Cevaplar.Org

ALLAHIN VARLIK DELÄ°LLERÄ°-2


M.Ali Nefer

malinefer@mynet.com

2006-02-01 17:05:55

Kur'an-ı Kerim

Kur'an, Allah'ın varlığını ispat eden diğer bir delildir. Şu muazzam kâinattaki var olan her şey, bir yaratılış ayetidir ve Kur'an ayetleri bu yaratılış ayetlerini okuyarak, insanların anlayabileceği bir dile tercüme etmektedir. Yaratıcının güzel isimlerinin, yaratılıştaki düzenin gereği olan sebepler ağının gerisinde gizlenmiş manevi hazinelerini keşfedip insanların istifadesine sunmaktadır. Kur'an, ilâhî takdirin birbiri ardı sıra dizdiği hâdiseler zincirinin oluşturduğu şu kâinat kitabının satırları arasında gizlenmiş, Yaratıcı'yı tanımaya vesile olan gerçekleri açan bir anahtardır. Kur'an'ın lafızları ise; hidayet cevherinin birer parlak ışığı, iman hakikatlerinin kaynağı ve İslam esaslarının madeni, kelimeleri; hoş mânâların definelerine birer anahtar, ayetleri ise bir mücevher sandığı ve kemal hazinesinin ve ilim definesinin anahtarıdır.(1)

Dünyaya ait hükümleri ve gayba uzanan hakikatleriyle tevhidin temel taşı olan ve şuur sahibi insanları mevcudata kendileri için değil, o mevcudata vücud veren Yaratıcılarını tanıtmak için bakmaya davet eden Kur'an'da, Allah'ın varlığını ispat eden delilleri "İnayet ve gaye delili", "hüdûs ve ihtira delili" ve "imkân delili" olmak üzere üç başlık halinde kategorize edebiliriz.

İnâyet ve gaye delili

Bu delilin özeti, kâinatın mükemmel nizamının gösterdiği üzere, yaratılışta kusursuz bir sanat sergilenmiş ve hikmetli faydalar gözetilmiş olmasıdır. Bu ise kâinatın yaratıcısının kasd ve hikmetini ispat etmekte; tesadüfen yaratılmış olma düşüncesini kesinlikle reddetmektedir. Çünkü, mükemmellik ve kasd, irade ve ihtiyarsız (isteğe bağlı olmaksızın) olamaz. Kâinatın bütününde ve ayrıca her bir parçasında bulunan inayet ve gaye, bu düzeni onlarda düzenleyen varlığa, her varlıkta görülen hikmetli işler ve güzellikler bunları yaratan bir Zât'a açıkça işaret etmektedir. Bu varlığın üstün sıfatlara, sınırsız ilme, sonsuz kudrete sahip olması gerekir ki, kâinatta hüküm süren hayret verici intizam ve hikmet dolu işler makul bir şekilde açıklanabilsin. Üstün nitelikleri bulunan bir yaratıcıyı inkar etmek, kâinattaki düzeni, insanı hayrette bırakan engin sanatı, varlıklardaki gaye ve hikmeti inkar etmek anlamına gelir ki, bu mümkün değildir.


Eşyanın insanlara ve diğer mahluklara sağladığı faydalardan bahseden bütün Kur'an ayetleri inayet ve gaye delilinin konusunu teşkil etmektedir. Bu ayetlerin sonlarındaki "Hiç düşünmüyorlar mı?", "Hiç düşünmezler mi?", "Hiç düşünmez misiniz?", "İbret alın"(2) gibi ifadeler, bu faydaları düşünmek üzere akla havale etmekte ve aklı vicdanla istişareye yönlendirerek bu delili zihinlerde yerleştirmektedir. Kâinata ince ve derinlemesine bir nazarla bakılacak olursa her bir zerresinde, her bir hareketinde eşsiz bir inayetin izleri görülecektir. Bunun yanı sıra her bir şey apaçık bir gayeye yönelik bulunmaktadır. Bütün bunlar var oluşun bütün yönleriyle alakalı birer mülahazadır.(3)

Hüdûs ve ihtira delili
Yok iken sonradan var olmaya hüdûs, bu şekilde sonradan var edilen varlıklara ise hâdis denilir. Hüdûs delilini kısaca şöyle bir kıyasla ifade etmek mümkündür: Âlem, bütün parçalarıyla hâdistir. Her hâdis olanın bir muhdise ihtiyacı vardır. O halde, bu âlemin de bir muhdisi vardır ki, O da hâdis olmayan Allahu Teala'dır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu delili şöyle anlatır: Âlemin değişken olduğu apaçık ortadadır. Bir şey, değişken ise, aynı zamanda hâdistir; yani sonradan vücut bulmuştur. Bir şey hâdis ise, onun bir muhdisi, yani var edeni vardır. Öyle ise bu kâinatın bir var edeni olması mantıkî bir zorunluluktur. İnsan, "şimdi" ve "burada" yaşamaktadır. Onun sınırsız duygu ve kabiliyetleri vardır ve gözü önünde, akıl, kalb, dil, göz gibi kabiliyet ve duygularıyla muhatap olduğu eşşiz bir âlem uzanmaktadır. Bu eşşiz âlemin her bir mevcudu, kendi varlığıyla, insana birşeyler söylemektedir. Kâinat tarafsız ve isteyenin istediği gibi yorumlayabileceği bir alan değildir. İnsan ya kâinatın her bir mevcudunun hal diliyle söylediğini işitecek veyahut kendi vehmince bir yoruma kalkışacaktır. Gözlemlediği şu mevcudat âlemi, bakıp da görebilen her insana, her bir mevcudun yoktan var edilişini anlatmakta ve üzerinde görünen özelliklerle onu var edeni tanıtmaktadır.(4)

 

Kâinattaki varlıkların kendi kendilerine olamayacağını ve bu varlıkların hüdûs lisanıyla Yaratıcılarının varlığına kesin bir delille işaret etmektedir. Hüdûs hakikatı, kâinatın her köşesinde mevcuttur. Bu hakikate başta göz olmak üzere akıl da şahittir. Çünkü gözün önünde her sene güz mevsiminde her birisinin sınırsız fertleri bulunan ve herbiri hayat sahibi bir kâinat hükmünde olan yüzbin çeşit bitki ve hayvanlar, o âlem ile beraber ölüp gitmektedirler. Fakat bu ölüm öyle bir muntazam ölümdür ki; bu varlıklar, haşir ve neşirlerine sebep olan ve rahmet ve hikmetin mucizeleri, kudret ve ilmin hârikaları bulunan çekirdekleri, tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, amel defterlerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Cenab-ı Hakk'ın himayesi altında, hikmetine emanet edip ölmektedirler. Bahar mevsimi gelince ise bu varlıkların tamamı, tekrar dirilmekte ve "(Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında..."(5) hakikatini ifade etmektedirler. İşte bu noktada yüce bir Zât'ın varlığı açıkça ortaya çıkmaktadır.(6)

İhtira deliline gelince, şuursuz, donuk, basit olan sebeplerin, bütün insanları hayrette bırakan, her biri bir kudret mucizesi, harika bir sanat eseri olan mevcudatın mucidi olmaları mümkün değildir. Kendileri de yaratılmış olan sebepler, mevcudatı yeniden icad ederek yaratamazlar. Mutlak kudret sahibi Allah, her bir mahlukun kabiliyetlerine uygun ve yalnızca o cinse has müstakil bir vücud vermiş; böylece onu kendi Zatına mahsus bir delil kılmıştır.
Ayrıca sebeplerin yaratıcı olabilmeleri için onların her birinin hayat sahibi ve şuurlu olmaları ve küçük bir zerreyi yaratabilmeleri için hepsinin de aynı noktada birleşmeleri gerekmektedir ki, bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü sebepler basit ve aciz olup onların herhangi bir şeyi yaratmaları imkânsızdır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bütün sebeplerin yaratıcısı olan bir zat vardır ki o da Allah'tır.(7)

İmkân delili

İmkan delilinin hedefi "Vâcip"in mevcudiyetini ispat etmektir. Vacip, "varlığı kendinden olup başkasına muhtaç bulunmayan" demektir. Bunun karşıtı mümkindir ki, mümkin "var olmak için başkasına muhtaç bulunan" anlamına gelmektedir. Evren, bir kısmı duyularla idrak edilen, bir kısmı da başka yollarla bilinen nesnelerden oluşmaktadır. Bu nesneler ya vacip veya mümkindir. Gözlediğimiz bütün nesneler imkân (başkasına muhtaç olma) özelliği taşıdığına göre tabiatı oluşturan diğer parçalar da aynı nitelikte olmalıdır. O halde tabiat mümkindir, ona varlık veren ve fakat mümkin özelliği taşımayan bir sebep bulunmalıdır; o da varlığı zorunlu olan Allah'tır.

Kainattaki varlıklardan her birinin zat ve sıfat itibariyle sonsuz sayıdaki alternatiflerden sadece birine uygun halde bulunması onların mümkin olduklarını göstermektedir. Ölenin öldüreni, sanatın sanatkarı ve çocuğun babayı gerektirdiği gibi kâinatın mümkin oluşu onun vacib bir varlığın eseri olduğunu göstermektedir.
Şu anda gözümüzle gördüğümüz her bir şeyin vücudu, kendinden değildir. Çünkü vücudunun yok olmasına engel olamamaktadır. Üzerinde görünen özellikler de onun zatından kaynaklanan özellikler değildir. Çünkü, onların da kaybolup gitmesine engel olamamaktadır. Yani, âlemin her bir mevcudunun zâtî ve vâcib olmayan; mümkin bir vücudu vardır. Ve, o mevcudun vücudunda, sıfatında, yani üzerinde görülen tüm özelliklerinde, mevcut olarak varlığını sürdürdüğü her bir anda, -madem ki, mümkindir- sonsuz cihetlerde var olması imkân dahilindedir. Hal bu iken, o sonsuz cihetler içinde vücutça en muntazam bir yolun takip edildiği görülmektedir. O şeyin her bir özelliği de yalnızca ona mahsus bir tarzda kendisine verilmektedir. Var edildiği sürece her an değiştirdiği özellikler ve haller de yalnız o şeye has bir şekilde verilmektedir. Demek ki, bu özellikleri tahsis eden bir tahsis edicinin iradesiyle, bir hikmetle icad edenin yoktan yaratmasıyla o şey sonsuz yollar içinde hikmetli bir yola sevk edilmekte ve ona muntazam sıfat ve haller verilmektedir.

Sonra o şey tek başına da yaratılmayıp bir cismin bir parçası olmaktadır. O cisim içinde binlerce değişik tarzda bulunabilirken, en faydalı, çok mühim neticelerin ortaya çıkmasına neden olacak bir şekilde vazifeler gördürülmektedir. Sonra o cisim de diğer bir cisme cüz (parça) yapılıp imkânat (var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler) daha da fazlalaşmaktadır. Çünkü sonsuz tarzda o cisme cüz olabilirken, kendi zatından kaynaklanan hiçbir neden yokken; her biri, en hikmetli, en faydalı vaziyette görevlendirilmektedirler. Bu cüz olma durumu tüm kâinatın anlamlı bir cüzü haline gelmeye kadar genişletilebilir. Ki bu, gittikçe daha kati bir surette, her şeyi bilerek, hikmetle yaratan bir Yaratıcı'nın mutlaka var olması gerektiğini göstermektedir.

Her bir şey hem mevcudiyeti ve hem de sıfatları ile çok imkânat yolları içinde belirli bir vücudunun olması, hikmetli ve faydalı sıfatlar yüklenmesiyle varlığı zorunlu bir Zât'a şahitlik etmektedir. Aynen bunun gibi, cüzlerden oluşmuş bir cismin parçası olarak görevlendirildiği zaman, en büyük cisme kadar bir ilişkiler ağı içerisinde gördüğü anlamlı hizmeti ile de kasden ve hikmetle yaratan Yaratıcı'nın irade sahibi olduğunu göstermektedir. Çünkü bir şeyi münasebet ağı ile bağlı olduğu diğer tüm cisimlerin içine hikmetle yerleştiren, ancak bütün o cisimler terkibinin tümünün Yaratıcısı olabilir. Demek bir tek şey, ayrı ayrı konumlarda ayrı ayrı anlamlar yüklü ve iç içe görevler yaparak, binlerce ayrı yönüyle bize Yaratıcımızı tanıtmaktadır.(8)

KAYNAKLAR

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 240.

Bakara, 2/44, 76; Âl-i İmran, 3/65; En'am, 6/32; A'raf, 7/169; Yunus, 10/16; Hud, 11/51; Yusuf, 12/109; Enbiya, 21/10, 67; Mü'minun, 23/80; Kasas, 28/60; Yasin, 36/68; Saffat, 37/138

Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s. 123, 229-230.

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 637.

Tekvir, 81/10

Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 130.

Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 213-214; İşârâtü'l-İ'caz, s. 144-145

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 639-640; Şualar, s. 119; İşârâtü'l-İ'caz, s. 173; Mesnevî-i Nûriye, s. 200; Âsâ-yı Mûsâ, s. 118

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıveriliceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

Ankebut, 2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Mü'minin sezgisinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar.

Taberani

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii Tekrar İbadete Açıldı(15 Nisan 2002) *Şeyhülislam İbn-i Kemal'in Vefatı(16 Nisan 2002) *Einstein'in Ölümü(18 Nisan 1955) *93 Harbi Başladı(19 Nisan 1877) *Miladi Takvime Göre Efendimiz'in(s.a.v) Doğumu(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI