Cevaplar.Org

MUHAMMED SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE SAHABE HAKKINDAKİ ŞÜPHELER ÜZERİNE

Prensip olarak her konuyu uzmanlarına sorup, sizlere sunmaya gayret ediyoruz. Bazı Şii kesimler ile onların tahkiksiz mukallitlerinin ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri bazı tarihi meseleleri, bize göre ülkemizde bu konuda en önemli eseri kalem


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2008-01-13 22:58:16

Prensip olarak her konuyu uzmanlarına sorup, sizlere sunmaya gayret ediyoruz. Bazı Şii kesimler ile onların tahkiksiz mukallitlerinin ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri bazı tarihi meseleleri, bize göre ülkemizde bu konuda en önemli eseri kaleme almış olan Rabbani âlim Muhammed Salih Ekinci Hocaefendiye yöneltmeye karar verdik.

Hocamızın kaynaklara vukufu gerçekten çok şaşırtıcı. Çok zengin kütüphanesinde konuyla alakalı Sünni-Şii hemen hemen bütün eserlerin var olduğunu söyleyebiliriz. Kendisiyle görüşen herkesin "daha önce böyle birine tesadüf etmemiştim" sözüne ben de katılıyorum. Daha 55 yaşında olan bu büyük âlim bizden ziyade Arap âleminde tanınıyor maalesef. Eserlerini Arabi kaleme alması da bunda bir etken sanırım. Artık dilimize çevriliyor olmaları sevindirici bir gelişme..

"Sahabe Dönemi" adıyla dilimize çevrilen Fasl'ül Hitap adlı risalesi röportajımızın etrafında döndüğü eser oldu. Ayrıca A'dan Z'ye son devir ulemasını sorarak yaptığımız enteresan bir mülakat daha var. Onu da ileri bir tarihte yayınlayacağız kısmetse.

Her müminin evinde olması gereken ve konuyla alakalı bütün soruları kapsayan Sahabe Dönemi'ne (0–332–2451035) numaralı telefondan, İstanbul'da Ravza,(0–212–5184396) ve Yasin, Ankara'da Arapça(0–312- 3116702) Kitapevlerinden ulaşabilirsiniz.

İlmi çalışmalarının kesafetine rağmen sorularımıza cevap verme zahmetinde bulunan 'Seyda'ya en kalbi teşekkürlerimizi arz ederiz. Saygılarımızla. Salih Okur

Soru: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden sonra bir halifeyi açıkça belirtmiş midir? Vefatından az önce yerine imamlığa Hz. Ebubekir'i geçirmesi bir işaret sayılır mı?

Cevap: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden sonra birisini açıkça halife olarak belirtmemiş, seçmemiş ama işarette bulunmuştur. Bu konuda değişik rivayetler vardır. Ezcümle, Buhari ve Müslim rivayetinde Hz. Ömer'in hançerlendiğinde söylediği şu sözdür; "Eğer ben size bir halife seçersem, benden daha hayırlı olan bir kimse (Hz. Ebubekir) de halife seçmişti. Eğer bir halife tayin etmezsem benden daha hayırlı olan kimse de (Hz. Peygamber) halife seçmemişti."

İbni Hümam bu konuda; "Çoğunluğun, "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) hiç kimsenin hilafetine dair bir beyanda bulunmamıştır " sözlerinin manası, kimsenin halife olmasını emretmedi demektir. Yoksa Allah'ın bildirmesi ile kimin halife olacağını biliyordu" demektedir.

İbn Teymiyye de Minhâc'üs- Sünne adlı eserinde bunu destekler mahiyette şöyle demektedir; " İşin gerçeği şudur ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Müslümanlara, Hz. Ebubekir'in halifeliğinden razı olduğu imajını vererek, çeşitli söz ve davranışlarıyla da överek bu ise sevk etmiş, onun hilafetini haber vermiştir. Şayet halifenin tayin edilmesi ümmetin içinden çıkamayacak kadar karışık bir mesele olsaydı, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) mazeretleri kesip ortadan kaldıracak bir şekilde bunu beyan ederdi."

Bu konuda iÅŸaretlere dair iki misalle yetinelim;

Hâkimin sahih senedle Müstedrek’inde naklettiği bir rivayette Enes bin Malik diyor ki; "Ben-i Mustalık kabilesinden bazıları Resulullah'a kendisinden sonra zekâtlarını kime vereceklerini sormamı istediler. O da cevaben; "Ebubekir'e" buyurdu.

İbn-i Ömer'in naklettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular; "Rüyamda gördüm ki bir kuyu başında kova ile su çekiyordum. O esnada Ebubekir geldi ve zorla bir iki kova su çekti. Allah onu bağışlasın. Sonra Ömer geldi, su çekmeye başladı. Kova büyük bir kovaya dönüşüverdi. Ben Ömer gibi çalışan bir babayiğit görmedim. Halk tamamen suya kandı ve herkes istirahata çekildi." (Buhari, Müslim)

Yine Peygamber Aleyhissalatu vesselamın vefat hastalığında Hz. Ebubekir'i imamete geçimesi, hilafetine bir işaret sayılmıştır.

Soru: Hz. Ali'nin Hz. Ebubekir'e beyatında bir gecikme söz konusu mudur?

Cevap: Hz. Ali'nin beyatının Hz. Fatıma'nın vefatından sonra olduğunu gösteren rivayetler olduğu gibi işin başında olduğunu gösteren rivayetler de vardır. Beyhaki, Fatıma'nın vefatından sonra olduğuna dair rivayetin zayıf olduğunu Ebu Said'den gelen ve beyatın gecikmediğini belirten rivayetin sıhhatinin daha iyi olduğunu söylüyor.

Bu iki rivayetin ortasını bulan İbnu Hacer, İbni Kesir gibi âlimler Hz. Ali'nin ilk günlerde beyat ettiğini, ama daha sonra Hz. Fatıma ile halife arasında Fedek arazisi ihtilafı çıkınca, hanımının gönlünü hoş tutmak için Hz. Ebubekir'den uzak durduğunu, onun vefatıyla da hemen beyatını tazelediğini belirtiyorlar.

Hülasa, İbnu Hacer'in dediği gibi; " Sahabe Hz. Ebubekir'in halifeliğinin hak olduğunda icma etmiştir. Bu icma yeterlidir. Nitekim icma tevatür seviyesine ulaşmayan nasslardan daha üstündür. Zira icmaın hükmü katidir. Bu tür nassların ise zannidir."

Süfyan Sevri'nin sözü ile cevabımızı bitirelim: "Kim ki Hz. Ali hilafeti daha çok hak etmişti derse Hz. Ebubekir'i, Hz. Ömer'i, muhacirleri ve ensarı hataya düşürmüş olur. Benim görüşüme göre, o kişinin bu inançta olduğu müddetçe göğe kaldırılan(huzur-u ilahiye varan) sahih bir ameli olmaz."

Soru: Peygamber Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) vefatına birkaç gün kala kendisinden sonraki halifeyi yazılı olarak ümmete bildirmek istediği, bunun bazı sahabelerce engellendiği ve böylece Al-i Beytin hakkının gasbedildiğini iddia edenlere ne dersiniz?

Cevap: Bu hadiseye İslam tarihinde kırtas(kâğıt) hadisesi denilir. Zira Resul- u Ekrem(Sallallahu aleyhi ve sellem) yazı yazdırmak için bir kâğıt istemişti.

Bu, açıklığa kavuşmayı bekleyen meselelerdendir.

Resulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem) vefat hastalığında, baş ağrılarının iyice şiddetlendiği bir zamanda şöyle dedi: "Bana yazılacak bir şey getirin, size bir yazı yazdırayım, ta ki bir daha asla dalalete düşmeyesiniz." Orada olan bazı kimseler, ağrıların şiddetinden Resulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem)'in sayıkladığını sandılar. Diğerleri kâğıdın getirilmesini istediler. Tartışma ve gürültü çoğalınca Efendimizin (Aleyhissalatu vesselam) rahatsız olacağını, ümmetin de sıkıntıya maruz kalacağını ferasetiyle sezen Hz. Ömer(RA); "Resulullah'ın (Aleyhissalatu vesselam) ağrıları arttı. Sizin elinizde ise Allah'ın kitabı var. O bize yeter" dedi. Buna rağmen gürültü devam edince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem); "kalkınız" buyurdu ve dağıldılar.(Buhari, Müslim)

Burada mühim olan husus şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadiseden sonra birkaç gün daha yaşadı ve hastalığı da hafifleşti. Ama o bu günlerde kendisinden sonraki halife için bir açıklamada bulunmadı. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi bir durum olsaydı bunu o zaman açıklardı. Hâlbuki kendisi bu zaman zarfında önemli bulduğu bazı konularda ümmetini son bir defa uyarmıştır. Mesela; "Namaza ve zekata sarılın ve elleriniz altındaki köleler hakkında iyi davranın" veya "Peygamberlerinin kabirlerini mescit yapanlara Allah lanet etsin" buyurması gibi..

Beyhaki bu konuda ne güzel der; "Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem) 'in arzusu, onların kesin muhtaç oldukları bir şeyi yazmak olsaydı, onların tartışması ya da başka bir sebepten dolayı asla yazmayı terk etmezdi. Çünkü Allah, Ona (Sallallahu aleyhi ve sellem):"Sana indirileni tebliğ et" buyurdu."

İslam dâhilerini anlatan Abkariyat serisi ile meşhur Mısırlı Mahmud Akkad'ın yorumu da çok isabetlidir: "Hz. Ömer'in Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz Ali'yi halife seçme düşüncesi arasına girdiğini söylemek meseleyi bilen herkesi kötüleyen bir gabavettir.(ahmaklıktır) Hem daha sonraki günler Hz. Peygamber bu hususta Hz. Ali'yi çağırabilirdi ve bunu yapmadı. Halifeliği bırakmak ise söylenecek bir kelime ve işaretten fazlasını gerektirmez.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zorunlu olmayan bu sukutu şöyle dursun, geçmişe dönüp valileri tayin etmekteki sünnetlerine baktığımızda görüyoruz ki, O(Aleyhissalatu vesselam) kendi akrabalarını valilikten hep uzak tutmuştur.

Soru: Efendimizin Hz. Ali hakkında "Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir" ve Hz. Ali''ye "Sen bana göre Musa'ya göre Harun gibisin" buyurması Hz. Ali'nin kendisinden sonra halife olması gerektiğine açık işaretler değil midir?

Cevap: İsterseniz ilk önce ikinci hadisi ele alım. Bu hadisten böyle bir mana çıkartılamaz. Zira bu hadis Tebuk seferi sırasında söylenmiştir. Romalılara karşı harekete geçen İslam ordusu bu sefere ciddi olarak hazırlanıyordu. Ashabı Kiram'dan herhangi birine Resulullah'ın(Sallallahu aleyhi ve sellem) hazır bulunduğu cihad ordusundan geri kalmak ölümden beterdi ki, hele bir de bu Allah'ın Aslanı Ali(kv) olursa. İşte, ordudan geri kalmanın ızdırabını taşıyan Hz. Haydar'ı Resulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem) bu şekilde teselli buyurmuş oldu.

Ayrıca bu hadiste benzetilen şahıs Harun(AS)dur ki onun halifeliği Hz. Musa'nın Tur'dan dönüşü ile sınırlı idi. O zaman Hz. Ali'nin ki de Resulullah'ın(Sallallahu aleyhi ve sellem) Tebuk dönüşü ile sınırlı olmayı gerektirir. Mesela Resulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem) Veda Haccında Medine'de başka bir zatı vekil bırakmıştı..

İcma-ı ümmet göstermiştir ki, Peygamberden sonraki halife Hz. Ebubekir'dir. Eğer bu hadisten ümmetin çoğunluğu halife olmayı anlasaydı elbette Ben-i Sakife toplantısında bu dile gelirdi. Aksini düşünmek Ashabı Kiram'ı büyük bir töhmet ve zan altında bırakır ki, Müslüman'ın düşünebileceği bir şey değildir.

İlk hadisi anlamak için de yine söylenme sebebi(sebeb-i vürud)ni bilmemiz gerekmektedir. Hz. Ali Yemen'e gönderilirken insanlık hali bazı davranışlarından bazı kimseler rahatsız oldular. Geri dönüşte bu rahatsızlık Resulullah'ın(Sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda tekrar edilince Efendimiz(Sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözlerle o düşünceleri kırdı..

Şia düşüncesi bu hadiste geçen "Mevla" kelimesini "Evla" manasına alıyorlar ki, en yakın, en ehak demek oluyor. Hoş böyle olsa da yine kendilerine delil çıkmıyor. Çünkü evla manası olunca, başka hak sahipleri de var ama en öncelikli Hz. Ali gibi bir mana çıkıyor. Bunu delil getirenler ise, evla kelimesinden sadece Hz. Ali haklı manasını çıkarıyorlar.

Hâlbuki Mevla kelimesi birçok manaya gelse de evla manasına haml edilemiyor. Ehl-i Sünnet âlimleri Mevla kelimesinin mahbup (sevilen) manasına geldiğini zikrediyorlar.

Hem böyle bir durum olsaydı, Hz. Ali bunları gerek Hz. Ebubekir halife seçilirken, gerek Hz. Osman halife seçilirken söylemesi, delil getirmesi gerekirdi ki, yapmamıştır. Bilakis kendisi sarahatle demiştir ki Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem) ne onun ne de başkasını halife olduğuna dair sarih bir beyanda bulunmamıştır.

Soru: Hz. Osman'ın akrabalarını idarenin başına getirmesi bazılarınca tenkit edilmekte. Bu konuda neler diyebiliriz?

Cevap: Evvela, kişinin akrabalarını eğer ehil kişiler ise idareye getirmesi tenkit edilecek bir şey değildir. Eğer öyle olsa Hz. Ali'nin de bu tenkitten kurtulmaması gerekirdi. Mesela o da İbn-i Abbas'ı Basra'ya, Ubeydullah bin Abbas'ı Yemen'e, diğer amcaoğlu Kusem'i Mekke ve Taif'e vali tayin etmişti.

Üstad Kürd Ali'nin dediği gibi; "Hz. Osman'ın akrabalarına ve kavmine itimad etmesi, hikmet ve siyaset kurallarındandır. Nitekim onlar, Hz. Osman'ın güvendiği kişiler olup, onun başarıya ve gayelerine ulaşmasını en fazla isteyen kişilerdi."

Tarihen sabit olduğu üzere de Hz. Osman'ın idarecileri İslam'a hizmet etmişler ve dini güçlendirmişler. İslam'ın sınırları bu dönemde Endülüs'ten Kabil'e kadar uzanmıştır.

Bir husus daha var ki, onu da İbn Teymiyye belirtiyor: "Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Osman'ın sülalesi olan Emevilere idarecilik veriyordu. Ondan sonra gelenler de buna devam ettiler. Kureyş kabileleri arasında Emeviler kadar Peygamber(Sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından idarecilikler verilmiş başka bir kabile görmüyoruz. Zira bunlar hem sayıca çoklardı, hem de şerefli insanlardı."

Sonuç olarak bu durum, Hz. Osman'ın o zaman şartlarını nazara alarak yaptığı idari bir içtihaddır. Halife ve emirin, idarecileri seçerken dikkate aldığı bazı hususlar vardır ki, herkesi bu konuda ikna etme ve her zaman takva yönünü tercih etmeye gücü yetmez.

Soru: Hz. Osman zamanında fitnelerde başrolü oynayan Yahudi dönmesi İbnu Sebe'nin varlığını bazı kimseler kabul etmiyorlar. Bu konuda neler diyeceksiniz?

Cevap: Bu iddiayı ortaya atanlar bazı müsteşrik(oryantalist)ler ile bir kısım Şiilerdir. Yaşadığına dair ise Ehl-i Sünnet ve ekser Şia tarihçilerinin icmaı vardır. Hatta meşhur oryantalist ve Macaristan Yahudilerinden Goldziher bile "İbn-i Sebe'nin Hz. Osman döneminde çıkan fitnelerde parmağı olduğunu " itiraf ettikten sonra kalkıp bu meseleyi red etmek allame Zahid-ül Kevseri'nin ifadesi ile "Yahudilerden fazla Yahudicilik olur."

Büyük araştırmacı Rabbani âlim merhum Ebul Hasan en Nedvi, El Murteza adlı şaheserinde onun yaptığı tahribata şöyle değinir: "Tarihten bildiğimiz ve yaptığımız araştırmalara göre, Abdullah İbn Sebe'nin planlı harekât kadar başarılı ve onun kadar eserler ve tohumlar bırakan bir harekât gerçekleşmemiştir."

Kaleyi içten çökertme taktiği ile Aziz Pavlos'un şahsında Hıristiyanlığa sızan Yahudi girişimi, aynı oyunu bu sefer Abdullah İbnu's Sevda(Sebe) denilen dessas Yahudi'nin eliyle oynamak ve İslam'dan Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadir, Beni Kureyza ve Hayber olaylarının intikamını almak istemişti.

Hz. Osman zamanında güya İslam'a giren ve onun şehadetinin en büyük amili durumuna gelen bu adamın faaliyetlerini kardeşlerimiz eserimizden okuyabilir. Burada fazla uzatmamak için Abdülkahir el Bağdadi'nin onun hakkındaki kanaatini kısaca verelim; " İbnu's Sevda Yahudiliğe tutkundu. Hz. Ali ve evlatları hakkında teviller yapmak suretiyle Müslümanların dinini bozmak ve onların Hz. Ali hakkında, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında düşündüğü gibi düşünmelerini sağlamak istiyordu. Tabii bu sapıklıklarını yaptığı teviller arasında gizliyordu."

Şayet o olmasaydı bu propagandalar dar çerçevede kalacaktı. Hatta Hz. Osman ve büyük sahabeler hikmet ve dirayetleri ile bu fitnelerin kökünü kalplerden söküp atabileceklerdi. Böylece, yaşanan bazı sıkıntılar bir kışkırtma, bir başkaldırma, Medine'nin saygınlığını çiğneme ve Resulullah'ın halifesi ve damadının kanını heder etme safhasına gelmeyecekti.

Önemli bir nokta da şudur; Kesin olan bir şey vardır ki Hz. Osman zamanında Ricat fikri (Hz. Peygamberin tekrar dünyaya dönüp, hilafeti Ehl-i Beyte vermeyenleri cezalandıracağı gibi) gibi akaidde sarsıntılar ve içtimai hayatı sarsan bazı anarşik hadiseler ortaya çıkmıştır. Bunu bir gizli komitenin gaye sinsice yaptığı kesindir. Bu muharrikin varlığı kati olduktan sonra isminin şu veya bu olması çok da önemli değildir.

Soru: İslam tarihinin Ashab ihtilafı ile alakalı kısımları tabiri caizse mezelle-i akdam (ayak kaydıran) bir zemin. Bu hususta dikkate almamız elzem olan hususlar sizce nelerdir?

Cevap: Bu konuda evvelen herkesin bilmesi gereken husus şudur: Maalesef şimdiye kadar tenkitli ve tetkikli bir "Sahabe tarihi" yazılamamıştır. Bunun sebeplerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;

1-Siyer ve İslam tarihçileri hadiseleri nakletmekte çok esnek davranmışlar ve önlerine gelen her bilgiyi, senedin sıhhatini dikkate almadan nakletmişlerdir. Bir bakıma bu zarurettir. Yoksa amellerin faziletleri, tarihi hadiseler, hasais(nebevi hususiyetler), irhasat ve mucizat gibi rivayetleri nakletme hususunda senedlerin sahihliğine bağlı kalınır, zayıf rivayetlere yer verilmezse, eldeki bilgi az olur. Bundan dolayı da tarihçiler bu gibi rivayetlerin sened ve rivayet yönüne dokunmayıp daha fazla dirayet bakımından ele almışlardır. Hatta öyle ki, hadiste zayıf gördükleri ravilerin rivayetlerine tarih hususunda itimat etmişlerdir.

2-Sahabe arasında geçen ihtilaf meseleleri ve hadiseler yaklaşık 100 sene geçtikten sonra kaleme alınmıştır. Bu hususta rivayetlerin çoğu ilk olarak Şii tarihçilerce derlendi. Bu konuda kaynak gösterilen iki kişi var. Biri Ebu Muhannef'tir. Bu zatın Sıffin Savaşı ile ilgili yalanlarla dolu bir kitabı vardır.

Diğeri yine aşırı bir Şii ve yalancı olan Hişam bin Muhammed bin es Saib el Kelbi'dir. O da Sahabeleri kötülemekle ilgili bir kitap yazmıştır.

Keza, daha sonraları bu konuları kaleme alan Mürucu'z Zeheb adlı tarih kitabının sahibi Mesudi ile Yakubi de bunlara yakın ve güvenilmez, sika olmayan kişilerdir. Bunlardan gelen rivayetlere çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Daha sonra gelen Taberi, Hafız İbn Asakir, İbn Kesir gibi tarihçiler bu hadiselerde rivayet toplama ve derleme yoluna giderek bunlardan da nakiller almışlar ve maalesef eserlerine güvenilmez bazı hususları koymuşlardır.

Muinuddin el Hatib bu konuyu ne güzel açıklıyor: "Taberi ve onun gibi güvenilir âlimlerin zayıf rivayetleri zikretmedeki durumları bu zamandaki kadıların durumu gibidir. Şöyle ki, onlar bir meseleyi araştırmak istediklerinde, her şeyin kendi kıymetine göre değerlendirileceğine güvenerek bu mesele ile ilgili ellerine ulaşan, delil olabilecek bütün meseleleri-bir kısmın zayıf ve değersiz olduklarını bilmelerine rağmen- toplarlardı. İşte Taberi ve seleften büyük tarihçiler ilmin bazı meselelerini bazı noktalardan olsan bile kaçırma endişesi ile nakledenin durumunun zayıf olduğunu bildikleri halde nakletmeyi ihmal etmiyorlardı. Ancak, onlar her rivayeti senedi ile birlikte zikrederlerdi ki okuyucu haberin kuvvetliliğini ravilerin sağlamlığından, zayıflığını da ravinin güvenilir olmayıp zayıf olduğundan anlasın. Böylece, emaneti eda ettiklerine ve ellerine ulaşan her şeyi okuyucuların önlerine serdiklerine kanaat ediyorlardı."

Daha sonra gelen tarihçilerden Suyuti Tarihi Hulefa'sına, Ebul Fida El Muhtasar fi Ahbari'l Beşer adlı eserine, Abdulvahhab en Neccar "El Hulefa ur Raşidun'a ve Şiblenci "Nur'ul Ebsar'ına ve diğerleri başka eserlere sağlam çürük ayırt etmeden bir sürü bilgiyi boca etmişlerdir. Özellikle Nur'ul Ebsar uydurma söz ve hadiselerle doludur.

İbn Esir de aynı şekilde davranmış, sadece bilgileri toplamış ama süzgeçten geçirmemiştir.

İbn-i Kuteybe'nin yazdığı iddia edilen "El İmame ve's Siyase" adlı kitap da bunlardandır. Sahabelerin hiçbirisini bırakmamış ve bütün faziletlerini yıkmış olan bu eserin İbn Kuteybe gibi bir büyük dimağa ait olduğunu düşünmek de güçtür. Kadı Ebubekir İbnül Arabî “El Avasım Minel Kavasım kitabında İbn-ül Hacer el Heytemi, Tathîr’ul Cenan’ında bu eseri şiddetle tenkid etmiş ve onun İbn-ül Kuteybe’ye ait olduğuna şüpheyle bakmışlardır. Muhibiddün el Hatip de bu kitabın kötü niyetli birileri tarafından İbnül Kuteybe’ye isnad edildiğini belirtmektedir.

Yeni kitaplardan Ömer Ferruh'un kaleme aldığı "Tarihu Sadril İslam ve'd Devlet-i Emeviyye bu gibi mayın dolu kitaplardandır. Keza Mustafa Asım Köksal'ın sadece derleyip tahkiksiz yazdığı İslam Tarihi, özellikle Kerbela Faciası adlı kitapları, Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa adlı eseri, Mevdudi'nin Hilafet ve Saltanat kitabı bu konuda itimad edilmeyecek rivayetlerin mebzul olduğu ve okuyucunun çok dikkat etmesini gerektiren eserlerdir.

-Hocam, verdiğiniz bu enfes bilgilerden dolayı size şükran borçluyuz.

-EstaÄŸfurullah..

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

hakan, 2011-01-28 02:03:30

Hocalarımızla mülakatlardan istifade ediyoruz. Bununla beraber eserlerin tenkidinin hangi noktada yapıldığının sarih biçimde yapılması istifadeyi artıracaktır.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

hamza, 2010-02-13 00:01:41

allah hocamızdan çok razı olsun

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ibrahim halil, 2009-04-22 15:52:21

e.a. hocamızı ilk bu siteden duymam ve yapmış olduğunuz röportajdan dolayı edindiğim bilgilerin beni çok tatmin etmesi hasebiyle sizler çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Abdullah, 2008-02-03 23:46:34

Fevkalade bir röportaj olmus.Cenab-ı Mevla c.c. ellerinizi bırakmasın.Barekellah...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Dursun, 2008-01-28 17:41:33

Enfes bir roportaj olmus. Cevaplar.org bu roportajlarla ciddi bir birikim olusturdu. Allah razi olsun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

Ä°nsan, 27

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.

Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Donanmayı Haliç'e İndirdi.(22 Nisan 1453) *T.B.M.M. Açıldı.(23 Nisan 1920) *Yavuz Sultan Selim Padişah Oldu.( 25 Nisan 1512) *Çernobil Nükleer Faciası.(26 Nisan 1986) *Sultan II.Abdülhamid Han Tahttan İndirildi.(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI