Cevaplar.Org

IZDIRABIMIZIN ŞÂİRİ - MEHMED ÂKİF ERSOY(1873-1936)


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2005-12-15 20:57:24

Takdim

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da elbet silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir."(Akif)

Büyük şair böyle demişti 1919 yılında. Lakin bu ancak onun tevazusunun bir ifadesi olarak kabul edilebilirdi. "Büyüklerde büyüklüğün ölçüsü, kendilerini bir hiç görmek, önemsememektir" derler. Bir insan kendisini mühim gördüğü ölçüde küçülür. Kendini nefyettiği, varlığını başkalarının mutluluğuna adadığı ölçüde de o tek başına bir millet haline gelir, millet ferdlerinin yüreğinde onlardan bir parça olur, bir yâd-ı cemil olarak her daim akar gönülden gönüle.

İşte Mehmed Akif himmeti milleti olmuş dev bir şahsiyettir. O herbirimizin gönlünde silinmez izler bırakmış bir sanatkardır. O bizim İstiklal marşımızın şairidir. Derdimizin tercümanıdır. Izdırabımızın bestekarıdır. O bu vatanın en hasbi, en samimi evlatlarından bir aziz kahraman, bir nezih insandır. Onun
bana en çok dokunan yönü de hasbiliği, samimiyeti olmuştur. Saygılarımla. Salih Okur

HAYATI

DoÄŸumu
Mehmed Akif bey 1290(1873) senesinde İstanbul'un Fatih ilçesinin Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. İlk olarak, babası tarafından, kendisine doğduğu senenin rakami değerini ihtiva eden Ragıf ismi konulduysa da, aile çevresinde bu isim yerine Akif ismi benimsendi ve zamanla ilk ismini unutturdu. Bu isim hayatının gidişatını da gösteren mübarek bir isimdi. Akif ibadet eden demekti ki, kendisi hayatı boyunca ismi ile müsemma bir kul olarak yaşadı.

Ailesi
Babası Mehmed Tahir efendi(1826-1888) Arnavutluk muhaciri olup, Fatih Medresesinde müderris idi. Kendisine temizliğe verdiği önemden ötürü "Temiz Tahir Efendi" denirdi. Annesi Emine Şerife hanımdır.(1836-1926) Tokat'ta doğan validesi, aslen Buharalı idi. Akif'in tek kardeşi vardır, onun da ismi Nuriye'dir.

Mehmed Akif'in aile yuvası huzur dolu bir ortamdı. Akif bu ortamda neşvü nema buldu. Bir şiirinde buna şöyle değinir:

"Çocukluğumda evet bahtiyar idim cidden
Harim-i ailemin farkı yoktu cennetten"

Babası Tahir efendi etrafında "salih, fâdıl, vefi, sahi, âlicenâb, mürüvvetkâr, müstakim bir üstad-ı kâmil" olarak biliniyordu. Akif onun için: "Hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam, kendisinden öğrendim" diyecektir. Tahir Efendi aile efradına karşı da çok merhamet dolu idi. Çocuklarıyla ilgilenmesi ile alakalı, Fatih kürsüsünde şiirinde Akif'in hatırası örnek alınması gereken misallerdendir.

Annesi de dindar ve hassas bir hanımdı. M.Akif 1936 Ağustosunda kendisi ile yapılan bir mülakatta validesinden; "Annem çok hassas kadındı. Babam da öyleydi. Şiir söylemezdi. Ama şiir ve inşâya hayrandı" diye bahsetmektedir.

Her büyükte olduğu gibi Akif'in de dini terbiyeyi ilk aldığı ocak, evi idi. Şöyle anlatır bunu: "Annem çok abid ve zâhid bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dini salâbetleri vardı. İbadetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı." Babasının, Nakşi şeyhlerinden Hacı Feyzullah Efendi'nin müridi olduğunu da yine kendisi ifade etmektedir.

Tahsil yılları
Dört yaşında Fatih'te mahalle mektebine başladı. İki sene sonra Fatih ibtidaisi(ilkokul)ne yazıldı. Aynı yıllar babasından Arapça öğrenmeye başladığı yıllardır. Üç yıllık ilkokul devresinden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesine(ortaokul) kaydoldu Bir yandan babasından aldığı Arapça eğitimi epey ileri seviyede devam ederken, bir yandan da Fatih camiinde Mesnevi, Hâfız Divanı, Gülistan gibi eserleri okutan Esad Dede'nin derslerine devam ediyordu. Herhalde Sâdi'yi sevmesi de bu senelerde başlamıştır.

Özellikle lisan derslerine fevkalade ilgisi ve bu alanda müstesna bir kabiliyeti vardı. " Rüşdiye tahsilimde esasen en çok lisan derslerine temayülüm vardı. Dört lisanda da (Türkçe, Arapça,Acemce, Fransızca) birinci idim. Şiiri çok severdim" demektedir. Şiire merak duyması da ortaokul çağında başladı. İlk okuduğu şiir kitabı; Fuzuli'nin Leyla ve Mecnun'udur.

Hüsrân-ı Mübin adlı şiirinde mektepte iken anne ve babasının ümidleri hakkında şunları yazıyor;
"Başlattığı gün mektebe, duydum ki diyordu,
Rahmetli babam; "Adam olur oÄŸlum ilerde"
Annemse, oturmuş paşalıklar kuruyordu
Adamlığı geçtik! Paşalık olsun, o nerde?
Amâli tezad üzre giderken ebeveynin
Hep böyle harab olmada etfal(çocuklar) ara yerde."

Rüşdiye'den mezun olduktan sonra Mülkiye'nin(Siyasal) lise kısmını okumuştur. Bu mektebi başarı ile bitirdikten sonra, yine Mülkiye'nin âli kısmına(üniversite) kaydoldu. Fakat tam bu sıralar babası Tahir Efendi yakalandığı gırtlak vereminden kurtulamıyarak dâr-ı bekâya irtihal etti. Bunun üzerine Akif Mülkiye'yi bırakarak, o zaman daha çok iş imkanı olan Baytar mektebine geçti ve 1893'te birincilikle mezun oldu.

Bir yandan tahsiline devam eden Akif diğer yandan şiirle uğraşmasını manzum parçalar yazarak hızlandırmış, öte yandan kültürel ve sportif faaliyetlerle meşgul olmuştur. Çok iyi bir yüzücü olduğunu, boğazı yüzerek geçtiğini, ata da iyi bindiğini biliyoruz. Yakın arkadaşlarından merhum Hasan Basri Çantay bey Akifnâme adlı kıymetli eserinde şöyle diyor;

" Akif gençliğinde deniz yarışlarında, yaya koşularında, atlama müsabakalarında hep birinciliği kazandı. Saatlerce kürek çeker, boğazı yüzerek geçerdi. O iyi taş atardı."

Gençliği edep ve nezahet dairesinde geçmişti. Şu müthiş tespit ona aittir; " Dindar olmasaydım, gençliğimde ahlaksız olabilirdim. Faziletin içtimai bir mefhum haline girmediği genç yaşta insanı din tutar."

Tahsil arkadaşlarından Sabri Sözen bey onun hakkında şunları demekte: "Mehmed Akif bey içki kullanmamıştır. Onun nezaheti, terbiyesi, seciyesi, akranları içinde mesel-i sair olmuştu. O bir karıncayı bile incitmedi. Çok temiz, çok hayırhah, çok namuslu bir gençti."

Hasan Basri Çantay beyin şehadeti de şöyle: "Akif hayatında içkiden başka, hatta sigara ve kahve de içmedi. Vakıa enfiye çekerdi, fakat sonradan onu da bıraktı."

Yakın dostlarından Mithat Cemal Kuntay da Onun temiz şahsiyeti hakkında şunları yazmaktadır: " Kumar, kadın, içki gibi insan etini pelteleştiren hazları Akif bilmiyordu."

Akif bey bu dönemlerde müzikle de meşgul olmuş, Ney üflemiştir.

Yüksek mektepte okurken bir yandan da güreşe merak sarmış ve hayli ilerlemiştir. Yağlı güreşlere katılmış, Çatalca civarı köylerde kıspet giyerek güreşmiştir. Güreşte üstadı, ustalığına da, insanlığına da hayran olduğu zamanın pehlivanlarından Kıyıcı Hacı Osman pehlivandır.

Yeri gelmişken, Akif'in üniversitede Agop adlı bir Ermeni genciyle olan müsabakasını da buraya koymayı uygun bulduk. Oğlu Emin Ersoy pederinin dilinden naklediyor:

"Ermeni bildiğin gibi değil, dehşetli kuvvetli idi. Arkadaşlarımı çar çabuk altına alarak ezmesi öyle zoruma gidiyor, beni çileden çıkarıyordu ki, sana anlatamam. Kendisi ile şaka mahiyetinde de olsun hiç tutuşmamıştık. Zira onun da gözü beni pek tutmuyordu. Cüsseden okkaca kendisinden aşağı idim. Lakin ondan daha atik ve daha oyuncu idim. Göz, hasmını tanır. O da bunları görüyor, hesap ediyor, benimle elense şakası bile yapmaya yanaşmıyordu.

Bir gün hiç unutmam.Hüseyin Avni isminde Fatihli bir hemşehrim ve benden bir sınıf aşağı arkadaşımla, Agop idman mahiyetinde güreşe tutuşmuşlardı. İdman falan derken Avni'ye boyunduruk çekiyor, şiddetli elenseleriyle çocuğu eziyor, pek müşkil vaziyetlere sokuyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, Avni, Agop'un çektiği şiddetli bir elense ile yüzükoyun yere kapandı. Ağzından, dişlerinden kan boşanmaya başladı.

O zaman artık dayanamadım; "Gel Agop" dedim. "biraz da ikimiz idman tutalım." Tereddüt edemedi. Arkadaşlarımın intikamını almak üzere Agop'u tek çapraza aldım. Meydan genişti. Belki onbeş yirmi adım sürüdüm. Nihayet kavi rakibim tutunamadı, elleri üzerine yüzü koyun yere kapaklandı. Bu sefer çok iyi kullandığım kündeye aldım. O koca Agob'u kaldırarak öyle bir çevirdim ve sırtını yere getirdim ki, bütün bunlar bir buçuk-iki dakika içinde olmuştu. Ermeni ne olduğunu şaşırdı. Kıpkırmızı olmuş hala yerinde oturuyor, önüne bakıyordu.

İşte o zaman etrafı şiddetli bir alkış tufanı çınlattı.Agob'u tam manasıyla mağlup etmiştim. Hiç sesini çıkarmadı.Yavaş yavaş yerinden kalktı, kafası önünde kös kös mektebin kapısından içeriye girerek kayboldu.

Bir riyaziye hocamız Ekrem bey vardı.O da bu hadiseye şahit olanlar arasında idi. Muhterem ihtiyar o kadar sevinmiş, o kadar heyecanlanmış idi ki, "Yahu Agop'u kaldırdı, savurdu, attı. Agop kalkar mı?" diye bağırıyor, tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu."

Memuriyet hayatı
Okuldan birincilikle mezun olan Akif Ziraat bakanlığına bağlı olarak Baytar müfettiş muavini, sonraları baytar müfettişi oldu. Bu vesile ile üç dört sene kadar Rumeli'de, Anadolu'da, Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları ile ilgili olarak hayli dolaşmış, halkla yakın temas kurmuştur.

Yüksek tahsilini tamamladıktan sonra 8 yaşındayken başlayıp ara verdiği hafızlığını itmam etmiştir: "Tahsil-i âliyi bitirdikten sonra hafız oldum. Fakat ondan evvel Kur'an'ı okuya okuya gayet pişkin bir hale getirdiğim için, zaten hıfz ile aramda uzun bir mesafe yoktu. Az bir müddet içinde Kur'an'ı ezberleyiverdim" demektedir.

O, hayatını Kur'anın gölgesinde ve ona hayran olarak geçirdi. İlk şiirlerinden birinde yüce kitabımıza şöyle hitap eder:
"Piraye-i hafızam sen oldun.
Sermaye-i hafızam sen oldun.
Sensin hele ey kitab-ı azem
Haşa bunda hiç tereddüt etmem
Dünyada refik-ü hemzebanım
Ukbada muinü müsteanım."
(Sen benim hafızamın süsü ve tek sermayesi oldun. Senin en yüce kitap olduğunda hiç şüphem yok. Sen benim dünyada dost ve fikirdaşım, ahirette yardımcım ve yoldaşımsın." Kur'ana Hitap adlı şiirinden)

Åžiirle meÅŸguliyeti
Akif'in ilk şiirleri 1893'lerde Resimli Mecmua, Hazine-i Fünun, Mektep gibi dergilerde yayınlanmaya başlamıştır. Safahat'taki şiirleri kadar bir yekûn tutan bu ilk şiirlerini Safahat'a almamıştır.

Şiirde etkilendiği kişileri şöyle sayar: "İlk şiirlerimde birkaç şairi kendime numune aldım. Evvela Ziya Paşa gelir. Nâci'nin nazmı da pek hoşuma gitti. Adeta onu kendime meşk ettim. Namık Kemal'den, Abdülhak Hamid'den de fikren çok müstefid oldum. Zannediyorum ki, okuduğum Şark ve Garb muhalledâtı içinde Sâdi'nin eserleri kadar üzerimde hiçbiri müessir olmamıştır."

İlk şiirlerinden birinde Sâdi Şirazi  için şunları söyleyecektir:
"Şu üstad-ı irfan penahın bugün
Hakikatte şakirdiyiz biz bütün
Mürebbi-yi efkar-ı ümmet odur
Eden halka tedris-i hikmet odur
Odur ÅŸiiri hikmetle mecz eyleyen
Odur şiir namıyla hak söyleyen."

Ä°lmi cephesi
M.Akif bey Doğu ve Batıyı özellikle edebiyatı ile hallaç etmiş bir fikir adamıdır. Arap ve Fars lugat ve edebiyatına vukûfu zaten meşhurdur. Burada sırası gelmişken, yakın arkadaşlarından merhum Eşref Edib beyin 1930'larda Akif'i Mısır'da ziyaretinde geçen bir hatırasını nakletmek istiyorum: "Hilvan'da Dar-ül Fünun müderrislerinden Abdülvehhab Azzam'ın evine gitmiştik. Ezher hocalarından birkaç zat vardı. Lugata dair bir bahis açıldı. Ezherlilerin nokta-i nazarına Üstad itiraz etti. Ezherliler fikirlerinde ısrar ettiler. Abdülvehhab Azzam Kamus'u getirdi. Kelime Üstad'ın dediği vechile olduğu anlaşıldı."

Fransızcaya vukûfu onu Batı eserlerini de aslından okuma imkanı vermiştir. Bir yerde buna şöyle değinir: "Fransız şairlerinden Hügo, Lamartin ile, klasiklerle çok uğraştım. Dode ile Zola'yı fazlaca okudum."

Servet-i Fünun dergisinin 2 Ekim 1919'da kendisine sorduğu sorulara cevap verirken aynı zaman da geniş kültürünün ipuçlarını da veriyordu:"Arapları çok okudum. Hamasiyette Antere'nin, İbn-i Firas'ın, hikemiyatta Mütenebbi'nin, garamiyatta İbn-i Farıd'ın, Mecnun'un aşıkıyım. Endülüs şuarasının nezaketi beni hayran eder. Acemlerden Sâdi'yi pek çok okudum. Öyle zannederim en çok tesiri altında kaldığım edip Sâdi olacaktır. Mısır müftüsü Şeyh Abduh ile Mısır efâzıl-ı şubbânından Muhammed Ferid Vecdi'den gayet büyük istifadem oldu.
Frenklerden en çok sevdiğim Lamartin ile Dode'dir. Eslaftan Fuzuli'yi, mütaahhirinden Kemal'i, Ziya Paşayı, Hamid'i pek sever, pek takdir ederim."


O Devir
Akif'in neşvünema bulduğu dönem dünya çapında bunalımların üst üste geldiği, insanlığın kalaklar içinde kıvrandığı, materyalizmin batıda çıkardığı yangınların devlet-i âliye'nin saçaklarını sardığı yaman bir devirdi.

Osmanlı'nın başında bu fitnelere dayanabilecek "asrın en siyasi padişahı" vardı. O padişah ki, mecbur olduğu olağanüstü hal tedbirleri yüzünden Fransızlarca "Le Sultan Rouge(Kızıl Sultan) lakabı verilmiş, onların hempaları bir kısım batıcı entelijansiya tarafından şiddetli hücumlara maruz bir şefkatli hakandı.

Ama ne olursa olsun istibdad istibdaddı. Ve kraldan çok kralcılar elinde, derin bir devlet terörü estirilmesine vesile oluyordu. Akif de diğer hürriyetperver zatlar gibi bu istibdadın şiddetle aleyhinde idi. İstibdad adlı şiirinde Abdülhamid hana fazla dozajlı hücumuna biraz o zaman ve uygulamalara gidip, o gözle bakmak daha insaflı bir bakış açısı olacaktır.

Bir de bu konuda Üstad Bediüzzaman'ın Şualar adlı eserindeki yorumu bana fevkalade çarpıcı geliyor. Şairlerin hassas ve duyarlı yaradılışlarından ötürü önsezileri kuvvetli olur. Bazı kimselerin romatizmaları sayesinde yağmurun gelmesini önceden hissetmeleri gibi, şairler de olacak bazı hadiseleri bu önsezileri ile hadiseler olmadan hissedip haber verebilirler. İşte 20. yüzyılın başında bu vatanın hürriyetperverleri daha sonra gelecek dehşetli bir istibdadın gölgesini görmüşler. Şiddetle hücum etmişler. Fakat yanlış bir hedefe hiciv oklarını göndermişler. Her neyse...

Evliliği ve Hocalığı
Akif bey 25 yaşına geldiğinde, 1 Eylül 1898'de Tophane-i Âmire veznedarı Mehmed Emin beyin kızı olan İsmet hanımla izdivaç yaptı. Bu evlilikten üç kız, üç erkek 6 evladı dünyaya geldi. Kızların isimleri: Cemile, Feride, Suad, oğlanların adları; İbrahim Naim, Emin, Tahir'dir. Bunlardan İbrahim Naim bir buçuk yaşında "vildanun muhalledun"(ebedi çocuklar) ayetine mazhar olarak Cennet-i âlaya tayeran eylemiştir. Rahmetullahi aleyh.

17 Ekim 1906'da memuriyetine ilave olarak Halkalı Ziraat mektebine Türkçe muallimi olarak atanmıştır. Öğretmenlik onun nazarında çok mühim bir meslektir. Ona göre ideal muallimin şu evsâfı hâiz olması gerektir:
"Muallimim diyen olmak gereklidir imanlı,
Edepli, sonra liyakatlı, sonra vicdanlı."
-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Kadınlara iyilikle muamele ediniz."

Nisa:19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Muavvizeteyn (Nas-Felak) Sureleri

"Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir." (Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi'n-nas 1)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Fatih Camii'nin yeniden ibadete açılışı(15 Nisan 1772) *Turgut Özal'ın Vefatı(17 Nisan 1993) *Türk-Yunan savaşının başlaması(18 Nisan 1897) *Miladi takvime göre Efendimiz'in (s.a.v.)dünyaya teşrifleri(20 Nisan 571)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI