe tefsiri hazırlamasına imkân vermiştir.

Hak Dini Kur'an Dili'nin Yazılması

Elmalılı denilince ilk akla gelen şey olan ve emsalsiz denebilecek bir özellikte bulunan Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirin yazılış hikâyesini

Prof. Dr. Suat Yıldırım Bey şöyle anlatıyor; "Cumhuriyetten sonra medreseler kapatıldı; okullarda Arapça dersi kaldırıldı. Artık Kur'ân-ı Kerim'i anlayıp anlatacak bir nesil bu okullardan yetişmeyecekti. Öte yandan yanlışlarla dolu Kur'ân tercümeleri piyasaya çıkmaya başladı. Dini gayret ve hamiyeti olan Kastamonu Mebusu Mahir Bey, Denizli Mebusu Mazhar Müfid Bey gibi zatların teklifi ve Diyanet Müşavere Heyeti azası Aksekili Ahmed Hamdi Bey'in gayreti ile, Türkçe bir tefsir ve meal hazırlatma kararı Büyük Millet Meclisinden çıkarıldı. Bu iş için on iki bin lira tahsisat ayrıldı. Diyanet Reisi Rıfat Börekçi ve Hamdi Efendi'nin talebesi olup, o sırada Diyanet İşleri başkan muavini olan Ahmed Hamdi Efendi'nin ısrarları ile M. Hamdi Tefsîri, M. Akif de meali hazırlamayı kabul etti. Fakat M. Akif'in Mısır'dan meal gönderme konusundaki tereddüdü ve sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı ile yaptığı anlaşmayı feshetmesi üzerine, meal de M. Hamdi Efendi'nin uhdesine geçti."

Yazır Hocaefendi'nin büyük bir dirayetle kaleme aldığı bu şaheser, Ömer Nasuhi Bilmen hazretlerinin ifadesiyle; "Türkçe'de nâziri bulunmayan pek kıymetli bir tefsirdir. Bizim için bir ilim ve irfan hazinesi sayılmaya layıktır."

1934'de geçirdiği kalp krizi hocaefendiyi bir ay yatağa mahkûm etti. Bu da eserini tamamlayamama endişesi ve bunun sonucu bazı yerlerin ilk ciltlerin aksine kısa geçilmesine sebebiyet verdi.

Bu durumu Ömer Nasuhi merhum şöyle anlatıyor; "Merhum müfessir bu güzide eserini yazarken son senelerinde ağır bir kalp hastalığı içinde kıvranıp duruyordu. Kendisini her ziyaret ettikçe, tefsirini ikmale muvaffak olamayacağı endişesini izhar ediyordu. Acizleri de bu muhterem üstadın ömür ve afiyetine dualar ederek, hüsnüniyetle başlamış olduğu bu hayırlı eseri ikmale muvaffak olacağına dair kanaatimi kendisine arz ediyordum. Ne kadar şükrana şâyândır ki, bu mübarek eseri ikmale muvaffak oldu, intişarını müşahede etti."

1926 senesinde yazımına başlanan bu mübarek tefsir, 12 sene içinde bitirildi. Eser 1935 senesinden itibaren cüz cüz basılmaya başlandı. Nihayet 1938 yazında çalışmalar sona erdi ve eserin son kısımları da baskıya girdi. Hak Dini Kur'a Dili, Diyanet İşleri Reisliği bütçesinden verilen tahsisat ile, 1935-1939 seneleri arasında Ebü'z- Ziyâ matbaasında on bin takım olarak basılmış, iki bin takımı müellifine verilmiş, kalanı parasız olarak halkın istifadesine arz edilmiştir.

Prof. Dr. M. Orhan Okay hocamız; "İri puntolu hurufatla güzel bir kâğıda basılmış olan ilk baskısını, o zamanki Diyanet İşleri Reisliği, bir dilekçe yazana, dokuz cildini birden bedava gönderiyordu" diye yazmaktadır.

Son Yılları Ve Vefatı

Elmalılı Hamdi Efendi, tefsirinin yayınlanmaya başlamasından sonra yine Diyanet İşleri Başkanlığının isteğiyle, Hindistan'ın bağrından çıkmış, büyük müceddid Şah Veliyullah Dehlevi'nin Huccetullahi'l-Baliğa adlı şaheserini Arapçadan tercümeye girişti.

Ama uzun senelerdir çekmekte olduğu kalp hastalığının ağırlaşması bu teşebbüsü yarım bıraktı. Nihayet 27 Mayıs 1942 Çarşamba sabahı, bu fena yurdundan rıhlet emrini aldı ve Erenköy'deki Sahra-i Cedit mezarlığında, babasının yanında defnedildi. Allah Rahmet eylesin.

"Gitti Türk'ün en büyük âllamesi"(1361) ifadesi ölümüne tarih düşürülmüştür. Tahir ül Mevlevi'nin kaleme alıp, Hamdi Efendi'nin kardeşi hattat Mahmud Bedreddin Yazır'ın hattıyla yazılan şu şiir ise kabir taşına hak edilmiştir:

"Hamdi-i fâzıl Bekaya gitti âh

Rahmet etsin ruhuna Allah hû

Müjde, gufranını bildirmede

Rıhlet tarihi; Mağfurun leh(1361)

-Devam Edecek-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Salih Okur, 2008-06-17 01:24:22

Nuri Bey,çalışmanın son bölümü 15 gün sonra kısmetse yayınlanacak. Kaynakların tamamı orada var.İlginize teşekkürler.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Nuri, 2008-06-15 09:22:20

Güzel bir tanitim. Kaynaklari verseydiniz iyi olurdu.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.

Lokman,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalaletten çıkarıp doğru yola sevkeder, ahirette de kötü hesabtan korur

Ravi:Ä°bnu Abbas(r.a.)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI