Cevaplar.Org

MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ İLE RÖPORTAJ


Yusuf HAS

yusufhas@mynet.com

2003-02-18 00:23:28

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi ile yaptığımız mülakatı hizmetinize sunuyoruz. 1928'de Erzurum'un merkeze bağlı Güllüce köyünde dünyaya gelen Kırkıncı hocaefendi, Mustafa Necati efendi, Hacı Faruk bey, Solakzade Sadık efendi, Ağrılı Nadir efendi gibi şarkın mümtaz ulemasından okumuş bir âlimdir. 1950'lerin başında Risale-i Nur'la tanışır. Ve kıvrak ve cevval zekâsı ile Risale-i Nur deryasından devşirdiği inci mercanlarla birçok istidadın yetişmesine vesile olur. 1955'te Üstad Bediüzzaman hazretlerini Isparta'da ziyaret eder, duasını alır.

Kırkıncı Hocaefendinin en mümeyyiz bir vasfı en muğlâk ve zor meseleleri, verdiği bir misal ve nükte ile tere yağdan kıl çeker gibi çözmesidir. Bunu sohbetlerinden derlenen Hikmet Pırıltıları, Nükteler gibi eserlerinde görmek mümkündür.

Sorularımıza verdiği cevaplarda da bu özelliği kendisini göstermiş. Kendisiyle daha önce vicahi olarak İstanbul'da bir röportaj yapmıştık. Fakat bize verilen sürenin 10-15 dakikayla kısıtlı olması röportajın akışını hatıralara kaydırmıştı. Biz ise kendisiyle ilmi bir sohbet yapmak arzusundaydık. Telefonla bu isteğimizi iletince bizleri kırmadı. Soruları göndermemizi, en kısa zamanda cevaplayacaklarını bildirdi. Biz de Erzurum'da mukim Yusuf Has kardeşimize soruları ilettik. Bayramda cevap-hocamızın selam ve hediyesi ile- geldi. Kendilerine bir kere daha teşekkür ediyor, hürmetlerimizi arz ediyoruz. Salih Okur-Cevaplar.org

Soru: Üstad Bediüzzaman'ın "Tebe-i nazar muhali mümkün görür" sözünü izah eder misiniz?

-Bir şeyin hakikatından ziyade zahirine bakmak tebei nazardır. Mesela, insan güneşin doğup battığını görüyor. Halbuki güneş yerinde müstakar iken, dönen dünyadır. Üstadın bu mevzuda verdiği misal bu hakikatı fevkalade izah etmektedir. İhtiyar bir adam Ramazan hilaline bakarken gözünün üzerine düşen bir kirpiğinin beyaz kılını ay olarak hükmetmiş. Allah'ı inkar eden kafirler de bu ihtiyar zat gibi, zahir sebeplere bakıp Allah'ı görememişler; yani akıllarına perde olan sebepler, kafirlerin akıllarının kılı hükmünde olmuştur.

Halbuki akıllarıyla kainata bakıp nizam ve intizamı tefekkür etseler, muhakkak Allah'ın varlığını tasdik ederler.

Soru: Cenab-ı Hakkın tasarrufunda bizzat mübaşereti(maddi teması) olmaması nasıl anlaşılır?

-Cenab-ı Hakkın kâinatı ve kainat içindeki her şeyi yaratması mübaşeretsizdir. Mesela, insan yazı yazdığında kalem tutarak yazar, bir binayı yaptığında tuğlaları taşır ve yerine koyar, taksisinin direksiyonunu tutarak sürer. Fakat Cenab-ı Hak mahlûkatı yaratmasında mübaşeretsiz halk ve tasarruf eder.

O irade eder, irade ettiği şey hemen olur. Cenab-ı Hakk maddeden mücerret olduğundan mübaşerete(maddi temasa) ihtiyacı yoktur.

Mesela, güneşin gezegenleri çevirmesi ve yeryüzündeki canlılarda biiznillah tasarrufu mübaşeretsiz tasarrufa sönük de olsa bir misal olabilir. Aynı şekilde bazı modern binaların giriş kapıları yanaşır yanaşmaz açılır. Yine fezadaki füzeler, yeryüzünden idare edilir. Bu misaller Cenab-ı Hakkın mübaşeretsiz tasarrufuna noksan da olsa birer örnek olabilir.

Bununla beraber bu hakikat insan aklının ötesindedir. Aklın bu hakikatı kemaliyle idrak etmesi mümkün değildir, ancak iman edilir. Bu misaller bu hakikate ancak birer ayna mesabesinde olabilirler, hakiki ölçü olamazlar.

Soru: İnsanların Allah hakkında en büyük yanılgıları sizce nedir?

İnsanlar, Cenab-ı Hakkın sıfatlarını ve fiillerini kendilerine ve diğer mahlukata kıyas ederek hataya düşerler. Mesela, insanın iradesi cüzi olduğu için birkaç işi bir anda yapamaz. Yazı yazdığı vakitte yemek yiyemez vs.

Halbuki Cenab-ı Hakkın iradesi, diğer sıfatları gibi külli ve nihayetsiz olduğu için nihayetsiz birlikte işleri yapar. Felsefenin ukul-u aşere(On akıl) dedikleri sudur meselesinde yanılmaları da bu noktandır. Onlar 'Birden ancak bir sudur eder' denişler ve 'Allah sadece akl-ı evveli yarattı, akl- evvel de akl-ı saniyi, o da akl-ı salisi yarattı vs. Onuncu akıl da dünyayı idare ediyor' demişlerdir.

Halbuki Üstadın dediği gibi 'Her birliği bulunan yalnız birden sudur eder. Madem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var; demek bir tek zatın icadıdır.' Mesela bir koyun birden fazla kuzu doğurabilir, fakat bir kuzu birden fazla koyundan doğmaz. Yani iki-üç koyun bir kuzu doğuramaz. Aynen bunun gibi bütün kainatı, dünya ve ahireti Allah yaratır. Ama bütün sebepler toplansa, akıl ve şuurları da olsa bir sineğin kanadını bile yapamazlar.

Soru: 'Sıkıntının madeni yeisle suizandır, dalalet fikridir, zulümat kalbidir, israf cesedidir' sözünü izah eder misiniz?

Sıkıntının kaynağı ümitsizlik ve suizandır. İnsan bir sıkıntıya, bir darlığa düşünce bundan kurtulamam diye ümidini keser ve sıkıntı devam eder. Mesela, kanserden iyi olamam diyerek umutsuz olunursa hastalık artar, sıkıntı çoğalır. İnsan bir dostuna hüsnüzan yerine suizan ederse, dostunu her hareketi onu rahatsız eder. Yine insan iktiza-ı beşer(insan olması gereği) günah işledikten sonra Allah'a hüsnüzan ile tövbe, istiğfar edip 'beni affet' demesi yerine; suizan edip 'benim affa liyakatim kalmadı' derse sıkıntı kat kat artar.

Dalaletin fikri olması şu demektir: İnsanlar, gerek batıl inançlara, gerek yanlış felsefi cereyanlara, gerekse sırat-ı müstakimden hep akıllarını yanlış ayrılan firak-ı dalleye(sapık grublara) hep akıllarını yanlış kullanarak girmişlerdir.

Zulümatın kalbi olması da şu manadadır: her bir günah kalp için bir karanlıktır, bir zulümat perdesidir. Bu zulümatın en ilerisi küfür(inkar, dinsizlik) karanlığıdır. Yani kalbin küfür ile perdelenmesi onun zulümatı demektir. İsraf ise: Yemek, içmek vs ceset uzuvları ile olur. İnsan bütün azaları ile israf edebilir. Gözüyle kötü şeylere bakar, kulağıyla kötü şeyler işitir, yemesinde israf eder vb. Misaller çoğaltılabilir.

Soru: 'Şiddetli sevgi ve korku inkâra sebep olur' deniyor, izah eder misiniz?

- İslam dini her şeye bir ölçü getirdiği gibi, muhabbet ve korkuya da bir ölçü getirmiştir. Mesela bir insan annesini, babasını, hocasını sever, fakat Peygamberimiz(SAV) kadar sevmez. Severse hataya düşer. Peygamberi çok sever, fakat Allah'ı sevdiği kadar sevemez ve ona ulûhiyet izafe edemez. Hıristiyanların Hz İsa'yı sevmeleri, bir kısım Alevilerin Hz. Ali'yi ve evlatlarını sevmeleri gibi. Bu durumda da Hz İsa ve Hz. Ali'nin hakiki şahsiyetlerini inkâr etmiş olurlar.

Bir insan ibadetini yapmaz ve günahlara girerse ve bu halinde ısrar ederse, cehennemle ilgili tehditleri işittikçe rahatsızlıktan kurtulmak için cehennemi inkar eder. Yani rahat-ı cehennemi bulur ve rahatlıkla günahına devam eder. Yağmurdan kaçarken doluya tutulur; sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.

Soru: İnsanların dinsizliğe düşmelerinin en önemli sebebi sizce nedir?

-Peygamber efendimiz(ASM); 'Din nasihatten ibarettir' buyurmaktadır. Halbuki bir çok insanlar dine ait hakikatlerden bigane kalıp uzaklaşırlar, dolayısıyla dinin ehemmiyetini idrak edemezler. Yoksa insanlar hususi 'kafir olayım' kastıyla dinsizliğe düşmezler. Ancak nefs-i emmarelerine tabi olarak dünyanın gayr-ı meşru zevk ve safalarına dalıp, helal haram demeyip, günahlara girerler; daha sonra küfrün içine düşerler ve daha da çıkamazlar.

Üstadın buyurduğu gibi; 'Her günah içinde küfre giden bir yol vardır.' Yani insan günah işleyince günaha alışır, sonra ısrar eder, onu müdafaa eder, doğru olduğunu iddia eder ve dolayısıyla küfre gider. Yani günah işlediğinden dolayı değil, günahı helal itikad edip müdafaa ettiğinden küfre düşer. Bir çok insan da ibadet külfetinden kaçarak dinsizliğe düşer.

Soru: Her şeyin ezelde takdir edilmesi, insan kaderinin önceden yazılması, çoğu insanın aklını kurcalıyor. Bu meseleyi açıklayabilir misiniz?

-Bir Müslüman'ın inanması, itikad etmesi, zaruri olan şeylerden biri de kaderdir. Hayır ve şer her şey Allah'ın yaratması ve takdiri iledir. İlm-i İlahi bidayetten intihaya(başlangıçtan sona) kadar her şeyi kuşatmıştır. Mümkinattan hiçbir şeyin O'nun ilminden harice çıkması mümkün değildir.

Madem ilm-i ilahi nihayetsizdir, öyle ise herhangi bir insanın istikbalde cüzi iradesiyle ne yapacağını bilir.Mesela, Cenab-ı Hak bir insanın kendi iradesi ile namaz kılacağını bildiği için ezelde öyle takdir etmiştir. Diğer bir insan namaz kılmayı istemediği bildiği için onu da öyle takdir etmiş. Yoksa o kullar hakkında Allah bu şekilde takdir ettiği için, onlar da o fiilleri işlemiş değillerdir.

Yani Cenab-ı Hakkın irade-i külliyesi, insanın irede-i cüziyesine taalluk eder. İnsan hangi fiili irade ederse Allah onu yaratır. Allahu Teala hazretleri insana cüz-i ihtiyarı vermiştir. İnsan kendi irade ve ihtiyarıyla hayrı tercih ederse, Allah hayrı yaratır, şerri tercih ederse şerri yaratır. Allah bu yaratma fiillerinden mesul değildir. Ama kul kesbinden(kazanmasından) mesuldür. Hayır ve şerrin faili insan, fakat yaratıcısı Allah'tır. Onun için insan işlediklerinden tamamen mesuldür. Çünkü onun yaratması çok hikmetlere binaendir.

Mesela, zehir ve bazı zararlı şeyleri bir çok hikmetlere binaen Allahu Teâlâ yaratmıştır. Bir insan zehiri bilerek içse, bundan dolayı kendinden başka kimi mesul tutmak gerekir? Böyle bir insan; 'ne yapalım, kader böyle imiş. Allah zehiri yaratmasaydı, ben içmezdim, benim elimde ne var?' diyerek her şeyi kadere yüklemek suretiyle kendini daire-i mesuliyetten kurtarabilir mi? Bu aklen de vicdanen de doğru değildir. Bu mevzunun tafsilatını 'Kader Nedir?' kitabımızda görebilirsiniz.

Soru: Kader hakkında konuşmayı nehyeden hadisler var, İslam uleması da yasaklamışlar. Siz ise 'Kader Nedir?' adlı bir eser yazdınız?

-Kaderin bir çok kısmı vardır. Bazısı insanın cüzi iradesi ile alakası olduğu gibi, diğer bir kısmı sırf Allah'a aittir. Ondan da insan mesul değildir. Mesela, bir insan annesinden kör, topal veya bir azası noksan doğarsa insan bundan mesul değildir. Bu da kaderdir. Ancak 'Niçin böyle yaratıldım?' diye itirazda bulunmak hadiste belirtilen yasağın şumülüne girer. Yani irademiz dışında olan hadislere taalluk meselelerle ilgili kader(ızdırari kader) hakkında söz etmek yasaklanmıştır. Zira Allah'ın bu kaderdeki tasarrufunda bir çok hikmetleri vardır; biz bunları bilemeyebiliriz., bunlar ancak ahirette anlaşılacaktır.

Mesela, gözü kör olan bir insan, ahirette diyecek; ' Ya Rabbi, sen beni iyi ki dünyada kör yarattın. Ahirette ona bedel bu makamı verdin, gözlerim olsaydı, çok günahlar işleyebilirdim.' Misaller çoğaltılabilir.

Soru: Risale-i Nur'u tanımadan önce medresede 15 sene tahsil yapmış bir kişi olarak Risale-i Nur'dan ne derece istifaze ve istifade ettiniz?

-Sadece ben değil, medrese ve mektep tahsili gören birçok hoca ve profesörlerimiz de Risale-i Nur'dan azami derecede istifade ve istifaze ederek fikir ve marifetlerini zenginleştirmişlerdir.

Risale-i Nurlar bildiğiniz gibi çok farklı bir eserdir. Bediüzzaman Hazretleri bu eserlerle düşünce ve felsefe de yeni bir çığır açmıştır. Gerek ilm-i kelam ve gerekse felsefede keşfolunmayan hakikatlar Risale-i Nur'da tamamen vuzuha kavuşmuştur.

O'nun müellifi olan Bediüzzaman hazretleri ne işrakiyyun, ne meşşaiyyun ve ne de ilm-i kelam ulemasıyla kıyas edilmeyecek kadar farklıdır. Onların erişemediği bir düşünce ufkuna sahiptir. O ilimde ve fikirde yeni bir çağ açmıştır.

Asrımızın maddi ve manevi hastalıklarına çare getirmiştir. Yaralı gönül ve kalpleri tedavi eden hazık bir hekimdir. Küfür ve dalaletin başını ezerek hezimete uğratmışlardır. Buna delillerden birisi ise dünyanın her tarafından ilim ve fikir adamlarının Bediüzzaman hazretleri ile ilgili sempozyumlara iştirak ve itibar etmeleridir.

Diğer bir delil de dalalet ve sefahatın hakim olduğu bu zamanda yolunu şaşıran bir çok gencin sırat-ı müstakime girerek iman ve iffetlerinin kurtulmasıdır. Bundan anlaşılıyor ki, biiznillah bu sayede istikbal devr-i saadet ve irfan, devr-i huzur ve sulh olacaktır.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

mustafa, 2007-04-09 07:51:38

Allah razı osun sorular tomurcuk cevaplar açılmış gül gibi

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Araf suresi 164.ayet

"İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği, ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz" dediği vakit, o uyarıda bulunanlar dediler ki; "Rabbiniz tarafından mazur görülmemiz için, bir de belki günahlardan sakınırla

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Biriniz bir oturma yerine girince selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalkarken yine selâm versin. Çünkü, birinci selâm ikincisinden daha üstün değildir."

Ebu Davud

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Şair Muhammed İkbal'in vefatı(21 Nisan 1938) *TBMM'nin açılışı ve çocuk bayramı(23 Nisan 1920) *Osmanlı-Rus Harbi(24 Nisan 1877) *Hudeybiye Gazvesi(26 Nisan 628) *II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi(27 Nisan 1909)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI